Vakıf, valiliğin ‘Kayseri ve Çevresi: Toplumsal, Kültürel ve Ekonomik Tarihi Konferansı’ isimli etkinliğin ‘vakfın amacına uygun olmadığı’ ve ‘konferansın içeriğindeki ifadeler’ nedeniyle yasaklanmasını yargıya taşımıştı. Vakıf Kayseri 2. İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma davası açtı. Ancak mahkeme Şubat 2020’de davayı reddetti.
Vakıf bunun üzerine istinaf talebinde bulundu. Ankara Bölge İdare Mahkemesi’nin de ‘mahkeme kararının kaldırılması için neden bulunmadığı’ kararı üzerine dosya AYM’ye gitti. Dosyayı 12 Haziran’da görüşen AYM “Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk” üzerinden bir değerlendirme yaptı.
Mahkeme ‘Demokratik toplumda ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının önemi’ ve ‘Müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı üzerinde durdu. Kararda şu ifadeler yer aldı:
“Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa’nın 34. maddesini ihlal edecektir.”
“Yasal dayanağı yok”
AYM, vakıfların sadece kendi konu ve amaçları ile ilgili toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabileceklerine yönelik anayasal ve yasal sınırlamaların 2001 ve 2002’de yapılan değişiklikle ortadan kaldırıldığını hatırlattı.
İdarenin çoğulcu ve katılımcı demokrasinin gereği olarak vakfın belirleyeceği toplanma konusuna ‘amaca uygun olmadığı gerekçesiyle’ bir sınırlama getiremeyeceğini kaydetti ve şu ifadelere yer verdi:
“Anayasal örgütlerin hangi amaçlarla ve ne tür kararlar alabileceği yahut hangi faaliyetleri yapabileceklerini değerlendirmek idarenin ya da mahkemelerin görevi olamaz.
Aksine bir yaklaşımla dernekler, vakıflar, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının meşru faaliyetlerine yapılan müdahalelerin örgütlenme özgürlüğüne zarar vereceği açıktır.”
“Yorumların ifade edilmesine imkan tanımak gerekir”
AYM ayrıca konferanstaki konuşmalarda “soykırım” ve “katliam” ifadelerinin kullanılabileceği tezi üzerinden, yasaklama kanaatine ulaşılmasının yanlış olduğunu savundu ve şu değerlendirmede bulundu:
“Yüz yılı aşkın bir süre önce gerçekleşmiş olan ‘Ermeni Tehciri’ aradan uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen geçmişte ve hâlen ülkemizde ve uluslararası toplumda, akademik camialarda ve siyasi çevrelerde tartışılan önemli siyasi ve tarihi bir konu olmuştur.
Somut olayda yasaklamaya dayanak ifadelerin, devlet yetkilileri ve Türk toplumunun geneli tarafından benimsenmediği ve rahatsız edici olduğu açıktır. Ancak ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu da gözetilmelidir.
Bu değerlendirmeyle uyumlu olarak tarihsel gerçeklerin ortaya çıkarılması bakımından kullanılacak terimlerin ve açıklanacak yorumların -bir topluma veya kişilere karşı nefret aşılayarak şiddete tahrik edecek veya haklı gösterecek nitelikte olmadığı sürece- ifade edilmesine imkân tanınması gerekir.
Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, devlet yetkilileri veya toplumun genelinin düşünceleriyle çelişmesi, onları inciten veya endişelendiren sonuç ve öneriler içermesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak da toplumda karışıklığa neden olacağı anlamına gelmez.”
AYM sonuç olarak konferansın yasaklanmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik ve demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulmadığı yönünde bir değerlendirme yaptı.
Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Kararı oybirliğiyle aldı.
İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın Kayseri 2. İdare Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verildi.
