Bir ‘sır ifşa etme’ mesleği olarak gazeteciliğe, en çok, gazetecilerin salt kendi çabalarıyla ulaşamayacakları kadar ‘zor’ haberler alanında ihtiyaç duyulur. Bu alan, başta devletler olmak üzere güç odaklarının büyük sırlarının depolandığı müstahkem mevzilerden oluşur.
İstisnalar hariç, bu alanlara ancak, oralarda olup sızdırdıkları bilgileri gazetecilerin kulağına ‘fısıldayan’ whistle-blower’lar sayesinde ulaşılabilir.
Sedat Peker’in videolarının tetiklediği yeni süreçte, gazetecilere bu yolla pek çok haberin ‘fısıldanacağını’ anlıyoruz. Devlet içinde ciddi bir güç mücadelesi var, bu mücadelede çatlaklar oluşuyor ve oralardan bilgi sızıyor, sızdırılıyor.
Yani aslında “sızdırma” haber, kamuoyunda yaygınlaştırılan pejoratif anlamına rağmen gazetecilerin burun kıvıracağı bir imkân değil, utanılacak bir şey hiç değil.
Fakat gazeteci, güç odağı içinde çatışan güçlerden birinin cephe yoldaşı haline gelirse, iş değişir. Gazeteciliğin “temas ve mesafe mesleği” biçimindeki tarifi, özellikle sızdırma haber gazeteciliğinde hayati önem taşır. Gazeteci, kendisini çatışan güçlerden birinin parçası gibi görürse, kamuoyuna ilettiği bilgiler -doğru olmak kaydıyla- yine de değerli olmaktan çıkmaz, fakat kendi gazeteciliğini yıpratır.
Son günlerde, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yla ilgili yazılarıyla öne çıkan Tolga Şardan’ın gazeteciliği, hem kamusal yararı yönüyle hem de yukarıda işaret ettiğim ‘tehlikeli sulara’ kayan yönüyle ele alınmaya değer.
Tolga Şardan T24’te, birincisi 1 Haziran’da (“İçişleri Bakanı Soylu’ya bazı sorular: Adli emanette duran telefon kaydında kimler var?”), ikincisi de 4 Haziran’da olmak üzere (“İşte Soylu’nun ‘es geçtiği’ belge; İstanbul Koruma Komisyonu Ocak 2015’te Sedat Peker’e koruma verilmesini oy birliği ile reddetmiş!”), iki önemli yazı yazdı.
Şardan ilk yazıda, 15 Temmuz darbe girişimi gecesinde darbecilerin denetimi altındaki TRT’ye giden ve oradaki performansı sayesinde edindiği “darbeye direnen kahraman çalışma bakanı” madalyasıyla içişleri bakanlığına sıçrayan Süleyman Soylu’ya bazı sorular soruyordu. Sorular tam olarak şöyleydi:
“15 Temmuz gecesi yaşananları Gülen cemaatinin organize ettiğini anlaşılmasıyla birlikte tüm siyasiler TBMM çatısı altına bir araya gelirken, sizin TRT’de bulunma tercihinizin gerekçesi neydi?
“TRT Genel Müdürlüğü bahçesinde yaşananları izlerken yanınızda bulunan Sadık Soylu’nun cep telefonuyla herhangi birisiyle görüşme yaptınız mı?
“Görüşme yaptığınız kişinin; Ankara Emniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şubesi’nce hakkında ‘uyuşturucu madde sattığı’ iddiasıyla başlatılan adli soruşturma çerçevesinde savcılık talimatıyla telefon dinlemesi yapılan bir şüpheli olduğunu biliyor muydunuz?
“Bu kişiyi daha önceden tanıyor musunuz? Sadık Soylu’nun telefonuyla yaptığınız görüşmede, söz konusu kişiyi beraberinde grupla TRT’ye müdahale etmek amacıyla olay yerine çağırdınız mı?
“Söz konusu kişiyle ilgili telefon dinlemesine ait kayıtların halen Ankara Adliyesi’ndeki adli emanet bölümünde ileride yapılabilecek adli soruşturma için bekletildiğinden bilginiz var mı?”
Görüyorsunuz, bir gazetecinin kendi çabasıyla ulaşabileceği bilgiler değil bunlar. Belli ki bir ‘kaynak’ bunları gazeteciye ‘fısıldamış.’
