Yeşiller’in -her ne kadar birkaç hafta önceye kadar bekledikleri düzeyde olmasa da- Almanya federal seçimlerinde güçlü bir performans sergilemesi, ülkenin artık daha gelecek vaat eden bir yönde ilerlemeye başlayacağını göstermesi yönüyle umut verici. Bu durum, 16 yıllık iktidarının ardından koltuğu bırakan Şansölye Angela Merkel’in otoriter ülkelere yönelik dostane tavrından nihayet uzaklaşılacağı anlamına geliyor. (Bu tavrı özellikle Merkel’in Almanya ile Rusya arasındaki Kuzey Akım 2 Doğal Gaz Boru Hattı’na verdiği destekten ve Çin ile Avrupa Birliği arasında bir yatırım anlaşması imzalanmasını savunmasından biliyoruz; ki bu anlaşma AB tarafından engellenmişti.)
Yeşiller, Gerhard Schröder’in şansölye olduğu dönemden (1998-2005) beri Rusya yanlısı bir eğilim gösteren Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) ve Merkel liderliğindeki Hıristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) aksine hem Rusya’ya hem de Çin’e karşı daha sert politikalar benimsiyor. Dahası, SPD’nin şansölye adayı Olaf Scholz’un liderliğinde kurulacak ve CDU’yu muhalefete düşürecek yeni bir koalisyona katılabilecekleri için artık SPD’nin Rusya’ya ilişkin geçmişteki tavrını dizginleyebilecek bir pozisyondalar.
Seçimlerden önce televizyonda yayımlanan son liderler münazarası sırasında, Scholz ile Yeşiller’in şansölye adayı Annalena Baerbock’un tam da bu senaryoya yönelik bir hazırlık içinde olduklarına şahit olduk. Yeni bir hükümet kurmak her ne kadar sayısız kombinasyonun ve permütasyonun mümkün olduğu zorlu bir süreç olsa da, Yeşiller’in bu ihtimallerin neredeyse hepsinde kilit bir rol oynayacağı gözüküyor. Yeşiller’in seçimlerde bir ortak payda niteliği taşıdığı herkesin malumu ve çok sayıda Alman seçmenin Yeşiller’in seçimlerdeki başarısını perde arkasından baltalamaya çalıştığına inandığı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bile bu gerçeği değiştiremeyecek.
CDU’nun önündeki en büyük engel, Merkel’in ihracat yanlısı ve istihdamı artırmaya yönelik politikalarının son yıllarda siyaseten nahoş bir hal almasıdır. 2020’de Almanya’nın Çin ile dış ticaret hacmi toplam 212,9 milyar € idi (249 milyar dolar). Almanya’nın dış ticaret hacmi ABD ile 171.5 milyar €, Fransa ile 147,3 milyar €, İtalya ile 114,4 milyar € ve İngiltere ile 101,6 milyar €.
Almanya’da istihdamın ve gelir kaynaklarının artırılması Çin ile ticarete bağlı olduğundan, Almanya’yı yönetenler bugüne kadar Çin’deki insan hakları ihlallerini ve Çin’in açık, kurallara dayalı bir küresel düzeni bozan hamlelerini görmezden geldiler. Almanya’nın Eski Şansölye Yardımcısı ve SPD’nin eski lideri Sigmar Gabriel’in kısa süre önce verdiği bir röportajında da belirttiği gibi, “Almanya, Çin’in insan hakları ihlallerini kınamak ile Alman şirketlerinin Çin pazarlarına erişmesini sağlamak arasında bıçak sırtında kaldı.”
Yine de, birçok Alman vatandaşının, ülkelerinin Çin’e, insan hakları ihlallerine uğrayan insanların durumuna hassasiyet göstermeme pahasına ihracat yapmasından ötürü rahatsız olduğu konusunda şüphe yok. Daha da kötüsü, Almanya’nın Çin ile arasındaki ticari ilişkiye aşırı derecede bağımlı olması, Avrupa Birliği’nin Çin’in otoriter yönetimi karşısında birleşik bir cephe kurmasını engelledi. Öyleyse en büyük ekonomisi bile bu kadar kırılgan bir durumda olan Avrupa’dan Çin’e karşı sert bir tavır takınmasını nasıl bekleyebiliriz?