“Korumak devletin yükümlülüğü”
AYM kararında bir diğer dikkat çekici ifade ise şöyle:
“İdare mahkemesi yasaklama kararının bir amacının da konferansın katılımcılarını şiddet hareketlerinden korumak olduğunu belirtmiştir. Devletin toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanları ve hakkın kullanıldığı yerde yaşayan diğer bireyleri şiddet eylemlerine karşı koruma yükümlülüğü bulunduğunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak kamu makamlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanmak isteyenlerin güvenliğini sağlayarak üçüncü kişiler tarafından herhangi bir saldırıya uğrama endişesi taşımadan bu hakkı kullanmalarını temin etmesi yönünden de pozitif yükümlülükleri bulunduğu hatırda tutulmalıdır. İdare; toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının etkin kullanımını sağlama yükümlülüğünün gereği olarak varsa somut tehlikeleri ve tehditleri belirlemeli, bunları etkisiz hale getirmek için gerekli önlemleri almalıdır. İdare, kamu düzenini bozacak nitelikte bir tehlike veya tehdidin varlığını ve bunun daha hafif tedbirlerle bertaraf edilemeyeceğini somut olgulara dayalı olarak ortaya koyması hâlinde ve ancak son çare olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale edebilir. Somut olayda ise idare, kişilerin anılan haktan tam anlamıyla yararlanabilmeleri için gerekli önlemleri değerlendirmeden ve çatışan menfaatler arasında adil bir denge kurmaya çalışmadan otomatik olarak yasaklama yoluna gitmiş, koruyucu tedbirler alma yönündeki pozitif yükümlülükleri gözardı etmiştir. (…)
Kamu düzeni ve güvenliği yönünden bir tehlike meydana gelebileceği şeklinde hiçbir somut veri ile desteklenmemiş salt soyut bir gerekçenin başvuruya konu yasaklama kararı için haklı ve ikna edici bir gerekçe olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Sonuç olarak somut olayın koşullarında başvurucu Vakfın düzenleyeceği konferansın yasaklanmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamaya yönelik ve demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konulmadığı değerlendirilmiştir. Açıklanan gerekçelerle ifade özgürlüğü bağlamında Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”
İstanbul’da da yapılamamıştı
Hrant Dink Vakfı tarafından 18-19 Ekim 2019’da Kayseri’de yapılması planlanan bilimsel toplantı 1850 – 1950 yılları arasında Kayseri ve çevresindeki yerleşim birimlerinde yaşanan toplumsal, ekonomik, kültürel, kentsel ve mimari değişimlerin akademik boyutunu içeriyordu.
Konferansla konunun daha ayrıntılı bir biçimde anlaşılması ve bu konuda yapılan çalışmaların akademik dünyaya tanıtılması amaçlanmıştı.
Konferans için oluşturulan uluslararası bilim komitesi, Amerika, Fransa, Yunanistan ve Ermenistan’ın yanı sıra Türkiye’nin farklı illerinden toplam 27 bilim insanının tebliğlerini seçmiş ve Kayseri’de sunum yapmaları için Kayseri’ye davet edilmişlerdi.
Ancak Kayseri Valiliği önce konferansa katılacak bir akademisyenin yapmayı planladığı sunumunun konu başlıklarının vakfın amacına uygun olmadığı belirtti. Ardından da konferansın kamu güvenliğine tehdit olduğunu, suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike yaratacağını iddia ederek konferansı yasakladı.
Konferansın daha sonra İstanbul’da vakıf merkezinde yapılması planlandı ancak bu kez de Şişli Kaymakamlığı konferansı yasakladı.
(Bu konuda ayrıca bkz: Konuşabilseydik ne anlatacaktık?)
Soykırım ve uluslararası hukuk
Anayasa Mahkemesi Ermeni Soykırımı konusundaki uluslararası hukuki içtihatlara da gönderme yaptı. Karardaki ilgili bölüm şöyle:
-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini vurgulamıştır. AİHM’e göre 10. maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (benzer kararlar için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08, 60641/08, 7/2/2012, § 101).
-AİHM, Chauvy ve diğerleri/Fransa (B. No: 64915/01, 29/6/2004, § 69), kararında tarihsel olgular ve olguların yorumlanmasına ilişkin görüşünü ortaya koymuştur. Buna göre -Yahudi soykırımı gibi tarihî gerçekliğin açıkça ortaya konduğu kategori dışında yer alan durumlarda- tarihî hakikat arayışının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu belirtilmiştir. AİHM, geçmişte yaşanmış olaylar ve bu olayların yorumlanmasına ilişkin tarihçiler arasında süregelen tartışmaların bir parçası olan temel tarihsel sorunları tahkim etmenin Mahkemenin görevi olmadığını ifade etmiştir.
-AİHM, Perinçek/İsviçre (B. No:27510/08, 15/1/2015, § 102, §§ 226-282, §§ 271-280) kararında, başvurucu olan Türk siyasetçinin İsviçre’de verdiği konferanslarda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni halkına yönelik soykırım gerçekleştirdiği iddialarını yalanlaması nedeniyle verilen cezayı Sözleşme’nin 10. maddesi kapsamında inceleyerek ihlal kararı vermiştir. İsviçre mahkemesi, başvurucunun soykırım iddiasına ilişkin olarak İsviçre’deki yerleşik görüşten farklı bir görüşünü dile getirdiği için mahkûmiyet kararı vermiştir. AİHM, Ermeni halkına yönelik 1915 tarihinde uygulanan tehcirin ve mallara el konulmasının “soykırım” olup olmadığını belirleme görevinin olmadığını vurgulamış ve ayrıca hukuken bu şekilde bir yetkisinin de bulunmadığını açıklamıştır. Somut olayda ifade hürriyetinin ihlali sonucuna varırken AİHM; başvurucunun ifadelerinin kamuoyunu ilgilendiren bir konuyla ilgili olduğunu, bir nefrete veya hoşgörüsüzlüğe teşvik niteliğinde olmadığını, ilgili ülkede konuya dair artan bir gerilimin veya belirli bir tarihi izin bulunmadığını ve sözlerin dile getirildiği bağlamı dikkate almıştır. Ayrıca söz konusu ifadelerin ilgili ülkede yaşayan Ermeni toplum mensuplarının onurunu, ceza yaptırımı gerektirecek nitelikte etkilemediğini gözeterek bu şekildeki bir müdahaleyi gerekli görmemiştir.
-AİHM Güçlü/Türkiye (B. No:27690/0, 10/2/2019) kararında, başvuranın”demokrasi ve Kürt sorunu” başlıklı bir toplantıda 1915 yılında bir Ermeni soykırımı yapıldığına yönelik konuşması nedeniyle verilen mahkûmiyetine ilişkin başvuruyu inceleyerek ifade hürriyetinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan veya yaşamış olan Ermeni ve Kürt halkını başlı başına ulusal bir halk olarak nitelendirmiş ve bu iki halktan 1915’te önce Ermenilerin ve daha ileri tarihlerde de Kürtlerin “zorla kendi topraklarından uzaklaştırıldıklarını” iddia etmiştir. Konuşmasında söz konusu iki halkın başına gelenlerin benzerliğine dikkat çeken başvurucu, kendisini dinleyenlere önce “Ermenilere yapılan haksızlığı” kabul etmeleri gerektiğini, ziraiddiasına göre “Kürt sorununu” çözmek için bunun bir ön şart olduğunuileri sürmüştür. İhtilaflı söylemin içeriğini ve anlatım tarzını daha iyi analiz edebilmeye yönelik AİHM, olaya tarafların sunduğu açıdan bakmış ve özellikle ulusal mahkemenin mahkûmiyet kararının gerekçesine odaklanmıştır. Kararda, ihtilaflı söylemin açıkça kamu yararına bir tartışma olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte AİHM, hem Türkiye’nin sosyo-politik ve tarihsel gündeminde sıcak bir tartışma konusu olan “Kürt sorunu” hem yine aynı ülkede ulusal düzeyde ve uluslararası platformlarda en çok tartışılan konulardan biri olan “Ermeni sorunu” söz konusu olduğunu vurgulayarak böylesine önemli bir konuda ifade özgürlüğü kısıtlamalarının daha dar bir çerçevede yorumlanması gerektiğini açıklamıştır. Başvuruya konu analizin, ulusal makamların düşüncelerine uymadığını ancaktartışma kavramının genelde farklı düşüncelerin karşı karşıya gelmesi olarak tanımlandığını belirten AİHM, eğer ihtilaflı söylem, özellikle Devlet politikasını benimseyen bazı kimselerin düşünceleriyle çakışan, onları inciten ve hatta endişelendiren sonuç ve öneriler içeriyorsa-bu kadarla sınırlı kaldığı sürece- bu tür düşüncelerin ifade özgürlüğü kapsamında mütalaa edilebileceğini değerlendirmiştir. Somut olayda ifadelerinhalkı şiddete veya nefrete teşvik ettiğine yönelik bir belirleme olmadığını, kamuoyunun Türkiye’nin güneydoğusundaki duruma ilişkin farklı bir bakış açısı konusunda bilgi alma ve ülkenin politika ve tarihi hakkında demokratik bir tartışma yapma hakkına yeterli ihtimamı gösterilmediğini belirten AİHM -daha sonrasında kaldırılsa bile- verilen mahkûmiyet nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
(MLSA, bianet, Agos)