Roboski: Hatırlanamayan bir şey

Roboski, unutulduğu için değil, unutulabilir sayıldığı için bu kadar ağır bir yüke dönüştü hayatlarımızda. On dört yıl boyunca yalnızca adaletin yokluğu değil, bu yokluğun taşınabilir kabul edilmesi de öğretildi hepimize. Sessizlik zamanla bir eksiklik olmaktan çıkıp bir düzene, bir alışkanlığa dönüştü. Bugün Roboski’yi anmak mümkün, ama Roboski’nin gerektirdiği sorumluluğu üstlenmek hala zor...

Roboski katliamının üzerinden on dört yıl geçti. Bu süre, adaletin tesis edilmesi için fazlasıyla yeterliydi ama hatırlamanın kurumsallaşması için değildi. Bugün Roboski, yalnızca yaşanmış bir katliamın adından fazlası olarak bir toplumun nasıl susmayı öğrendiğinin de adı haline gelmiş durumda. Olan biten unutulmadı belki fakat hatırlanması giderek gereksiz, hatta rahatsız edici bir yük gibi kenara bırakıldı. Herkes de yaşanan bu sessizlik burada bir eksiklik değil, zaman içinde öğrenilmiş ve içselleştirilmiş bir pratik oldu hep. 

Yıllar içinde hep beraber tanık olduk ki Roboski, gündemden düşerek değil, gündemler arasına sıkıştırılarak etkisizleştirildi. Adalet talebi zamana yayıldı, sorumluluk bulanıklaştırıldı, acı ise yönetilebilir bir seviyeye indirildi. Böylece katliam, hukuki olarak değil ama toplumsal olarak zamanaşımına uğratıldı. Hatırlamak, bir yüzleşme çağrısı olmaktan çıkıp kişisel bir hassasiyet alanına hapsedildi. Oysa bazı olaylar vardır ki hatıraya dönüşmeye direnç gösterir çünkü hatıra yükü hafifletir, hafıza ise sorumluluk üretir. Roboski bugün tam da bu yüzden önemini koruyor. Çünkü mesele yalnızca geçmişte ne yaşandığı değil, bugün o yaşananla nasıl bir ilişki kurulduğudur. Bilinir ki bir toplum ancak hatırlamayı ertelediğinde asıl hasarı alır. Roboski’nin on dördüncü yılında sorulması gereken soru, “neden hala adalet yok”tan çok, “neden bu yoklukla yaşamaya bu kadar alıştık” sorusu olmalıdır. 

Katliam sonrası yaşananbu suskunluk, kendiliğinden oluşmadı elbette. Yıllar içinde inşa edildi, öğretildi, devredildi. Roboski’ye dair her yıl yinelenen cümleler, adalet talebini diri tutmaktan çok, onu törpüleyen bir ritüele dönüştü. Anmalar, açıklamalar, kısa süreli tepkiler… Hepsi yerli yerinde ama birbirine temas etmeyen parçalar halinde kaldı. Bu parçalanmışlık, hatırlamayı ortak bir yük olmaktan çıkarıp bireysel bir vicdan meselesine indirgedi. Böylece Roboski, herkesin bildiği ama kimsenin taşımadığı bir bilgiye yığınına dönüştü.

Zamana yayılan bu süreçte, adaletin yokluğu kadar, bu yoklukla kurulan ilişki de belirleyici oldu tabi ki.. Hukuki süreçlerin sonuçsuzluğu, yalnızca yargının işleyişiyle ilgili bir sorun değildir. Asıl mesele, bu sonuçsuzluğun toplum tarafından nasıl içselleştirildiğidir. Failin belirsizliği, sorumluluğun muğlaklığı ve her yıl biraz daha silikleşen bir hafıza… Bunların her biri, adaletsizliği olağanlaştıran bir zemin oluşturdu. Roboski, zamanla “çözülemeyen dosyalar” arasında yerini aldı. Oysa böylesi önemli ve hatta hayati dosyalar kapanmadığı için değil, kapatılmadığı için açıktır. Bu noktada hatırlamak ile hatıra arasındaki fark yeniden belirginleşir. Hatıra, geçmişe ait bir nesnedir. Hatırlamak ise bugüne dair bir eylem. Hatıra insana sığınak sunar, hafıza ise sorumluluk yükler. Roboski’nin bir hatıraya dönüşmesi, bu sorumluluktan kaçmanın en güvenli yollarından biri haline geldi. Böylece katliam, canlı bir adalet talebi olmaktan çıkıp, yıldönümlerine sıkışmış bir anıya indirildi. Oysa Roboski’yi asıl rahatsız edici kılan, geçmişte kalmış olmasından ziyade bugünle kurduğu zorunlu bağın neye karşılık geldiği olmalıdır. 

Toplumsal gövde, bu tür bağlardan kaçınmayı zamanla öğrendi. Acı, siyasal bir talep olmaktan çıkarılıp yönetilebilir bir duyguya dönüştürüldü. Sessizlik burada yalnızca konuşmamak anlamına gelmez, konuşulabilir olanın sınırlarını kabul etmeye karşılık gelir. Roboski hakkında konuşmak serbesttir, ama Roboski üzerinden sorumluluk talep etmek hala rahatsız edicidir. Bu ayrım, sessizliğin en işlevsel halidir.

On dört yıl sonra Roboski’ye bakarken, artık yalnızca neyin yapılmadığını değil, neyin yapılmamasının normalleştiğini de görmek gerekir. Adaletin yokluğu kadar, bu yokluğa alışma biçimleri de konuşulmalıdır. Çünkü alışkanlık haline gelen her sessizlik, bir süre sonra kendini haklı göstermeye başlar.

Roboski, unutulduğu için değil, unutulabilir sayıldığı için bu kadar ağır bir yüke dönüştü hayatlarımızda. On dört yıl boyunca yalnızca adaletin yokluğu değil, bu yokluğun taşınabilir kabul edilmesi de öğretildi hepimize. Sessizlik zamanla bir eksiklik olmaktan çıkıp bir düzene, bir alışkanlığa dönüştü. Bugün Roboski’yi anmak mümkün, ama Roboski’nin gerektirdiği sorumluluğu üstlenmek hala zor.. Çünkü sorumluluk yalnızca devlete yöneltilen bir talep değil, toplumsal gövdenin kendisiyle kurduğu ilişkinin de sınavıdır. Bir toplum adaletsizlikle yaşamayı öğrenebilir, ama bunu öğrendiği anda yalnızca mağdurları değil, kendisini de kaybetmeye başlar. Roboski’nin asıl tehlikesi katliamın cezasız kalması değil, cezasızlığın sıradanlaşmasıdır. Bu yüzden Roboski geçmişte kalmış bir utanç değil, bugün hala süren bir sınavdır. Ve ne yazık ki bu sınavın sonucu mahkeme kararlarından çok, toplumun suskunluğunda yazılmaktadır.

Önceki İçerikBahçeli, Erdoğan’la Hatay’a gitti: “Günümüzün Süleyman’ı Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Sinan’ı Bakan Murat Kurum’dur”