Merkel, iktidarı süresince otokrat liderler konusundaki tavrıyla AB’deki ortaklarından yavaş yavaş uzaklaştı. Yeşiller’in Alman dış politikası üzerinde daha fazla söz sahibi olması, AB ülkeleri arasında Çin ve Rusya’yla ilişkilere yönelik daha güçlü bir dayanışma sağlayabilir. Bu durum aynı zamanda, ABD Başkanı Joe Biden’ın Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmasında dediği gibi Çin ve Rusya ile ilişkilerde “acımasız savaş”tan “amansız diplomasiye” geçme vaadine paralel olarak daha güçlü bir transatlantik dayanışma ağının oluşmasına da yardımcı olacaktır.
Her halükârda, Yeşiller’in Almanya’da gerçekleştirmek istediği en önemli değişim, geçmişe dönük ve merkantilist bir ekonomi modeli yerine modern bir ekonomik sistem inşa etmektir. Kampanyalarında kullandıkları ve kolayca akılda kalan “statükoya elveda, geleceğe merhaba” sloganı, onları Alman siyasetinin geçmişteki iki büyük partisi olan CDU’dan ve SDP’den ayıran temel özelliği mükemmel şekilde yansıtıyor.
Yeşiller, bu sloganla Alman ekonomisinin büyümesi için yeni bir AB-yanlısı strateji benimsenmesini öneriyor. Diğer meseleleri bir kenara bırakırsak, bu durum, Almanya’nın üretim kaynaklarının (ki bunların çoğu Mercedes ve BMW gibi çevreyi kirleten makinelerden ibarettir) ihracattan çekilip yenilenebilir enerjiye, ileri teknolojiye, dijitale ve diğer sektörlere yeniden dağıtılması anlamına geliyor.
Merkel muhaliflerinin çoğu, 16 senelik CDU iktidarının en büyük kusurunun geleceğin endüstrilerini yeterli düzeyde desteklememesi olduğu konusunda hemfikir. Allianz’ta kıdemli ekonomist olarak görev yapan Katharina Utermöhl, “her ne kadar istihdamda artış görülse de modernleşme hamleleri büyük ölçüde ihmal edildi” diyor. Üstelik Merkel yönetiminin düşük orandaki kamu yatırımları ülkeyi dünyada yaşanan değişimler karşısında da hazırlıksız bıraktı. Bu süreçte hükümetin ekonomi politikası ‘’bugünü, yarını düşünmeden yaşamaktan’’ ibaretti. Almanya her ne kadar özellikle kadınlar için birçok iş imkânı sunan müreffeh bir ekonomiye sahip olsa da, bu durum, Alman ekonomisinin, politika yapıcılar dümen kırmadığı takdirde kaçınılmaz olarak durgunlaşacak modası geçmiş bir ekonomi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Merkel, Alman siyasetinde Yeşiller’in doldurabileceği devasa bir boşluk bıraktı. Yeşiller’in hedefi de işte tam olarak bu. Bu bağlamda gelecek vaat eden seçeneklerden biri, ihracata getirilecek ek vergilerle geleceğin endüstrilerinin finanse edilmesidir. Bu sayede Almanya, hem Merkel’in merkantilizminden geri adım atarak hem de Almanya’nın küresel alandaki rekabet kabiliyetini güvence altına alacak şekilde ihtiyaç duyulan sektörlere yatırım yaparak bir taşla iki kuş vurabilir.
Yeşiller’in Alman ekonomisine yeni bir ihracat vergisi getirilmesini bilfiil savunmadığı doğru. Seçim kampanyası süresince Yeşiller, zenginlere yönelik vergilerin artırılmasını savundu, sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik düzenleyici bir eylem planı ortaya koydu, Almanya’nın borçlar kanununda reform çağrısında bulundu ve Çin ile Rusya’ya yönelik daha sert politikalar izlenmesini önerdi. Ancak eğer asıl amaç statükoyu Almanya’nın sırtından söküp alarak ekonomide modernleşme hamlelerini sürdürmekse, bir ihracat vergisi tasarısı geliştirmek hem partinin halk nezdindeki güvenilirliğini pekiştirecek hem de medyanın ilgisini Yeşiller üzerine çekecektir. Merkel’in merkantilist ekonomik modelinin ölümünü hızlandırmanın daha iyi bir yolu olabilir mi?
Almanya’da statüko hâlâ tam olarak yenilgiye uğratılmış değil. Ancak Yeşiller’in bu ayki seçimlerde gösterdiği güçlü performansın, statükonun ömrünü büyük ölçüde kısaltacağı söylenebilir.
Çeviren: Deniz Karakullukcu
Makalenin orijinali için: