Ana SayfaHaberler"Şeker, bayram ve isim değiştirme merakımız"

“Şeker, bayram ve isim değiştirme merakımız”

Muhsin Kızılkaya’nın Habertürk’te yayınlanan “Şeker, bayram ve isim değiştirme merakımız” başlıklı yazısı.

Bir zamanlar ne Osmanlı ne de Cumhuriyet memurlarının ayak bastığı, dolayısıyla “resmi”hiçbir uygulamanın etkisinde kalmayan, tamamen “sivil”, Cizre’deki “Medresa Sor” (Kızıl Medrese) veya civardaki Kürt medreselerinde yetişen din alimlerinin sakinlerine “rehberlik” ettiği, dolayısıyla hayatın hiçbir dış etkiye maruz kalmadan en saf haliyle sürdüğü doğduğum köyde ve civar mıntıkada, bundan elli sene önce ve hatta ondan da elli yüz sene önce, aslında İslamiyet’i kabul ettikleri günden o güne iki dini bayramdan birisinin adı “Eyda Remezanê” (Ramazan Bayramı), diğerinin adı da “Eyda Heciyan” (Hacılar Bayramı)’ydı.

Şeker kıttı, çay bile kıtlama içilirdi. Kelle şekeri ki ancak keserle kesilirdi Musul’dan gelirdi. Sertti, kolay erimezdi, çaya konmaz, çaya katık edilirdi. Rengarenk şekerlemenin adı ise “şeklame” veya “xemîrok”tu, tek tüktü, annelerimizin sandıklarında saklanırdı, istisnai zamanlarda çocuklara verilirdi.

Ramazan Bayramı’nın tek tatlısı, “kade” denilen bir tür çörekti. (“Kade” geleneği -ki şehir merkezindekiler ona “totik” der- hâlâ sürüyor. Yumurtalı hamurun içine, tereyağı, ceviz içi ve şekerden oluşan karışım hamurun içine sürülür, tandırda pişer, muhteşemdir.)

“Hacılar Bayramı”nın bir diğer adının “Kurban Bayramı” olduğunu şehre geldikten sonra öğrendim. Bizim oralarda yaygın mezhep Şafiiliktir. Şafii mezhebine göre kurban farz değil, sünnettir. Sünneti yerine getirmek isteyen varlıklı aileler, bayram namazı ile sonraki üçüncü günün akşamı arasında keserler kurbanları. Hanefilerde durum biraz farklı.

Dolayısıyla bu bayram “kurban” değil “hacılar” bayramıydı. Mekke’ye gitmiş olan hacı adayları o üç gün içinde bir yığın vazife yerine getirir; Araf’a varır, Mina’da şeytan taşlar, kurban keser, Kabe’yi tavaf eder, Safâ ve Merve tepelerinde, Mekke’deki farklı kutsal mekanlarda ibadet eder, “hacı” olurlar. Kurban kesme bunların arasında yer alan bir ibadettir, asıl olan Kabe’yi tavaf olduğundan o gün, o vazifeyi yerine getirmiş olanlar hacı olur, bayram ederler. Bizim oralarda ve başka yerlerde “Hacılar Bayramı” denmesinin sebebi bu olsa gerek.

*

Eskilerden Reşat Ekrem Koçu’dan Ahmet Rasim’e, günümüz muharrirlerinden Gökhan Akçura’dan Murat Bardakçı’ya kadar, kültür tarihi, şehir gelenekleri, dini törenler konusunda kalem oynatanlar, 1930’lu yıllara kadar bu memlekette iki dini bayramın kutlandığını, birisinin adının “Iydi Saidi Fıtr” ötekinin de “Iydi Saidi Edha” olduğunu yazarlar. Birincisi, “mutlu, uğurlu mübarek oruç bozma bayramı”, öteki de “mutlu, uğurlu, mübarek Kurban Bayramı”dır. Halk arasında Ramazan Bayramı’nın adı da “Şükür Bayramı”dır.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Yasa” kabul edildi. Bu kanunda ve on sene sonra 27 Mayıs 1935’te kabul edilen 2793 Sayılı Yasa’da da bu bayramların isimleri değiştirildi, halk arasında “Ramazan veya Şükür Bayramı” olarak bilinen “Iydi Saidi Fıtr”ın adı bu kanunla “Şeker Bayramı” yapıldı.

