Serbestiyet: Ekonomi yönetimindeki son değişikliklerden sonra başlayan “ekonomide rasyonaliteye mi dönülüyor” tartışması sürerken, iki gündür yaşanan bazı gelişmeler, ‘revizyon’un çapının daha büyük olabileceğine dair yeni bir beklenti yarattı. Bunlardan özellikle hukuk ve Kürt sorunu başlıkları öne çıkıyor. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın bütçe görüşmeleri sırasında sarfettiği sözler özellikle dikkat çekti: “2013-2014 çözüm sürecine karşı çıkanlar var. Buna ne gerek vardı gibi. Çözüm süreci gerçekten çok önemli olmuştur. Devlet bütün şefkatini sabrını göstermiştir. Terör bitirin oturalım bu işi çözelim demiştir…” Bu ifadeye özel bir önem atfetmeli miyiz? Önümüzdeki dönemde Kürt sorunuyla ilgili olarak son dört-beş yılda duyduklarımızdan farklı şeyler duyabilir miyiz?
Vahap Coşkun: Gerçi Akar, belirttiğiniz cümlelerin ardından “Son terörist ortadan kalkıncaya kadar” minvalinde cümleler de kurdu. Lâkin bana göre de asıl önemli olan ilk cümleler; klasik söyleme, sanki çözüm süreci savunusuna karşı gelecek itirazlara karşı bir denge sağlamak için müracaat etmiş gibi.
Akar’ın bu açıklaması iki açıdan mühim: Birincisi, sürecin bitmesinden ya da rafa kalkmasından bu yana, iktidar kanadında bizatihi sürecin içinde rol alan aktörlerden hiçbiri ağızlarını açıp tek bir kelime etmemişken, Akar’ın sürecin müspet yönlerine vurgu yapması dikkat çekici. İkincisi, iktidarın halihazırda yürümekte olduğu yolun tamamen aksi istikametini gösteren “çözüm siyaseti”nin bir yanlış, bir hatâ olmadığının belirtilmesinin sembolik anlamı da kayda geçirilmelidir.
Lâkin Akar’ın bu ifadelerinden hareketle, iktidarın keskin bir çizgi değişikliğine gideceği sonucunu çıkarmak için acele etmemek lazım. Zannımca, iktidarın Kürt meselesinde son beş yıldır izlediği hattan ayrılıp ayrılmaması, Suriye’deki gelişmelerle yakından bağlantılı. Zira süreci bitiren ve demokratik mekanizmaları rafa kaldıran en önemli dinamik, tarafların Suriye’de anlaşmazlığa düşmeleriydi. Türkiye, PKK’nin Suriye’de askeri ve siyasi olarak güç kazanmasını bir beka sorunu olarak kodladı. PKK de, Suriye’de elde ettiği sınırlı ama fiili iktidarı, Türkiye’deki muhayyel bir barışa yeğledi. İpleri koparan buydu.
Bu itibarla, yeniden 2014 öncesine dönülebilmesi için tarafların öncelikle Suriye’de asgari bir mutabakatı inşa etmeleri gerekiyor. ABD seçimleri ve Biden’ın göreve gelmesi, burada olumlu bir işlev görebilir. Çünkü ABD, Suriye’de Türkiye ile SDG’nin hemfikir olabilecekleri bir temel kurmaya gayret ediyor. Türkiye’nin güvenlik hassasiyetlerinin gözetilmesi, Suriye’de Kürt gruplar arasında bir birlik oluşturma çabalarına hız verilmesi, SDG’nin Türkiye’nin kabul edebileceği bir çerçeveye oturtulmaya çalışılması, bu meyanda değerlendirilmesi gereken gelişmeler. Gerek Suriye’de askeri olarak yapılabileceklerin büyük oranda sınırına varılması ve gerekse Biden yönetiminin anlaşma yönündeki teşvik ve tazyiki, taraflar arasındaki gerginliğin düşmesini ve yeni bir sayfanın açılmasını sağlayabilir.
İç politika açısından üzerinde durulması gereken bir husus da Kürt seçmenlerin durumu. AK Parti’nin son dönemdeki aşırı milliyetçi ve otoriter dili, daha önce AK Parti’nin en sağlam dayanaklarından biri olan muhafazakâr Kürt seçmenlerde derin bir hayal kırıklığı yarattı. AK Parti ile bu seçmenler arasında bir mesafe oluştu. Mevcut dil ve siyasetle bu mesafenin daha da açılacağı da kesin. Gelecek Partisi ve DEVA Partisi gibi bu seçmenlere seslenen yeni partilerin varlığı da dikkate alındığında, AK Parti’nin Kürt seçmeninin bir bölümünü kaybetmesi tehlikesinin eskisine nazaran çok daha fazla olduğu anlaşılır. Kürt seçmeni kaybetmek ise, yerel seçimlerde olduğu gibi, AK Parti’nin iktidarına mal olabilir.
Dolayısıyla gerek iç gerek dış koşullar, AK Parti’nin Kürt siyasetinde bir değişikliğe gitmesini zorunlu kılıyor. Ancak Akar’ın açıklamalarını bunun bir işareti olarak değerlendirmek için erken; iktidarın zihniyetini mi değiştireceğini, yoksa söylem ve aktör düzeyinde küçük rötuşlarla mı yetineceğini görmek için biraz daha zamana ihtiyaç var.