DW Türkçe: Erdoğan, Biden yönetimi ile ilişkilerinde “yeni bir sayfa açma” niyetini, beklentisini ilan etti. Siz ise raporunuzda, ilişkilerde yeni bir başlangıç yapılmasına ihtimal vermediğinize dikkat çekiyorsunuz. Hatta ilişkilerde herhangi bir iyileşme için her şeyden önce Ankara ve Washington yönetiminin tekrar benzer dünya görüşlerini paylaşacakları bir anın gelmesi, bunun beklenmesi gerektiğini belirtiliyorsunuz. Bununla aslında Erdoğan iktidarı sonrasını mı kastediyorsunuz?
Nicholas Danforth: Erdoğan, çok açık bir şekilde birçok kez Batı’dan ve ABD’den bir “tehdit” olarak söz etti. Batı’nın kendilerine hasım olduğuna adeta ikna olmuş olan çevresindeki kişiler de yine açıkça ABD’yi 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olmakla suçladı. Şayet bütün bu beyanatlar, ithamlar sadece kötü birer şakadan ibaret ise o zaman durum farklı tabii… Eğer gerçekten bu sözlerinde ciddi ise, ki ben kendisini ciddiye alıyorum, işte o zaman Erdoğan’ın ABD yönetimi ile sağlıklı bir işbirliği zemini oluşturabilmesi gerçekten güç. İleride, Erdoğan sonrası Türkiye’nin, Batı ile ilişkilerini yeniden tamir edip etmeyeceğine ise demokratik yollardan seçilecek bir sonraki hükümet karar verecek. O zamana kadar Washington için asıl zor olacak olan, bir yandan baskı politikalarını uygularken, bu ilişkinin ileride yeniden restore edilmesini imkansız kılacak kadar kadar kötü, hasmane bir noktaya gelmesini önlemek olacak.
“Türkiye’nin değişen dış politikaları Washington’ı tahdit politikalarına yöneltiyor”
Raporunuzda, Biden’ın başkanlığı sırasında, ABD’nin Türkiye yönelik politikalarında “işbirliğinden tahdit politikalarına kademeli şekilde bir kayışın devam edeceğine” dikkat çekiyorsunuz. Tahdit politikası, Soğuk Savaş Dönemi’nde, ABD’nin hasım olarak algıladığı Sovyetler Birliği’ni, çevreleyerek izole etmek amacıyla uyguladığı stratejiye verilen isimdi… ABD, Türkiye’ye karşı benzer bir stratejiyi mi devreye soktu?
Öncelikle şunu ifade etmeliyim. Türkiye medyasında bazı kişiler, raporum ile ABD’nin Türkiye’ye yönelik tahdit politikaları uygulaması gerektiğini savunduğum yorumlarını yaptılar. Raporumda hiç bir şekilde bu noktaya gelinmesini olumlu bir gelişme olarak nitelendirmedim. Raporumda Erdoğan’ın 2016 yılından itibaren yeni bir güvenlik doktrini uyguladığını, askeri güç kullanımına dayanan, ideolojik temelli bu politikalar değişmedikçe de ABD ile Türkiye arasında anlamlı işbirliği olamayacağını belirtiyorum. Ne yazık ki şu bir gerçek: Türk hükümetinin değişen dış politikası, izlediği politikaların hem ABD’de hem Türkiye’nin komşu ülkelerinde yol açtığı endişeler, yaşanan gerilimler, Washington’un artan oranda tahdit politikalarına yönelmesine yol açıyor.
“Türkiye’ye yönelik, bu tür politikaların uygulanılmasına yönelinmesi üzücü”
Peki sizce ABD’nin atabileceği adımlar neler olabilir ? Tahdit amaçlı söz ettiğiniz tedbirler ne boyutta uygulanır?