*

Ben 1971 yılında mektep okumak üzere şehre geldim, ilk defa okul Ramazan’ın bitiminde birkaç gün tatil edildi, okul “Şeker Bayramı” yüzünden tatil edilmişti, bu ismi ilk defa o mektepte duydum.

1935 yılından 1980 yılına kadar “Ramazan veya Şükür Bayramı”nın resmi adı “Şeker Bayramı” olarak kaldı. O sene askerler darbe yaptı. Duran bir saatin de günde iki defa doğruyu gösterme ilkesinden hareket etmiş olacaklar ki, darbeciler yaptıkları bir sürü değişikliğin içine “Şeker Bayramı”nın adını da kattılar. 17 Mart 1981 tarih, 2429 sayılı bir kanun değişikliğiyle 1935 tarihli kanunda geçen “Şeker Bayramı”nı “Ramazan Bayramı” olarak değiştirdiler. Yaptıkları bir diğer doğru iş de aynı sayılı kanun değişikliğiyle de “27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramını” bayram olmaktan çıkardılar.

Öyle ya hem darbe yapacaksın hem Başbakan asacaksın hem de “ne güzel ettik de Başbakan astık” diyerek millete uzun bir süre “bayram” sevinci yaşatmaya kalkışacaksın!

Olacak şey mi?

*

Peki, çok eskilerin “Şükür Bayramı” dedikleri bayram nasıl olmuştu da “Şeker Bayramı” olmuştu. 1930’lu yılların koşullarını düşündüğümüzde “şeker” kelimesi “şükürden” daha “muteber” bir kelimedir. Üstelik kelimenin Osmanlıca yazılışı da dönemin muktedirlerinin imdadına yetişince bu değişikliğin yolu da kolayca açılmış oldu.

Üstadımız Murat Bardakçı’nın her sene bu hikâyeyi anlata anlata dilinde tüy bitti. Bu bayramda da yazacak mı bilmiyorum, olur da yazmazsa daha önce serdettiği malumattan faydalanarak bir kez de ben anlatayım dedim.

Bardakçı’nın memleketin evrak-ı metrukesi arasında yaptığı araştırmalara göre, eski asırlarda, bugün olduğu gibi mübarek Ramazan ayı bittiğinde, oruç tutma vazifesini yerine getirenler, oruç tutma vazifesini yapmış olmanın memnuniyetiyle, “Allah’a şükür olsun, oruç ve diğer ibadetlerimizi yerine getirdik ve mübarek bir Ramazan ayını daha hayırlısı ile idrak ettik” derlerdi. Herkesin diline pelesenk olan bu ifadede geçen “şükür” kelimesi, zamanla “şekere” dönüştü ve kırk yıllık “Şükür Bayramı” oldu sana “Şeker Bayramı”!

Peki kelime neden değişmişti. Eski dile vakıf olan Bardakçı’nın verdiği bilgiye göre buna sebep bir okuma hatasıydı. “Şükür” ve “şeker” kelimeleri eski dilde aynı şekilde, “şın-kef-rı” diye yazılar Bardakçı’ya göre. Bir metinde bu iki kelime geçiyorsa, hangisinin hangisi olduğu metin içinde sözün gelişinden anlaşılır ve kelime nasıl geliyorsa öyle okunur.

Sıradan Müslüman halkın İslamiyet’in kabulünden beri “Şükür Bayramı” dediği, resmi dilde “ıyd-i fıtr” diye geçen bayramın “Şeker Bayramı” haline gelmesi, işte bu okuma hatasının sonucudur. Asırlar boyunca, doğru bir biçimde yani “şükür” olarak okunan kelime, daha sonra bir okuma hatası neticesinde “şeker” halini alınca; 1930’lu yıllarda dini toplumsal alanın dışına çıkarmak isteyen yeni “genesis” arayıcılarına da arayıp bulamayacakları bir fırsat vermiş oldu, onlar da hemen bir kanunla “şükür”ü “şeker” yapıverdiler.

*

Bugün bayram… Hangi evi ziyaret ederseniz edin, şık bir gümüş tepsinin içinde, bir kolonya şişesinin eşlik ettiği, şık kristal kaplarda şeker ve lokum uzatılacak size. Hadi bugün “şeker bayramı” olsun bazılarının dediği gibi, bu yüzden şeker sunuluyor size ama 2 ay 10 gün sonra Kurban Bayramı’nı kutlayacağız bu kez de. O gün de hangi evi ziyaret ederseniz edin aynı tepsi gelecek önünüze; o gün Kurban Bayramı diye şık kristal şeker kaplarında rengarenk şekerleler yerine kırmızı kırmızı küp küp kurban etlerinden parçalar yer almayacak.

