Biliyorsunuz, Serbestiyet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa ülkelerinin Covid-19 aşılarını vatandaşlarına ücret karşılığı uyguladığına dair sözlerinin tekrarını haber formatının dışına çıkarak verdi: “Hayır Sayın Cumhurbaşkanı, Avrupa’da aşı ücretli değil…”
Haberde de şöyle deniyordu:
“25 Haziran’da yaptığı açıklamada, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde aşının ücretli olduğunu, İngiltere’de aşı için halktan 100 sterlin alındığını söyleyen Erdoğan, bu defa aşı ücretini 50 sterline düşürerek aynı yanlış bilgiyi tekrarladı: Avrupa’nın en gelişmiş ülkeleri dahil aşıları ücretle yapıyorlar. 50 sterlin, 100 avro para alarak yapıyorlar. Biz halkımızdan 1 kuruş almadık. Bize nasihat ettiler, ‘Ya böyle de olmaz, belli bir bedel alın’ dediler.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sakarya’daki sözleri zihinlere otomatik olarak şu soruyu getirdi: “Hadi birinci neyse de ikincisi nasıl oluyor?”
Soruyu böyle soranlardan biri de gazeteci Fehmi Koru’ydu:
“(…) Dediğim gibi, konu o yönüyle muhalefetin gündemine de girdi, medyada da tartışıldı. Peki de, aynı yanlışın dün bir kez daha tekrarlanmasına ne diyeceğiz? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pek çok kişi tarafından arada düzeltilmiş yanlış bilgiyi, yanlış olduğunu bildiği halde, bir kez daha tekrarlaması herhalde mümkün değildir. Bile bile bir yanlış birkaç gün arayla bilinçli olarak tekrarlanamaz.”
Söylenmiyor mu, söylenemiyor mu?
“Bile bile bir yanlış birkaç gün arayla bilinçli olarak tekrarlanamaz” varsayımı doğru kabul edilirse geriye iki ihtimal kalıyor.
Birinci ihtimal (Erdoğan’ın basından, televizyonlardan, sosyal medyadan tartışmalar hakkında hiçbir bilgi edinmediği varsayımıyla): Onunla konuşabilme ehliyetine sahip olanlar, Cumhurbaşkanının yanlış bilgiyi telaffuz etmesinden sonra “efendim, siz öyle dediniz ama…” diye başlayan konuşmayı kasdî olarak yapmamışlardır. (Nedenini bilemeyiz.)
İkinci ihtimal (yine Erdoğan’ın basından, televizyonlardan, sosyal medyadan tartışmalar hakkında hiçbir bilgi edinmediği varsayımıyla): Onunla konuşabilme ehliyetine sahip olanlar, Cumhurbaşkanının yanlış bilgiyi telaffuz etmesinden sonra “efendim, siz öyle dediniz ama…” diye başlayan bir konuşma yapmak istemişler, fakat bu cesareti kendilerinde bulamamışlardır.
Aynı yanlışın ikinci tekrarını duyduğumda herkes gibi ben de şaşırdım ve böyle bir şeyin nasıl açıklanabileceğini sordum kendi kendime. Ben yine de başkalarından avantajlıydım, çünkü bu tür durumları açıklayacağını düşündüğüm bir teorim vardı, onu yardıma çağırdım.
Bu teori, Erdoğan’ın artık yanaşacak limanı olmayan bir insan haline geldiğini, o nedenle en yalın gerçeklerin bile kendisine söylenemediği esasına dayanıyordu. Teorim, son derece sıradan fakat olgusal bir tespit üzerine oturuyordu. Zamanında şöyle ifade etmiştim:
“Hakkı Devrim bazı kelimeleri kendi kelimeleriyle ne güzel izah ederdi. ‘Nobran insan’ tarifini mesela hiç unutamıyorum: ‘Yanaşacak limanı olmayan…’ derdi.
