Anma programına Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, milletvekilleri ve bölge baro başkanlarının da katılması bekleniyor.
Roboskili ailelerin yedi yıllık hukuk mücadelesi, Mayıs 2018″de son bulmuştu.
Saldırıda hayatını kaybeden 34 kişinin 281 yakını tarafından yapılan başvuru, iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle Mayıs 2018 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından reddedilmişti.
Bunun üzerine avukatlar, yeni delillerle, yeni bir hukuk süreci başlattılar ve başvuru dosyası şu an Anayasa Mahkemesi’nde (AYM).
Kanun Hükmüne Kararname (KHK) ile kapatılan Roboski Der’in Başkanı Veli Encü, saldırıda kardeşi Serhat ile birlikte 27 akrabasını kaybetmişti. Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Şırnak Milletvekili Ferhat Encü’nün de kardeşi olan Veli Encü, “terör örgütü üyesi” ‘olduğu iddiasıyla tutuklu kaldığı 4 yılın ardından 11 Mayıs’ta tahliye oldu.
BBC Türkçe’ye konuşan Veli Encü, ”Cezaevinden çıktıktan sonra, saldırıda çocuklarını kaybeden birçok ailenin, devletin verdiği tazminatı aldığını öğrenince şok oldum” dedi.
Şubat 2012’de Başbakanlık tarafından kişi başına 123 bin, toplam 4 milyon 180 bin TL tazminat belirlenmişti.
Son seçimlerden önce tazminat almayan çok az aile kaldığını belirten Veli Encü, seçimleri mevcut hükümetin kazanması ile ailelerin hukuki yollarla bir sonuç elde etme ümitlerini kaybettiklerini savundu:
”Benim ailem dışında, diğer bütün aileler tazminat başvurusu yaptılar. Tabi bu onların kararı ama şunu da belirtmek gerek, onlar da çok beklediler, çok mücadele ettiler, özellikle de Anayasa Mahkemesi ve AİHM sürecinde yaşanan ihmalkarlık, Şırnak Barosu’nun ihmalkarlığı, HDP Hukuk Komisyonu’nun ilgisizliği. Yani devlet bize büyük bir acı yaşattı, mağdur etti; yetmedi, Şırnak Barosu ve HDP de bizi mağdur etti”
AYM’nin son zamanlarda verdiği bazı kararları hatırlatan Veli Encü, ”Mahkeme bizim davamızda da lehimize karar verip hukuki süreci etkileyebilirdi, bazen hukuku işletebildiklerine de şahit oluyoruz ama ne yazık ki bir vekaletnameyi göndermeyi başaramadılar, ellerine, yüzlerine bulaştırdılar bu bizi çok üzdü, bu ihmalkarlık bizi bu sonuca getirdi. Bunları dile getirmenin de yeri ve zamanı olduğunu düşünüyorum”
Süreçte siyasi ve askeri sorumluların yargılanıp ceza almalarını beklemediklerini söyleyen Encü, ”Bunun uzun soluklu bir mücadele olduğunun ilk günden farkındaydık” dedi.
Encü kendi mahkumiyetinin de dava ile ilişkili olduğunu savundu:
”Katliamının sorumlularını nasıl koruruz nasıl aklarız diye çaba gösterdiler, bizler adalet talep ettikçe onlar tazminat dediler, bizle yaşadığımız acıyı, mağduriyeti, haksızlığı kamuoyuyla paylaşırken onlar hakkımızda davalar açtılar, cezaevine koydular. Dört yıllık cezaevimin Roboski Katliamı’nın adalet mücadelesinden bağımsız değil, iki defa mağdur edildim. O gerçekleri kamuoyuyla paylaştım diye cezalandırıldığıma inanıyorum.”
Ferhat Encü de, saldırı emrini veren sorumluların dönemin cumhurbaşkanı, başbakanı ve Genelkurmay Başkanı olduğunu iddia etti.
”Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa devlet Kürt halkına karşı suç üstü yakalandı, her şey dünyanın gözü önünde gerçekleştiği için katliamın üstünü de kapatamadılar. O gece MGK toplantısında saldırı kararı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in ortak kararıyla alındı, bu yüzden hukuki yollar sonuç vermiyor”
Ferhat Encü, Cumartesi Anneleri’nden sonra en uzun süreli hak arama mücadelesinin Roboski aileleri tarafından verildiğini de savundu:
”Adalet mücadelesi için hangi kapıya gittiysek yüzümüze kapandı. Son yedi yılda Türkiye’de hukuk ve adalet sisteminin geldiği durum da ortada. Aileler çok mağdur edildi, umutlarını kaybettiler, başka yöntemlere başvurmak zorunda kalanlar oldu. Ama bu baskı ortamı ve mevcut durum, ailelerin çocukları için verdikleri hak ve adalet mücadelesinden geri adım attığı anlamına gelmiyor”
Ferhat Encü, mevcut iktidar değişmediği sürece yeni bir hukuki süreçten umutlu olmadıklarını ama hak ve adalet mücadelelerinin olumlu yönde sonuç vereceğine inanmak istediklerini söylüyor.
‘AYM’nin 2024’te karar vermesini bekliyoruz, hiçbir aile dava başvurusunu çekmedi’
Roboski aileleri adına 2019’da “iki yeni delil” ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuru yaptıklarını söyleyen avukatlardan Batman Baro Başkanı Erkan Şenses, son hukuki süreçle ilgili BBC Türkçe’ye konuştu.
Saldırıdan yaralı kurtulan Servet Encü ile birlikte, çocuklarını kaybeden 35 aile adına başvuru yaptıklarını belirten Şenses, AYM’nin 2024 yılı içinde karar vermesini beklediklerini söyledi.
Şenses, ailelerin, devletten tazminat almasınının, kamu davası konusunu oluşturan bu davadan vazgeçtikleri sonucunu doğurmadığını söyledi ve şimdiye kadar hiçbir ailenin dava başvurusunu çekmediği bilgisini de ekledi.
‘Yeni deliller’ neler?
Yeni hukuki süreçte yapılan başvuruda dosyada gösterilen delillerden biri, eski bakan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın “Roboski’de FETÖ parmağı olabilir” şeklindeki sözleri.
Şenses, ikinci deilin ise gerek takipsizlik kararı veren askeri savcının, gerek takipsizlik kararına itirazı reddeden askeri mahkeme heyetinin iki üyesinin, “FETÖ’nün askeri yargı sorumlusu” oldukları iddiasıyla yargılanmaları olduğunu belirtti.
”Onlardan biri hala firar. İtirazı kabul edelim diyen başkan ise hala görevde” diyen Batman Baro Başkanı Şenses , sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir de hata kurumunu savcılık değil, mahkeme değerlendirmek zorunda, yani pilot hata yapmış mı, onu mahkeme değerlendirsin diye Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduk, başvuru Uludere’ye gönderildi, orası da 2021’de takipsizlik kararı verdi. Bu karar itiraz ettik ama itirazımızı da Şırnak Sulh Ceza Hakimliği reddetti. Bunun üzerine Mart 2021’de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunduk.”
Avukat Erkan Şenses, AYM’nin, Adalet Bakanlığı’ndan bu yıl görüş istediğini, bakanlığın görüşünü bildirdiği ve dosyanın karar aşamasında olduğunu belirtti.
Eğer AYM ihlal kararı verirse, sorumlularının yargılanması için soruşturma yeniden başlayacak. Mahkeme eğer başvuruyu reddederse, dosya AİHM’e gidecek.
Batman Baro Başkanı, eş zamanlı olarak 2019’da Adalet Bakanlığı’na da bir başvuru yaptıklarını bilgisini aktardı.
Adalet Bakanlığının, Yargıtay denetiminden geçmeyen kararlara karşı Yargıtay’a başvurma hakkına sahip olduğunu, yasanın bunu kanun yararına bozma diye adlandırdığını belirten Şenses, bakanlıktan bu yetkisini kullanmasını istediklerini söyledi.
