Doğru kavramlaştırma bu mudur emin değilim. Düşündükçe, tartışma ilerledikçe güncellenip, değiştirilebilir elbette; lakin geçen haftaların epey enteresan ve daha çok konuşulmayı hak eden olaylar dizisi bir zamandır kullanımda olan bu kavramla karşılanabilir görünüyor. Önce, Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasım törenlerinde iktidar cenahının çeşitli uzuvları, geçmiş gerçekten geçmiş gibi kuvvetli bir Atatürk vurgusuyla kamuoyunda göründüler. Ardından, AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Atatürk’ten bağımsızlaştırılması zor işlerden Harf İnkılabı’nı geçmiş geçmişte kalmamış türünden bir eda ve söz dağarcığıyla anacak gibi oldu. Bunun üzerine Devlet Bahçeli ve AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Mahir Ünal’a geçmişin geçmişte kaldığını hatırlatmak zorunda kaldı ve Mahir Ünal grup başkan vekilliği görevinden affolundu. Bütün bu olup bitene Atatürk vurgusunun kuvvetlendirdiği jestler, sözler eşlik ederken, İslamcı sayılabilecek camiadan ancak tek tük ve mırın kırın etmenin ötesine geçmeyen türden itirazlar geldi.
Birkaç güne sığan bu olaylar dizisi şunu gösteriyor: AK Parti’nin 2015-6 civarında girdiği patikanın Türkiye İslamcılığına verdiği renk, kattığı kıvam daha bir belirginleşmiş durumda. Bir zamandır uzak durulan Atatürk imgesiyle gerilim, yerini Atatürk imgesini temellük etmeye, ‘yorumlanmış’ bir Atatürk imgesini yüceltmeye bırakmış durumda. Atatürkçü İslamcılık derken kastettiğim, yukarıda sözünü ettiğim olaylar dizisinde kendisini gösteren bu hal.
Etraflı analizi serinkanlı bir akademik çalışmayı gerektiren bu yeni durum aslında o kadar da yeni değil malum. 2016’daki meşhur Yenikapı Mitingi’nden beridir ben de dahil birileri Türkiye’de müesses nizamın hem kompozisyon hem de ideoloji itibarıyla yenilendiğini ve bu yenilenmeye bağlı olarak hem Türkiye İslamcılığının içeriğinin hem de müesses nizamın beka yorumunun ‘değiştiğini’, bu ikisinin de İslamcılıkla devlet arasında her ikisini de dönüştüren bir yaşam formu ürettiğini söylüyordu. Yukarıda sözünü ettiğim olaylar dizisi çok da yeni olmayan bu yeni durumu biraz daha belirgin, üzerine biraz daha konuşulabilir kıldı.
Kökler
Peki nasıl ve niye mümkün oldu Atatürkçü İslamcılık olarak adlandırılabilecek bu hal? Bir zamanın İslamcılarının yorumlanmış bir Atatürk imgesini bu kadar şevkle temellük etmelerinin ardında ne var? Atatürk imgesiyle geleneksel münasebetleri en hafif tabirle ‘gerilim’ olmuş olan İslamcıların, İslamcılığın bir halinde ısrar etmekten vazgeçmeden Atatürk imgesini temellük edip yüceltebilmelerini mümkün kılan ne olabilir?
‘Niye oldu’ sorusunun cevabı daha kolay. İslamcıları Atatürkçülüğe yöneltip Atatürkçü bir İslamcılığı teşvik eden, İslamcılığın içeride ve dışarıda yaşadığı büyük sıkışmadan başka bir şey değil. Müttefiklerinden Cemaatle girdikleri kavgada aldıkları yaralar İslamcıları ittifak ilişkilerini tazelemeye, kısa süre önce Cemaatle birlikte boğazına çöktükleriyle yakınlaşmaya mecbur etti malum. Cemaati devlet içinden destek alarak bertaraf etmeye karar verdiklerinden, Atatürk imgesine kuvvetle sahip çıkan kesimlerle müttefik olmak zorunda kaldı İslamcılar. Aynı biçimde olmasa da hepsi Atatürk imgesine kuvvetle sahip çıkan Cemaatin hışmına uğramış ordu mensupları, Vatan Partililer ve MHP, İslamcıların yeni müttefikleri oldu. Özetle, İslamcıları Atatürkçülüğe yaklaştıran ilk adım iktidar oyununda ayakta kalma saikiyle ve mecburen atıldı. İçeride sıkışan İslamcılar mecburen Atatürkçülerle, Atatürkçülükle yakınlaştı.
Dışarıda yaşanan sıkışma da aynı etkiyi üretti. İslamcılığın Arap Baharı’yla gelen küresel yenilgisinin ardından Türkiye İslamcılığı daha ulusal sınırlara çekilmek zorunda kaldı. İhvan çizgisinin kısa sürede neredeyse buharlaşması, Türkiye İslamcılığını Türkiye devletinin geleneksel nüfuz alanına, daha Türkik bir sahaya çekti. Sahadaki bu daralmayla beraber Türkiye İslamcıları mevcut ve potansiyel müttefiklerinden uzaklaştı ve devlete çekilip devletin geleneksel kodlarıyla barışmaya mecbur kaldı. Özetle, İslamcıları Atatürkçülüğe yaklaştıran, Atatürkçü bir İslamcılığa kapı aralayan bir gelişme de İslamcıların dışarıda yaşadığı sıkışma oldu.