“Yani öyle bir insan ki, öyle bir aurası var ki yanına yaklaşamazsınız, bir şey söylemeye çekinirsiniz…
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar içindeki büyük dönüşümünün bir veçhesini de dinlemekten, saatlerce dinleyip not almaktan haz duyan bir insanın artık sadece kendi sesini, sadece kendi sözünü duymaya tahammülü olan bir insan haline gelmesi oluşturuyor.
“Ona yanaşıp bir şey söylemenin zorluğunun derecesinin ne kadar yüksek olduğunu ilk fark edişim bir kelimenin telaffuzu üzerinden oldu. Erdoğan YPG’yi İngilizce ‘vaypici’, PYD’yi de ‘pivaydi’ şeklinde okuyordu. Oysa Dışişleri Bakanı dahil Türkiye’de herkes bunları ‘yepege’ ve ‘peyede’ diye telaffuz ediyordu. Cumhurbaşkanının bu telaffuzlarının gülümseme ile karşılandığı apaçıktı ama işte, demek yakınlarından hiç kimse onu uyarmıyordu ki, hep böyle söylemeye devam ediyordu.”
İzahımı zayıflatan ayrıntı: Bize nasihat ettiler, ‘Ya böyle de olmaz, belli bir bedel alın’ dediler”
Ben, “Demek ki Cumhurbaşkanı birinci yanlıştan sonra yanlışını düzeltecek bir şeyle karşılaşmamış, yanındakiler de cesaret gösterip onu düzeltememişler” deyip, teorimin doğrulandığını düşünürken Fehmi Koru’nun dikkat çektiği ayrıntıyla karşılaştım. Şöyle diyordu Koru:
“(…) Bu konunun kendisinin de bulunduğu bir ortamda konuşulduğunun işareti aynı konuşmadan alınabiliyor. Birileri -Cumhurbaşkanı çoğul ifade kullanıyor- kendisine ‘Bedava olmaz, bir bedel istensin’ teklifinde bulunmuş. Cumhurbaşkanı’nın huzurunda konu tartışılırken, herhalde aşının bütçeye getirdiği yükten söz edildiği bir sırada, birden fazla kişinin ‘Avrupa’da ülkeler aşıyı para karşılığı yapıyor, İngiltere aşılanan kişilerden 100 Sterlin -veya 50 Sterlin- alıyor, başka ülkeler de 100 Avro’ gibi, yanlışlığı hemen sırıtan ve konuşulduğu ortamda derhal düzeltilmesi beklenebilecek bir yanlış bilgiyi verdiği anlaşılıyor.”
Yani, anladığıma göre Koru, birbirinden vahim şıklar arasında “Cumhurbaşkanının birileri tarafından bile bile aldatıldığı” şıkkını işaretliyor.
Fakat burada da şöyle bir güçlük var: Bunlar kimdir ve bu cesareti nereden almaktadır? Cumhurbaşkanı kendisinin aldatıldığını öğrendiğinde onlara ne yapar?
Gördüğünüz gibi durumu izah etmeye çalışan bütün teoriler “doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı” dedirtiyor insana.
Tabii bir ihtimal daha var. Cumhurbaşkanı aşının Avrupa’da bedava olduğu gerçeğini bilmektedir; hem de tek başına değil etrafındakilerle birlikte bilmektedir; o sadece bu ‘yeni gerçeği’ dile getirendir.
“Nasıl yani, işin doğrusunun hemen ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğu bir durumda bu saçma riski niye göze alsın ki, alsınlar ki” diye soranlar haklı.
Ben de “paralı olmadığını tabii ki biliyorlar ama böyle sunmada siyasi yarar umuyorlar” tezini savunan bir arkadaşıma aynı itirazı yönelttim. Bana “Hitap ettiklerinin çok büyük kısmı bunları duymayacak” dedi.
Yani arkadaşıma göre, “Avrupa’da aşı paralı” propagandasının iktidara faydası zararından fazlaydı.