Çözüm sürecinde aktif rol oynayan eski AK Parti Adıyaman milletvekili Adnan Boynukara’nın Perspektif’te yayımlanan yazısından aktarıyoruz:
Öncelikle, siyasal konulara ilişkin pozisyonların, tartışılan konunun özünden, içeriğinden ve ortaya çıkaracağı olumlu sonuçlardan ziyade siyasal karşıtlığa göre belirlenmesinin, ülkedeki siyasi elitin genel bir problemi olduğunu vurgulamakta yarar var. Öyle ki, konuların tartışılmasını dahi sorun görenler var. PKK’nın silâh bırakmasına ilişkin girişim konusunda da aynı tutum sergileniyor. Karşıtlar, orta yolcular, düşünsel ‘tatile’ çıkanlar, parti ‘disiplini’nden ayrılamayanlar ve ihtiyatlı bekleyiş ekolü gibi farklı tutumlardan bahsetmek mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarıyla birlikte, ihtiyatlı bekleyiş ekolünün pozisyon değiştireceği söylenebilir. Ancak uzun zamandır politik konularda görüş açıklamamayı ve siyasal tartışmaya girmemeyi ‘ilke’ edinmiş kimi isimlerin nasıl bir tutum alacağını kestirmek ise zor. Özellikle AK Parti kadrolarının pozisyonu, Cumhurbaşkanı’nın konuya ilişkin iradesinin tahkim edilmesi için önemli.
Soğuk Savaş Defterini Kapatma
Türkiye, Soğuk Savaş dinamiği ve tutumundan en fazla etkilenen ülkelerden birisi. Bu dinamik, siyaseti, sivil toplumu, demokratik işleyişi, ekonomiyi, kalkınmayı ve inançları dahi etkiledi. Milletin iyiliğine olan ve yapılması gerekenler, bu yaklaşım üzerinden mahkûm edildi veya ötelendi. Sağ-sol çatışmaları, katliamlar, terör örgütlerinin faaliyetleri, siyasal ve mezhebî kutuplaşmaların tümü bu dinamiğin ürünü. Bahsettiğimiz Soğuk Savaş dinamiğinin işlemesi için en basit ve en kullanışlı yöntem ise “korkutma”. Korkuyu yayacak örgütler meydana salındı. Daha kötüsü ise, korkuyu halka yansıtacak ‘siyasi partilere’, ‘STK’lara, ‘medyaya’, ‘yazarlara’ ve ‘akademisyenlere’ dahi alan açıldı. Elbirliğiyle milletin teyakkuzda kalması için olağanüstü dönemler yaşatıldı ve normalleşme sürekli olarak ötelendi.
Şu gayet açık, kim ortaya çıkıp “şu olursa şu olacak” türü korku üretici cümleler kuruyorsa, üretilmiş komplo teorileri üzerinden milleti tehdit ediyorsa, bilin ki Soğuk Savaş elemanıdır ve Gladio artığıdır. Etrafımızda olup-bitenler buna göre izlendiğinde, her şeyin netleştiği görülür. Bunu yapanın ideolojik pozisyonunun, etnisitesinin, dininin veya mezhebinin hiçbir anlamı yoktur. Tek bir olumlu cümle kurmayan, milletin hayrına pozisyon almayan, sürekli korku pompalayan herkes, bu düzeneğin değirmenine su taşıyan aparatlardır. Her şeyi konuşabiliriz. Ama her şeyi konuşmanın ilk yolu korkutucuların tasfiye olacağı bir siyasal iklimi oluşturmak ve normalleşmeye izin vermektir. Bu ise Soğuk Savaş dinamiğini, tüm unsurlarıyla, ortadan kaldırmakla mümkün olur.
Üzerinde durmamız gereken ana konu, Soğuk Savaş’tan kalma bütün devlet yapıları, aktörler, ideolojiler, örgütler, sorunlar ve hattâ çözüm biçimlerinin artık hükümsüz olduğudur. Bakın, bu düzeneğin asıl sahipleri olan ABD, Rusya ve Avrupa devletleri dahi pozisyonlarını değiştirdiler ve şu an bambaşka pozisyonlara sahipler. Aktif asimetrik savaş yürüten İran ve aparatları dahi bölgemizden çekildi ve çekilmeye devam da edecekler. İran’ın üretip ortaya saldığı milis unsurlar dönemi kapanacak. Para gücüyle, Ortadoğu’yu ve çevreyi tasarlamaya heveslenen ülkeler pozisyonlarını güncelliyor.