Tahdit politikalarına yönelim, Washington’un Soğuk Savaş Dönemi’nde Sovyetler Birliği’ne uyguladığına benzer dört başı mamur, kapsamlı politikalar uygulayacağı anlamına gelmiyor. Ama ABD’de, AB’de, Ortadoğu’da, Doğu Akdeniz’de eylemleri provokatif ve agresif olarak nitelendirilen Türkiye artan bir şekilde bir sorun, bir tehdit olarak algılanıyor. Erdoğan’ın irredantizmi çağrıştıran söylemleri, Lozan Antlaşması’nı sorgulaması, hükümete yakın Türk gazetelerinde Yunan adalarını işgal etmenin ne kadar kolay olabileceğini ilişkin makaleler… Bütün bunlar, Ankara’nın tavrına karşı daha sert önlemler alınması, Türkiye’nin tahdit edilmesi gerektiği algısını yaygınlaştırarak güçlendiriyor. Türkiye’ye yönelik, bu tür politikaların uygulanılmasına yönelinmesi gayet tabii ki üzücü. Ama Türkiye’nin mevcut politikalarında ısrar etmesi halinde, tahdit tedbirleriyle de yanıt verilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Raporunuzda, Türk hükümetinin ABD’yi bir müttefikten çok tehdit olarak algıladığına, Washington’da da Türkiye’ye ilişkin benzer bir algı oluşmaya başladığına dikkat çekiyorsunuz. ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Türkiye’yi “sözde müttefik” olarak tanımlamış olması bilinçli bir çıkış mıydı size göre ?
Blinkin’in Türkiye’yi müttefik olarak nitelendirememiş olması, “sözde” şerhini düşmek zorunda hissetmiş olması aslında çok şey ifade ediyor…
“İncirlik üssüne alternatifler üzerinde çalışılıyor”
Makalenizde ABD’li karar alıcılara, Türkiye’ye stratejik bağımlılığın azaltılmasını, ABD’nın dış politika hedeflerine de Türkiye’siz ulaşmanın yollarının bulunmasını öneriyorsunuz. Ancak Türk Hükümeti’ne yakın analistler İncirlik ve Kürecik üslerinin ABD için büyük önem taşıdığını, Washington’un Türkiye’den vazgeçemeyeceğini belirtiyor…
Erdoğan Hükümeti ile ilişkilerin son yıllarda kötüleşmesi nedeniyle ABD, Türkiye’deki İncirlik üssüne alternatifler üzerinde yavaştan çalışmalar yürütmeye başladı zaten. Washington gayet tabii ki ilişkilerde Ankara’nın bu üsleri kapatmasına yol açacak bir çöküşün yaşanmasını tercih etmez. Ama pek çok kez bu konuda tehdit edildiği için Washington bu olasılığa hazırlık yaptı.
ABD’nin Yunanistan ve Kıbrıs ile güvenlik ve askeri alanda artan stratejik işbirliği, örneğin son olarak Yunanistan’da Türkiye sınırına yaklaşık 40 km uzaktaki Dedeağaç’taki yeni ABD üssü, aslında Pentagon’un Türkiye’yi ikame etme hazırlıklarını mı yansıtıyor?
Türkiye’deki askeri tesislere erişim konusunda artan güvensizlik ABD’nin alternatiflere yönelmesini beraberinde getirdi. Bunun nedeni Ankara’nın değişen tavrı. Yunan hükümeti de Washington’a alternatif sunmakta çok istekliydi. Bunun sonucunda da ABD’nin Yunanistan’da yeni üsler, deniz üssü gibi girişimlerine tanık oluyoruz. Tabii ki Washington bir tercih yapmak istemiyor, İncirlik’i kaybetmek istemiyor ama aynı zamanda bu olasılığı dikkate alarak hazırlık yapmak zorunda kaldı.
“S-400’ler, Washington’da Türkiye’ye olan güveni yerle bir etti”
Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın S-400’ler konusundaki son açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? NATO üyesi Yunanistan’ın Girit’te tuttuğu ama kullanmadığı Rus yapımı S-300’lere atıfla, “Girit Modeli” önerisinde bulundu. Uluslararası bazı basın organlarında bu Ankara’nın uzlaşmak için geri adım atmaya hazır olduğu şeklinde yorumlandı. Bu açıklamalar Washington’da olumlu yankı buluyor mu?
DW’deki söyleşinin tamamı için: