Nazım Hikmet, “Dünyanın En Tuhaf Mahluku” şiirinde “sömüren-sömürülen”, “ezen-ezilen” ilişkisinin sürmesinde sömürülenlerin, ezilenlerin sorumluluğunu şefkatli bir dille şöyle anlatır:
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Bu dizeleri aklıma, Mısır’la Türkiye arasındaki son haftalarda ortaya çıkan yumuşamaya dair okuduğum bazı yorumlar getirdi.
Bu yorumlara göre, meğer Mısır-Türkiye geriliminde son aylarda harareti düşürüp yeniden karşılıklı diplomatik ilişki kurmak için çaba sarf eden ülke Türkiye değilmiş de Mısır’mış! Öyle yazıyorlar:
Kahire yönetimi, geçtiğimiz günlerde onlarca Müslüman Kardeşler tutuklusunu serbest bırakmış. Her ne kadar bunun Türkiye-Mısır arasında iletişim kanallarının açılmasıyla bir ilgisi olmadığı söylense de zamanlamanın manidar olduğu kesinmiş.
Mısır, keza, Libya’da da yelkenleri suya indirmiş; nihayet “sahadaki gerçekleri” kabul etmiş. Yunanistan’la kurduğu ilişkinin de aleyhine olduğunu nihayet anlamış ve gururu falan bir tarafa bırakıp Türkiye’yle arasını düzeltmek için adımlar atmaya başlamış.
Eh böyle olunca da Türkiye’nin karşı jestleri gelmiş:
“Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, sekiz yıl sonra ilk kez Türkiye’den bir heyetin, Mısır’ın davetiyle görüşmelerde bulunmak üzere mayıs başında Kahire’ye gideceğini açıkladı. Ayrıca Çavuşoğlu, mevkidaşı Şükri ile de bir araya geleceklerini ve karşılıklı büyükelçilerin atanması konusunun da masada olduğunu belirtti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkiye-Mısır Dostluk Grubu tekrar kuruldu.”
“Mısır”, diye bitiriyor yazar yazısını, “hem sahada hem de masada varlığını kabul ettiren Türkiye ile barış yolunu bu sebeplerle denemek zorunda kaldı. Sıradaki ise İsrail olacak gibi görünüyor.”
Hakikaten de öyle oldu; Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun bugün (23 Nisan) İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz’i Antalya’da düzenlenecek Diplomasi Forumu’na resmen davet ettiği açıklandı.
Eh, Türkiye’ye de bu yakışırdı; İsrail, Mısır gibi özür üstüne özür dilemedi mi son aylarda, ben ettim sen etme mesajları göndermedi mi Türkiye’ye?
Âlicenap olmak lazım böyle!
Neyse, ironiyi bir tarafa koyalım şimdi ve soralım: Her şey, başka hiçbir şekilde anlaşılması mümkün olmayacak şekilde gözümüzün önünde gerçekleşiyorken; örneğimizde, Türkiye adım attıkça “yetmez” diyen Mısırlı yetkililerin demeçleri kulaklarımızda çınlıyorken, sanki bunun tam tersi oluyormuş gibi ‘yorum’ yazanlar acaba neye güvenerek yapabiliyorlar bunu?
Geçenlerde Dücane Cündioğlu, “İslami mahallede bir yazar tipi” için, “söyledikleri şeylerin yalanlanmasını umursamadan konuşma güçleri olan insanlar bunlar” demişti.
Mısır’ın Türkiye karşısında nasıl da diz çöktüğünü anlatabilenlerin de böyle bir “güç”lerinin olduğu muhakkak. Fakat onların ilave bir güçleri daha var ve o gücü de maalesef okurlarından alıyorlar.
Hakikatin değil duymak istediğinin peşinde olan ve dolayısıyla yapılanı kendisine bir saygısızlık olarak görmeyen okurların onlara sağladığı büyük bir güç var ve onlar da bunu tepe tepe kullanıyor.
Toplumdaki kutuplaşmadan ekmek yiyen insanlar bunlar; yazdıklarını okuyanlar zaten başka hiçbir şey okumuyor, okuyup da canı sıkılanlar da (örneğimizde, “ya, o kadar hamasetten sonra bu olmadı hiç, n’olacak şimdi Rabia” diyenler) Mısır’ın Türkiye karşısında yelkenleri suya indirdiği ‘bilgi’sini satın alıp rahatlıyorlar.
Eh, normal koşullarda okur tarafından cezalandırılması gereken zevat da Allah razı olsun deyip marifetlerine devam ediyor.