Bu koşullarda, 60’ların, 80’lerin, 90’ların, 2000’lerin dili, üslubu, ideolojisi, talepleri ve ilişki ağlarıyla varlığı sürdürme imkânı yok. Buna, devletin kendisi ve kurumları da dahil. Herkes normal demokratik bir işleyiş için dönüşmek, değişmek, yeni koşullara uyum sağlamak zorunda. Devleti yöneten hükümetin, PKK’nın terör faaliyetlerini bitirme amacıyla başlattığı çözüm süreci ve yeni girişim, devletin demokratik dönüşümü için atılmış adımlardır. Çözüm süreci, örgüt için fraksiyon çatışmaları ve örgüt yönetimini kontrol eden istihbarat örgütlerinin etkisi nedeniyle olumlu sonuçlanmamıştı. Dolayısıyla, ülkenin demokrasi açığı, Soğuk Savaş anlayışını sürdürmek isteyen yaklaşımın ürettiği eksikliklerdir ve mazeret olarak sunulan silâhın/şiddetin devreden çıkmasıyla aşılacak bir konudur. Bu bağlamda, PKK ve bağlaşık örgütlerinin de artık oldukları halleriyle varlıklarını sürdürmelerinin zemini kalmamıştır. Şiddet ve terörde ısrar etmek, küresel güçlerin, istihbarat örgütlerinin ve askerî endüstriyel çevrelerin kullanışlı elemanı olmanın ötesine geçmiyor. Bunda ısrar, Kürtlere ve bütün Ortadoğu halklarına düşmanlık etmektir.
Öcalan’ın Çağrısı
Öncelikle şunu ifade edelim, Öcalan’ın çağrısı, PKK’ya dönük bir çağrıdır. Bu anlamıyla konu, örgütün silâh bırakması ve bunu da örgüt kurucusunun iradesiyle yapmasıdır. Dolayısıyla konuyu başka başlıklarla gölgelemek doğru değildir. Elbette konuşulacak, tartışılacak ve çözüm aranacak çok konu olduğu açık. Ama konu, bir öncelikler meselesidir. Bu bağlamda, Öcalan’ın çağrısının, PKK’nın şiddetten vazgeçtiğinin, silâhı bıraktığının ve sivil siyasete döneceğinin ilanı olacağı beklenmektedir. Aslında bu durumu, “Kürt meselesi ile PKK faaliyetlerinin birbirinden ayrıştırılması” olarak değerlendirmiştik. Dolayısıyla bunun dışındaki açıklamaların, mevcut düzeneğin devam etmesi anlamına geleceğini hepimiz biliyoruz.
Böylesi bir çağrıda bulunmanın ve çağrıya olumlu cevap vermenin zor olduğunun farkındayım. Ancak asıl iş, çağrının olumlu karşılanmasından sonra başlayacaktır. Çağrının karşılık bulmasından sonra oluşacak siyasal iklim, demokratikleşme ve tüm vatandaşlar için devletin demokratik dönüşümünü hayata geçirme imkânı sağlayacaktır. Bu noktada doğru olan ise topyekûn bir demokratikleşme adımı atmak, tüm vatandaşların taleplerinin karşılık bulacağı bir demokrasi perspektifini hayata geçirmek. Siyasal normalleşme sağlandığında, silâh/şiddet ve engelleyici gerekçeler aradan çıktığında çözülemeyecek sorunumuz olmadığı açık.
Silâh bırakmanın öncelikli olmasının iki temel gerekçesi var. İlki, “Kürtlerin hakları örgütle pazarlık konusu ediliyor” türü değerlendirmelerin ve algının önüne geçmek. Demokratik perspektife sahip olan herkes iyi bilir ki bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanların hakları kutsaldır, devlet tarafından güvenceye alınmak zorundadır, bu haklar pazarlık konusu değildir ve oylama konusu da yapılamaz. Hiç kimse veya hiçbir örgüt bir kitle adına konuşamaz ve haklarını pazarlık meselesi yapamaz. Bu çerçeveden bakıldığında, bir meseleyi çözerken, yeni bir mesele çıkartmak doğru olmaz. Dolayısıyla Kürtlerin sahibi gibi konuşma tekeli kimseye ait değildir. Bu nedenle haklar konusunda sorumluluk devlette ve TBMM’dedir. İkincisi ise genel kamuoyunda, Kürtler ile PKK’yı aynı kefeye koyan ve Kürtleri örgütle ilişkili göstermeye yönelik toptancı yaklaşımların önüne geçmek.