Ne var ki, Atatürkçü İslamcılığın ‘oluşması’ salt bir mecburiyet hikâyesinden ibaret değil. İşin ‘niye’si bir mecburiyet hikâyesine işaret etmekle beraber, işin ‘nasıl’ı başka bir şeye işaret ediyor: İslamcılık ve Atatürkçülük arasında hep var olmuş olan potansiyel pasajlara. Batı karşıtlığından, millicilik ve otoriterlik eğilimlerinden söz ediyorum. Bu eğilimlerin önce Atatürkçü ardından İslamcı mahfillerde giderek artan kuvveti, Atatürkçü İslamcılığı mümkün kıldı. Demek istediğim bu. Taraflar başka istikametlerdense bu geçişlere yığılınca Atatürkçü İslamcılık da oluştu, gördüğüm bu. Ne Atatürkçülük ne de İslamcılık fıtraten ve mecburen Batı karşıtı, millici ve otoriter olduğu halde, zaman ve zemin Batı karşıtı ve millici yorumların İslamcılığı ve Atatürkçülüğü ele geçirmesinin önünü açtı. Tuncer Kılınç’ın erken bir tarihte Atatürkçülüğe çizdiği istikamete zaman geçip de İslamcılar da katılınca mümkün olan gerçek oldu. Özetle, Atatürkçü İslamcılığın ardında bir de bir potansiyelin gerçekleşmesi var. Kaldı ki, bu potansiyel öyle bir günde de gerçekleşmedi. Malum, devasa bir kültürel aygıt uzunca bir zamandır Kurtuluş Savaşı mitolojisiyle, orijinalinde bu mitolojinin karşısına çıkarılan Selçuklu ve Osmanlı mitolojileri arasında geçişler kurmaya, bu mitolojileri harmanlamaya çalışıyor. Bu kültürel mesai de Atatürkçü İslamcılığı mümkün kılan faktörlerden biri olsa gerek.
Akıbet
Bir de Atatürkçü İslamcılığın kalıcılığı, akıbeti meselesi var. Akıbeti ne olur sorusuna bugünden yanıt vermek tabii ki zor ama Atatürkçü İslamcılığın zayıf bir zeminde bina olunduğunu söylemek zor. İslamcıları Atatürkçü İslamcılığa, devleti de Atatürkçü İslamcılığı bağrına basmaya sevk eden mecburiyet hikâyesinin daha uzunca bir süre devam edecek gibi görünmesi ve Batı karşıtı, millici ve otoriter eğilimlerin memleket sathında güçlü köklere sahip oluşu, Atatürkçü İslamcılığın nevzuhur bir ideoloji ya da siyasi pozisyon olmadığına işaret ediyor. Dışarıda ve içeride sıkışan İslamcılığın devletin bağrına sığınıp hiç olmadığı kadar kuvvetli bir kurumsal meşruiyet edinmesine, yeni takipçilere kavuşan Atatürkçülüğünse toplumsal meşruiyetini genişletip dinamizm kazanmasına yol verdiğinden, Atatürkçü İslamcılık kuvvetli bir siyasi ve toplumsal zemine oturmuş görünüyor. Keza, Türkiye’yi saran küresel ve bölgesel ortam da Batı karşıtı ve millici eğilimleri canlı tutmaya devam edecek görünüyor. Bu da Atatürkçü İslamcılığın oturduğu bölgesel ya da uluslararası zeminin de kuvvetli olması demek. Özetle, dahili ve harici şartlar Atatürkçü İslamcılığın Türkiye’nin siyasi ve ideolojik geleceğine tutunma kapasitesinin yüksek olduğunu gösteriyor.
Öte yandan, geleceğe tutunma kapasitesi yüksek olmakla beraber, Atatürkçü İslamcılığın içeriği ve sınırları netleşmiş değil. Son olan bitenin de gösterdiği üzere, Atatürkçü İslamcılığın içeriği ve sınırları hakkındaki müzakere henüz olgunlaşmış değil. Atatürkçü İslamcılığın kapıları Atatürkçülüğün ve İslamcılığın hangi hal ve yorumlarına açık, hangilerine kapalı olacak, buna karar verilmesi ya da bunlar hakkında uzlaşılması belli ki zaman alacak. Müzakere muhtemelen hiç tamamlanmayacak ama belli bir olgunluğa erişinceye değin belli ki çok da kazaya sebep olacak. Geçmişin geçmiş olduğunu tam olarak idrak edemeyen İslamcılar ve iktidarın Atatürk yüceltmesinden heyecana kapılıp Atatürkçülüğün ‘eski’ yorumlarının cazibesine kapılan Atatürkçüler yol kazalarına sebep olmakla kalmayıp, mağdur da olacaklar belli ki.