Cumhurbaşkanı Erdoğan, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıklarken, ”masumiyet karinesi”ne ve “lekelenmeme hakkı”na özel bir vurguda bulundu. Planın, bunları “gözeten ve güçlendiren bir yaklaşımı merkezine aldığını” söyledi.
Erdoğan bu vurguları daha önce defalarca yaptı fakat henüz hakkında iddianame bile yazılmamış insanlara kürsülerden ceza kesince bu sözlerin bir anlamı kalmadı. İnsan Hakları Eylem Planı’ndaki güzel sözlerden sonra “masumiyet karinesi vurgusu -masumiyet karinesini açıkça ihlal – yeniden masumiyet karinesi vurgusu” döngüsünün bir daha yaşanmamak üzere kırılacağına inanmak için herhangi bir neden var mı?
Hukukçu Prof. Adem Sözüer bu sabah (3 Mart) Habertürk televizyonunda, Cumhurbaşkanının masumiyet karinesini vurguladığı gün AK Parti Meclis Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ın daha ortada soruşturma bile yokken HDP’nin kapatılacağını ilan ettiğini hatırlattı ve bu durumda “masumiyet karinesi” vaatlerinin fazla bir önem arz etmediğini söyledi.
Aynı gün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de muhtemel bir kapatma davasında Anayasa Mahkemesi’nin kararının “seçeneksiz” olduğunu ilan ediverdi:
“Anayasa Mahkemesi, delili ve belgeli bir şekilde HDP’nin terör olaylarının odağı olduğunu tespit ederse, ki başka seçenek yoktur, HDP diye bir partiden söz etmek artık mümkün olmayacaktır. Türkiye bir hukuk devleti ise HDP’nin kapatılması acildir, hayatidir, şarttır.”
Yani Devlet Bahçeli’ye göre Anayasa Mahkemesi’nin “HDP’nin terör olaylarının odağı olduğunu tespit” edip gereğini yapmaktan başka bir şansı yoktur. AYM başka bir “tespit” yapamaz.
Daha soruşturma bile yok ortada ama sonuç belli Bahçeli’ye göre.
Cumhurbaşkanının ‘masumiyet karinesi’ dediği gün kendi partisinden ve iktidar ortağından gelen bu sesler, iktidarın vermek istediği imaj ile iktidarın hakikati arasındaki mesafe arasında çok büyük bir fark olduğunu göstermiyor mu?
Kendi katkıları da dahil ‘olgu’lar böyleyken, Cumhurbaşkanının, arzu ettiği ‘algı’yı yaratabilmesi imkânsız.