25 imzalı çağrı metni şöyle:
“Adalet kâinatın ruhudur ve bir insan topluluğunun toplum olabilmesi ancak bu ruha saygı göstermesi ile mümkündür. Ortak doğru ve iyiye ulaşmak için hakikatten, haktan ve adaletten ayrılmamak gerekir. Ancak, maalesef kör bir kutuplaşmada debelendiğimiz son yıllarda adalet anlayışımız da yerle yeksan oldu. Akıl ve vicdan pusulası yerine önyargılarımıza ve vehimlerimize teslim olduk, yolumuzu kaybettik.
Hepimize zarar veren önyargılarla tartışılan çok önemli iki konu da Gezi Olayları ve Gezi Davası’dır.
Gezi Olayları, 2013 yılında aynı zamanda bir deprem toplanma alanı olan Taksim Gezi Parkı’nın yapılaşmaya açılmaması için başlamış, devamında ise Türkiye genelinde kitleselleşerek toplumsal hafızada yer etmiş ve yakın dönem Türkiye siyasetini her manasıyla etkilemiş toplumsal olaylardır. Kuşkusuz farklı kesimlerin bu konuda olumlu ya da olumsuz, farklı düşünceleri olması da anlaşılır bir şeydir.
Gezi Davası ise Gezi Olayları ile ilgili olmakla beraber ayrı bir konudur. Her hukuki dava gibi siyaset dışı olması gerekirken baştan itibaren Gezi Olayları’na ilişkin sübjektif değerlendirme ve niyet okumalar maalesef bu davaya sirayet etmiştir. Sanıklar düşmanlaştırılmış, dava adaleti sağlamak yerine topluma gözdağı vermek için araçsallaştırılmış ve nihayetinde beş kişinin cezası Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından onanmıştır.
Gezi Olayları sırasında vatandaşlarımız hayatlarını kaybetmiş, yaralanmış, kamu malları zarar görmüş ve provokasyonlar yaşanmıştır. Ancak bu fiiller ve failleri ile mevcut Gezi Davası’nın sanıkları arasında bağlantı kuran tek bir somut delil yoktur. Bu davada defalarca hâkim heyetinin değiştirilmesi, evvelce “beraat” kararı veren hâkimlerin mesnetsiz soruşturmalara muhatap bırakılması ve tek bir yeni delil eklenmeden aynı dosyada yıllar sonra “mahkûmiyet” hükmü kurulması adalete olan inanca ağır darbe vurmuştur.
Sanıkların adil yargılanma haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Yargıtay’ın onama kararına itiraz ederek Anayasa Mahkemesi’ne başvurdukları bu süreçte başlayan hukuki tartışma tüm toplumun gözü önünde yaşanan bir iktidar kavgasına malzeme yapılmış, tarihe geçecek bir siyasal inatlaşma simgesi haline gelmiştir. Yıllardır cezaevinde olan insanlar bir devlet krizinin ortasında kalmış, kendileri ile hiç ilgisi olmayan hesaplaşmaların kurbanı haline gelmiştir.
Ne yazık ki yakın tarihimizde toplumun değişik kesimleri değişik zamanlarda büyük haksızlıklara, zulümlere uğradılar. Görevi adalet dağıtmak olan yargı sopa olarak kullanıldı. Herkesin sopayı ele geçirmek için sıra beklediği bu kör dövüşüne, toplumsal barışı dinamitleyen bu büyük yanlışa son vermeliyiz. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını sağlamalı, mahkemeleri siyasetin aracı olmaktan çıkarmalıyız.
Gezi Davası sanıklarının yaşadığı haksızlıklar mutlaka giderilmelidir. Bu, masumların suçlulardan ayrılması için elzem olduğu gibi toplumsal kutuplaşmanın yerine barışın, yargıya güvensizliğin yerine hukukun üstünlüğüne inancın yeniden inşası için de bir fırsattır.
Bizler adaleti devletin temeli olarak gören binlerce yıllık bir medeniyetin çocuklarıyız. Adaleti sınırlarımızın ötesinde değil asırlık Cumhuriyetimizin kurumlarında aramak ve bulmak zorundayız. Suçsuz insanlar yıllardır cezaevindeler ve biz bir şeyler yapmazsak daha yıllarca kalacaklar. Buna seyirci kalmak bizi bir toplum olmaktan çıkarır. Hukukun üstünlüğüne inanan herkesin siyasal önyargıları ve vehimleri aşarak cesaretle hakikati ortaya koyması gerekmektedir.
Masumların cezalandırılmasına ses çıkarmayanları yargılayacak ve terazisi asla şaşmayan bir mahkeme olduğunu hatırlatırız. Siyaset kurumuna düşen yargı organlarını siyasal hesaplaşma alanı olmaktan çıkarıp, bağımsız mahkemelere güveni tesis edecek adımları bir an önce atmaktır.
Bu ülke mutlaka vatandaşlarının tamamının ‘Hakkım er geç teslim edilir’ diyebildiği bir ülke haline getirilmelidir. Herkesi bunun için ısrarcı olmaya, yetkilileri de görevlerini yapmaya davet ediyoruz.”