Silâh Bırakma Örnekleri
Dünya genelinde var olan Soğuk Savaş örgütlerinin büyük kısmı, ilgili devletlerle bir noktada anlaştı ve silâh bıraktı. Bunun temel gerekçesi ise örgütlerin silâh bırakmasının normal ve sağlıklı bir demokratik sürecin işlemesinin ön koşulu olması. Demokratik sürecin işlemesinin en doğal çıktısı ise toplumsal, bireysel taleplerin daha özgür, rahat bir biçimde konuşulabilmesi. İrlanda, İspanya, Kolombiya gibi ülkeler, silâh bırakma ve sivil siyaset yapmaya ilişkin iyi örneklerdir. Özellikle Kolombiya, farklı tarihlerde ve farklı örgütlerle görüşmeler yapmış ve sonuç almış olması açısından dikkate alınabilir. Onlarca terör örgütünün, silâh bırakma ve siyaset yapma denklemi üzerinden siyasete dahil olması kıymetlidir. M-19, FARC, ELN, AUC, EPL, MOEC, CGSB, ERP gibi örgütler Kolombiya’da faaliyet gösteren örgütlerdi. Şu an bu örgütlerin hepsi silâhı bırakmış ve siyaset yapmaktadır.
Kolombiya örneğini anlamak açısından dikkate alınması gereken isim, Gustavo Petro’dur. Aslında Latin Amerika, solcu devrimci liderlerle bilinir. Ancak Kolombiya bölgede farklı bir ülke. Belki de Kolombiya tarihinde ilk kez, 7 Ağustos 2022’de solcu bir lider olan Petro devlet başkanı seçilmişti. 17 yaşında gerilla grubu 19 Nisan Hareketi’ne (M-19) katılan Petro, 17 yıl sonra örgütün silahı bırakıp siyasi partiye dönüşmesiyle siyasete girdi ve belediye meclis üyesi seçildi. Parlamentoda, senatoda görev aldı. Başkent Bogota’nın belediye başkanı seçildi. 2010 ve 2018 devlet başkanlığı seçimlerini kaybetti. 27 Haziran 2022 seçimlerinde ise ikinci turda yüzde 50’nin üzerinde oy alarak devlet başkanı seçildi. Petro’nun başarısının arkasındaki ana faktörün, politik kimliğinden öte, birçok genci ve apolitik insanı oy kullanmaya teşvik etmesi olduğu vurgulanır.
Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Popüler örneklerden birisi de IRA’nın siyasi kanadı olan Sinn Féin’in liderlerinden Gerry Adams. IRA’nın tümen komutanı olduğu iddia edilmesine rağmen kendisi bunu kabul etmemişti. Diğer bir isim ise Türkiye’yi de ziyaret eden Uruguay’ın eski Devlet Başkanı José Mujica. Mujica, Tupamaros (Uruguay Ulusal Kurtuluş Hareketi) içinde faaliyet gösteren bir gerillaydı. Dikkate alınması gereken diğer bir örnek ise Peru Aydınlık Yol (SL) hareketi. 20 yılı aşkın bir süre aktif olan SL, şiddeti/terörü en yoğun kullanan örgütlerden birisiydi. Örgütün şiddet arzusu, 70 bin insanın hayatına mal olmuştu. Cezaevinde olan örgüt lideri Abimael Guzmán’ın çağrısıyla geniş bir kesim silâh bırakmış ve siyasete girmişti. Başka bir yakın örnek ise HTŞ. HTŞ, dönüşerek ve sivilleşerek yeni Suriye’nin kurucu aktörlerinden biri oldu.
Yol: Sivil Siyaset
Silâhlı örgütlerden siyasete geçmeye ilişkin onlarca örnek vermek mümkün. Örgütlerin, kendilerini ikna ettikleri gerekçeleri olsa dahi, Soğuk Savaş merkezleri olan ABD ve SSCB (Rusya) arasındaki çekişmeyle ilişkilerini yok saymaları mümkün değil. Bu merkezler dahi farklı bir formata büründüyseler, değişim kaçınılmaz ve asıl olan siyaseti aktifleştirmek, siyasal mücadele vermektir. Yani çıkış yolu, sivil siyaset. Ülkemizde yaşayan tüm toplumsal kesimlerin kaderi, özgürlüğü, geleceği, hak ve hukuku için mücadelenin yolu siyasettir. Devletin Soğuk Savaş kıskacından kurtulmasının yolu da budur. Bunun için elbirliğiyle tüm toplumsal kesimlerin ortaklaşacağı bir iklimi oluşturmamız şart. Silâhı bırakma, bu iklimin oluşmasının ilk adımı olacak ve gerekli adımların atılmasının yolunu açacaktır. Demokratik işleyişin hayata geçmesi, sivil siyasetin güçlenmesi için önemli olan bu adımı, “şu böyle konuştu, öteki şöyle baktı” türü gerekçelerle baltalamanın doğru olmadığı açıktır. Çünkü silâh bırakmamanın sonucu gayet açık. Soru şu, bugüne kadar bahsettiğimiz sonucun ürettiği maliyet yeterli değil mi?