Demek ki dini bir bayrama isim verenler, o gün misafirlere sunulan şeylere bakarak isim vermemişler onlara.

*

Dünyada tek çocuk bayramı bizde; dünyada tek “şeker bayramı” da İsveç’tedir. Ama onların “Şeker Bayramı” yılda bir kez değil, her hafta Cumartesi günüdür. Kendi dillerindeki adı “lördagsgodis”tir; “lördag Cumartesi, “godis” de şeker demektir. Direkt çevirisi “Cumartesi şekeri”dir ki murat edilen anlamı vermez bu çeviri, Türkçedeki en doğru karşılığı “Ne şeker gün şu Cumartesi!” demek. Zira o gün, çocukların şeker yeme günüdür.

Bu yüzden bu memlekette çocuklar cumartesi günlerini iple çekerler. O gün bütün çocuklara (çocukları bahane ederek büyüklere de) her türlü şeker serbesttir. O gün şekerci dükkanlarının önünde kuyruklar oluşur, herkes kesekağıdı dolusu şeker alır, evlerinin yolunu tutar. Anneler babalar çocuklarına o gün ne kadar şeker yiyebilirseniz yiyin derler ama haftanın öbür günleri hiç şeker istememek şartıyla.

Çocuklar da bunu bilir, o gün yiyebildikleri kadar yer, bir sonraki cumartesi gününü bir derviş sabrıyla beklerler.

Bu memlekette şekerci dükkanlarında sert, yumuşak şekerlemeler, çikolatalar, sakızlı şekerler, tatlı, ekşi ve özellikle tuzlu, meyan köklü olmak üzere yüz yirmi çeşit şeker bulur. Siyah meyan köklü şeker o kadar meşhurdur ki, kendi adına festivali bile var.

Peki neden cumartesi günü İsveç’te “Şeker Bayramı”dır. Her şeyden önce cumartesi günü tarihlerinde “arınma günü” olduğu için; ataları Vikingler o gün banyo yapar, kıyafetlerini değiştirir, arınırlarmış… Yüzyılın ilk yarısında kişi başına on beş kilo şeker tüketimiyle dünyanın en fazla şeker yiyen milleti bir süre sonra çürük diş illetiyle karşılaşmışlar. Şeker yemekle, çürük diş arasındaki ilişkiyi kanıtlamak için bir deney yapmaya karar vermişler.

Akıllarına Lund şehrindeki Vipeholm Akıl Hastanesindeki deliler gelmiş. Tarihe “Vipeholm Deneyi” olarak geçen deneyi yapmışlar. 1945 ile 1950 arasında tam beş yıl boyunca hastanedeki akıl hastalarına dayamışlar şekeri, verdikçe vermişler, bir süre sonra hepsinde diş çürümeleri tespit etmişler. Evet, şeker dişlere düşmandır, başka şeylere de… O halde onu sınırlandırmak gerekir!

Devlet yurttaşlarına bir çağrı yapmış, şeker tüketimini bir günle sınırlamalarını istemiş onlardan.

Onların da akılına “arınma, temizlenme günü” olan cumartesi gelmiş, “lördagsgodis” geleneği böyle başlamış.

Orada cumartesi günü “Şeker Bayramı” olmasın da ne olsun!

Bizde, kanunla “Ramazan Bayramı”nın adını “Şeker Bayramı” olarak değiştirdiklerinde memleketimizde şeker mumla aranıyordu, neredeyse elmas kadar değerliydi.

Şeker yoktu ki bayramı olsun!

*

Bugün bayram, çok şükür, bir bayram günü daha kavuştuk sevdiklerimize.

Türk edebiyatının en kederli, en dokunaklı şiirlerinin hüzünlü yazarı Cahit Sıtkı Tarancı’nın hissiyatı, yaşadıkça, her bayramda her birimizin kalp atışlarına eşlik edecek:

“Korkarım felekte bir gün

Bir bayram yemeğinde.

Annem, babam gibi kardeşlerim de,

En güzel dalgınlığında ömrün.

Beni gurbette sanıp

Keşke gelseydi bu bayram

Diyecekler.

Ve birdenbire yürekler,

Aynı acıyla yanıp

Hepsinin gözleri yaşaracak;

Öldüğümü hatırlayarak.”

- Advertisment -