Kamuoyu için kötü mü? Hayır, tam tersine iyi. Biz böylece Soylu’nun o geceki pozisyonunun gerçek çerçevesi hakkında ciddi kuşkulara sahip oluyoruz ve şimdiye kadar kabuğu kaldırılamamış olan ‘kahramanlık’ hikâyesinin ‘proje’ olma ihtimalini ciddiye almaya başlıyoruz.
O kadarla da kalmıyor; belki o gecenin hakikatinin aydınlatılması konusunda da işe yarayacak bu bilgiler.
Nitekim son birkaç günde, o gece orada bulunan ve elde silah fotoğrafları yayımlanan kişilerin Ankara’nın önde gelen bir mafya liderinin adamları olduğuna dair çok sayıda bilgi ve tanıklık çıktı ortaya. Bunlar, Soylu’nun, kuzeni Sadık Soylu’nun telefonunu kullanarak çağırdığı kişiler mi? Şardan, Soylu’nun konuştuğu kişinin uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle ‘dinlendiğini’ ve konuşma kaydının adliye emanetinde olduğunu söylüyor. Orada böyle bir şey varsa, bu, Soylu’nun omuzlarına altından kalkılması çok zor bir yük bindirir. (Bu hamlenin, televizyonda Ağar’a yüklenen Soylu’ya karşı Ağar’ın Emniyet içindeki güçlerini kullanarak yönelttiği bir hamle olduğu söyleniyor.)
Tolga Şardan ikinci yazısında yine çok zorluyor Soylu’yu. Yine bir sızdırma bilgiyle ve bu defa Sedat Peker’e koruma sağlanmasında Soylu’nun “atladığı” bir belgeyi hatırlatarak…
Fakat o dil…
Buraya kadar her şey iyi… Kamuoyunun ancak minnettarlık duygularıyla yaklaşabileceği (yaklaşması gereken) bir gazetecilik faaliyeti…
Fakat kullanılan dil bize başka bir şey daha söylüyor:
Yukarıda aktardığım soru sorma biçimindeki “birilerinin elinde böyle bilgiler var, çok ileri gidersen onlar da ileri gider” imasını sezmemek mümkün mü?
“Söz konusu kişiyle ilgili telefon dinlemesine ait kayıtların halen Ankara Adliyesi’ndeki adli emanet bölümünde ileride yapılabilecek adli soruşturma için bekletildiğinden bilginiz var mı?” ne demek? Neden “Bakan Soylu’nun o gece konuştuğu kişiyle yaptığı konuşmanın adli emanette olduğunu öğrendim” değil de böyle bir dil?
Bugünkü (4 Haziran) yazısında kullandığı ifadeler daha da sorunlu:
“Küçük bir tavsiye…
“Bu arada İçişleri Bakanı Soylu’ya küçük bir tavsiyem olsun.
“Büyüteç’te kendisi hakkında yayımlanan her yazıdan sonra, bu satırların yazarının telefonlarına baktırması, HTS’lerini inceletmesi uygulamasından vazgeçmesini öneririm.
“Eğer bu inceleme sonuçları bilgisi dışında kendisine getiriliyorsa da, getirenlere getirmemelerini tembihlesin.
“Zira FETÖ’nün etkin olduğu dönemde yine benzer biçimde bu satırların yazarının telefonlarını yasadışı olarak dinleyen FETÖ’cü polisler, Ankara’daki telekulak davasının duruşmalarında müşteki olmamla birlikte kendilerine talimat verenleri hemen ifşa ettiler.
“FETÖ’cü polisler talimatın bizzat dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar tarafından verildiğini itiraf ettiler. Bu itiraf sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Suçlarla Mücadele Bürosu’nca Kılıçlar hakkında adli soruşturma başlatıldı. Halen soruşturma devam ediyor!
“Dolayısıyla gün gelir bu satırların yazarına yönelik yapılacak yasa dışı işlemlerin son adresi yine Ankara Adliyesi olur.”
Bu dil, gazetecinin kendisini, kendisine bu bilgileri sağlayanların cephesinde gördüğü, onlarla birlikte hareket ettiği duygusunu uyandırır ve biz bu durumda gazetecinin o cephe aleyhine bilgilere ulaşırsa onları büyük bir ihtimalle değerlendirmeyeceğini düşünürüz.
Eh, bu da gazeteci için hiç iyi bir şey değil.