Dünyanın en gergin bekleyişiydi. O babanın yüzünde gördüm bunu. “Bir mucize olur inşallah” diyordu o esnada oradaki varlığından haberdar olmadığı kameraya. O da madenciymiş ve emekli olmuş. Şimdi de grizu patlamasının ardından bir mucize olmasını, oğlunun sağ salim yeryüzüne çıkmasını, oğluna kavuşmayı bekliyor.
Çocukluğumdan beri bu şahit olduğum, haberini üzülerek izlediğim kaçıncı grizu patlaması bilmiyorum. Umudun sessizliğe, sessizliğin çaresizliğe, çaresizliğin yılgın bir öfkeye dönüştüğü kaçıncı patlama bu, bilmiyorum.
Nesillere sari bir çaresizlik biçimi bu. Her sabah yerin altına “belki ışığı son kez görüyorum” duygusuyla inmenin çaresizliği. Ekmek parasının derdine düşmüş olmanın çaresizliği. “Kabul edilebilir zayiat” kabul edildiğini bilmenin çaresizliği.
“Kader” diyecek bazıları. Soracağım ben de. Kader ama söyleyin bakalım bana, mutlak kader mi? Tedbirle, tertibatla, elbette duayla, elbette niyazla önüne geçilebilir miydi bu kaderin? Tam otomasyon mümkün değil mi mesela madenlerde? Mümkünse niçin mümkün hale getiremiyoruz bunu? İstihdam zorunluluğu yüzünden mi, ucuz maliyetten mi, kârlılık hırsından mı?
Gerçekten mi hiçbir yolu yok şu grizu denilen patlama biçiminde insanımızı kaybetmemenin? İhmal varsa önüne geçmenin, sıfır ihmal varsa bile olası bir patlamada insan kaybetmemizin önüne geçebilecek hiçbir şey mi yok? Gerçekten mi yok? Cidden mi yok?
Kusuruma bakmayın. “Yok”u bir cevap olarak kabul edemiyor kalbim. Çünkü oğlunu bekleyen babanın, babasını bekleyen oğlun iki keder çukuruna dönüşmüş gözlerini görüyorum.
Bir kez daha “kader” diyecekseniz bilin ki kader o demek değil. Çünkü kaderin âşık olduğu tek bir şey varsa o da gayrettir.
Lütfen bu, bir grizu patlaması neticesi insan kaybettiğimiz son olay olsun. Olabilir, bunu yapabiliriz. Daha 3 yıl önce Almanya, Halle’de, yerin 700 metre altındaki 35 maden işçisini sadece bir “ağır yaralı” ile kurtarabildiyse biz de bunu yapabiliriz. Dünyada bu, birileri tarafından yapılabiliyorsa biz de yapabiliriz bunu.
Yapabileceğimiz her şeyi yaptığımızdan emin olamıyoruz ya bir türlü. Üzgünlüğümüz ve yılgın öfkemiz en çok ondan. Yapabileceğimiz her şeyi yaptığımızdan emin olabilsek üzgünlüğümüz de azalacak, yılgın öfkemiz de dinecek.
Kusuruma bakmayın. Kısa, dağınık, üzgün ve öfkeli bir yazı oldu bu. Bugün günlerden pazar halbuki. Her zamanki parlak, süslü, belirgin hikayelerimden biriyle çıkamadım karşınıza. Çünkü öyle üzüldüm, öyle üzüldüm ki… O babanın iki keder çukuruna dönüşmüş gözlerinde, babasını bekleyen o evladın telaşlı voltasında kaldı aklım, vicdanım ve kalbim.
Kusuruma bakmayın. Bugün de böyle olsun. Kaybettiğimiz emekçilerimize binlerle Yasin, milyonlarla Fatiha, milyarlarla rahmet olsun. Üzgünüm, çok üzgünüm.