Dört yılın sonunda Mayıs ayında bakan yardımcısı imzası ile bir yanıt aldıklarını kaydeden Erkan Şenses şunları söyledi:
”Yanıtta, bakanlığın kanun yararına bozma yönüne gitmeyeceği belirtiliyor. Bence bu sorunlu bir yazı çünkü biz 2019’da bakanlığa başvurduk ama başvurudan iki yıl önce, 2017’de iktidar ‘tarafsız ve bağımsız değil’ diyerek, askeri yargıyı referandumla kaldırmıştı. Buna rağmen, bakanlık, Yargıtay’a götürmesini istediğimiz askeri yargının verdiği bu kararı, Yargıtay’a götürmeyi kabul etmedi. Eğer bu kabul edilseydi, Anayasa Mahkemesi’ne gerek kalmadan, takipsizlik kararı bozulur, sorumlular hakkında yargı süreci yeniden başlardı.”
28 Aralık 2011’de neler yaşandı?
28 Aralık 2011’de Şırnak’ın Uludere ilçesinde bulunan Roboski (Ortasu) köyünden Irak’a geçen bir grup kaçakçı, PKK’lı zannedilerek, F-16 savaş uçakları tarafından vurulmuş, olayda 19’u çocuk 34 kişi yaşamını yitirmişti.
Askeri savcılık yaptığı soruşturma sonucu hazırladığı rapora göre, insansız hava aracı (İHA) ile yapılan keşif uçuşları sırasında saat 17:20 civarında Haftanin Deresi Vadisi’nde “ısı kaynakları” tespit edildi.
Bundan yaklaşık yarım saat sonra dönemin 23’üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral İlhan Bölük tarafından görüntülerin “terörist olarak değerlendirildiği” ve bunun için topçu atışı yapmak istendiği bilgisi 2’nci Ordu Harekat Başkanlığı’na iletildi.
Değerlendirme sürecinde top atışına onay verildi ancak hareket halinde grubun hem üç koldan ilerlemesi hem de kafilede motorlu araçların bulunması nedeniyle top atışının yeterli olmayabileceği değerlendirmesi yapıldı.
Sınırdaki hareketliliğe dair istihbarat neden tartışma yarattı?
Hava harekatının “uygun olacağına” karar verilmesinin ardından dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı, günümüzün Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Güler onay için konuyu Genelkurmay İkinci Başkanının makamına götürdü.
En sonunda akşam saat 20.00 sularında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, evinden telefonla hava operasyonuna onay verdi.
Sınır hattında bekleyen gruba ilk bomba saat 21:43’te, ikinci bomba da 22:02’de, üçüncü bomba 22:16’da ve son olarak da dördüncü bomba saat 22:24’te atıldı.
Hayatını kaybeden 34 kişiden 27’si Encü ailesine mensuptu.
Genelkurmay Başkanlığı’ndan olayın ertesi günü yapılan ilk açıklamada da Irak’tan Türkiye’ye doğru “bir grubun hareket halinde olduğu İnsansız Hava Aracı görüntüleri ile” tespit edildiği belirtildi. Açıklamada, bu bölgenin PKK’lılar tarafından geçiş için sıkça kullanılan bir alan olduğu vurgulandı.
Ancak bu istihbaratın hangi İHA’lardan geldiği konusu ise uzun süren tartışmalara neden oldu.
Amerikan Wall Street Journal gazetesi, Mayıs 2012’de yayımladığı bir haberinde, söz konusu istihbaratın ABD yapımı insansız hava araçlarından (İHA) geldiğini öne sürdü.
Gazetenin ABD Savunma Bakanlığı yetkililerine dayandırdığı haberinde, istihbaratın Türkiye ile ABD arasında 2007 yılında PKK’ya karşı kurulan istihbarat paylaşımı anlaşması çerçevesinde oluşturulan mekanizma kapsamında verildiği ancak hava operasyonu kararının tamamen Türk askeri yetkililere ait olduğu belirtildi.
WSJ’ye konuşan görgü tanığı Servet Encü de bombardımandan kısa bir süre önce İsrail yapımı Heron aracının sesini duyduklarını söyledi.
Ancak askeri savcılık tarafından Ocak 2014’te tamamlanan soruşturma kapsamında hazırlanan raporda, istihbaratın “Gözcü İHA’lar” tarafından alındığı belirtildi.
Gözcü, 2007’de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) envanterine girmiş ve bu yıldan itibaren operasyonel olarak kullanılmaya başlanmıştı.
O dönem yayın hayatını sürdüren Taraf gazetesi, olaydan birkaç gün sonra yayımladığı haberinde bombardımana neden olan bilginin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından verildiğini öne sürdü. Ancak MİT, konuyla ilgili yazılı bir açıklama yaparak bu iddiaları reddetti.
Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da, olaydan iki gün sonra yaptığı açıklamada da İHA’ların istihbarat örgütlerinin 10 gün kadar önce verdiği bilgi üzerine bölgede uçuş yaptığını söyledi.
Hukuki süreçte neler yaşandı?
Erdoğan, o dönem yaptığı açıklamada, kaçakçılıkların en fazla 10 kişilik gruplarla yapıldığını ve 40 kişilik bir grubun tespit edilmesinin “daha önce Gediktepe ve Hantepe baskınlarında silahların katırlarla taşınmasını” hatırlattığını söyledi ve ekledi:
“O zaman da niye bunlara müdahale edilmemişti denmişti. Bunların hepsi birer ibretti. Bu sefer de güvenlik güçlerimizin böyle bir yanlışa düşmemesi isteniyordu ama Uludere’deki köylülerden 35 vatandaşımız ebediyete intikal etti. Üzüntümüz büyük. Gerekli idari ve adli incelemeler yapılıyor. Adli tıp yetkilileri gerekli incelemeleri yaptılar.”
Dönemin Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da 2 Ocak 2012’deki Bakanlar Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada, olayda kasıt olmadığını söyledi.
Arınç, olayla ilgili “resmi özür dilenmesini beklemenin yanlış olacağını” ancak hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat ödeneceğini ifade etti.
Şubat 2012’de ise Başbakanlık tarafından kişi başına 123 bin, toplamda da 4 milyon 180 bin TL tazminat ödendi. Ancak aileler bu tazminatı kabul etmedi.
Olayla ilgili ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) bir araştırma komisyonu kuruldu.
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesindeki Uludere Alt Komisyonu, yaklaşık 15 ay süren çalışmalarını Mart 2013’te tamamladı.
Komisyonun hazırladığı 84 sayfalık raporda, sadece İHA görüntülerine dayanarak kimlik tespiti yapmanın mümkün olmadığı ifade edildi.
Komisyon raporunda, “Olayın kasten yapıldığına yönelik herhangi bir delil elde edilememiştir” sonucuna vardı.
Ayrıca İçişleri Bakanlığı müfettişleri de konuyla ilgili inceleme yaparak, bir rapor hazırladı.
Konuyla ilgili soruşturma başlatan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da Haziran 2013’te “görevsizlik kararı” vererek, dosyayı askeri savcılığa sevk etti.
Askeri savcılık da Ocak 2014’te şüpheli olarak adı geçen 5 askerin “kanunun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdikleri, görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren bir sebep bulunmadığı” belirtildi ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi.
Olayda hayatını kaybedenlerin yakınları ise yürütülen soruşturmalardan çıkan sonuçlardan dolayı memnun olmadıklarını belirtiyor.
Soruşturmaların sonuçsuz kalması üzerine mağdur yakınları Temmuz 2014’te AYM’ye bireysel başvuruda bulundu.
AYM ise Şubat 2016’da başvuruda bulunan 53 avukattan üçünün vekaletnamesinin dosyada yer almadığı gerekçesiyle reddetti ve eksik evrakların belirtilen 15 günlük süreden iki gün gecikmeli olarak teslim edildiği için davayı kabul etmedi.
Bunun üzerine hayatını kaybeden 34 kişinin 281 yakını AİHM’e başvurmuş ancak başvuru iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle Mayıs 2018’de reddedşilmişti. (BBC)