Avi Haligua’nın Avlaremoz’daki yazısını aktarıyoruz
Keskin kırılmaların yaşandığı bir çağda, kırıcı, yaşamdan çok ölüme yakın bir dil akıl dünyamızı esir alırken, saldırgan postlar da norm halini alıyor. Sosyal medyada ırkçılık, şiddet tehditleri ve antisemitizm genel bir sorun olsa da, Türkçe sosyal medya bu konuda deneysel bir üreme alanı sayılabilecek harika bir sosyolojik çalışma konusu. Türkçe konuşan Yahudi’nin de bu çirkinlikten payına düşeni almasında bir gariplik yok. Amma velakin, Türkiye kökenli Yahudilerin, başka Türkçe konuşan Yahudilerin ölümlerini, aile fertlerinin zarar görmesini istediğini daha önce görmemiş, bazı Yahudiler savaşı desteklemiyor diye aile fertlerini arayıp taciz etmeyi, polise, bet-din’e, İsrail’e şikayet edeceğini yazmayı makul gören cemaat üyelerine daha önce rastlamamıştım.
Tehlikeyi görüyor musun?
Açıkçası, bütün bunlar bir yana, ateşkes isteyen Yahudilerin Yahudilikten atılmasını isteyenler beni bu yazıyı yazmaya itti. Milliyetçilik ve militarizm sevdalısı yüce nazarlarında bugüne kadar “self-hating” olan statümüz, “Yahudi olamaz” olarak değişirken, son üç ayda yaşananlar karşısında dehşete kapılan, bunda yanlış gören Türkiyeli Yahudilerin dinlerini değiştirmediğini bilsinler diye yazmak zorunda hissediyorum. Türkiye’de Yahudi kimliğiyle büyümüş bir insan olarak, asker postalları tozu dumana katar, ölüm kutsanırken “uyumu” bozmanın ne kadar ağır bir suç olduğunu deneyimlerimden biliyorum. Milyonlarca insan yerinden yurdundan edilir, on binlerce çocuğun bedeni toprağa karışırken Türkiye kökenli Yahudi cemaati “tek yürek” değildi diyebilmek, tarihin bir köşesine, biz bunu yanlış buluyoruz diye not düşmek isteyenler neden nefretin odağı haline geliyorlar anlıyorum.
“Şimdi gidin, Amalekliler’e saldırın ve onlara ait her şeyi yok edin. Onları esirgemeyin; erkekleri, kadınları, çocukları, bebekleri, sığırları, koyunları, develeri ve eşekleri öldürün.” Nevi’im
Bu çok doğru bir savaş, İsrail de ne güzel eğliyor diyenleri, akla ve vicdana çağırmak askeri operasyonların baş düşmanı olduğu için kızıyorlar. Kavga isteyen taraf, kavga etmeyin diye araya girmek isteyenlerden oldum olası haz etmez. Barış ve adalet isteyen Yahudiler için biçilen yeni statüye dikkat çekmeyi kişisel rahatımdan daha değerli bulduğum için istemeyerek yazmaya devam ediyorum.
Sözümün kimsenin pozisyonunu değiştirmeye yetmeyeceğini bilmeme rağmen yazıyor olmam, linç ateşinin ışığında uzayan gölgelerin insanların aklına, vicdanına ket vurmasına karşı durmanın sorumluluğundan kaynaklanıyor. Yahudi inancına göre herkesin içinde bir iyi bir de kötü eğilim olması, hangi yöne gideceğine dair seçimi bireye yüklüyor. Tabii, iyi ve kötüyü ayırt edebilmek, neyin kötüyü, neyin iyiyi büyüttüğünü bilmek apayrı bir mesele.
Afaroz isteklerini büyük bir özgüvenle yazabilenlerin bugün, gözlerini kan bürümüş, elde meşalelerle hain kovalarken duyma ihtimalinin çok düşük olduğunu biliyorum. Aklına sahip çıkabilenler için buradaki tehlikeye dikkat çekmek de boynumun borcu. Lakin, gelecek nesillere bırakılacak en temiz mirasın bu olduğuna inanıyorum.
“Herkes aynı yöne çekseydi, dünya alabora olurdu.” Aşkenaz atasözü
Bildiğim kadarıyla Yahudiler, en azından yazının icadından beri aralarında sıkı tartışıyor. Pasuklar hemen her konuda uzayıp giden tartışmalarla dolu. “Bir odada iki Yahudi varsa üç görüş vardır” diyerek düşünsel zenginliğimizle gurur duymak da, İsrail’in askeri saldırısını desteklemeyi Yahudi olmanın gereği olarak görmek de bir tercih. Nasıl Pesah’ta Firavun’un zulmünü ve kölelerin özgürlük mücadelesini hatırlamak Yahudi düşünselliğinin bir parçasıysa, Amalekliler’den alınan korkunç öcün sevdalısı olmak da aynı dünyanın ürünü.
Anlatmayı ve anlatmamayı tercih ettiğimiz hikayeler aynı kaynaktan beslense de, neyin konuşulacağına dair tercih her zaman bireysel. Özetle, bir insan Yahudiliğin özünü İsrail, diğeri ahlaki değerler sistemi olarak görebilir. Sen ahlakı beğenmeyebilirsin, öteki de İsrail’i. Bundan ikisinin de Yahudiliğine halel gelmez. Birbirlerini derinden yanlış bulmaya, ve hatta sevmemeye devam edebilirler. Kimisi seder masasında Mısır’dan çıkaran Tanrı’ya teşekkür ederken, insafsızlığa direnişin ruhunu çocuklarına aşıladığına inanır, kimisi de hikayeyi bir geri dönüşün başlangıcı olarak şekillendirir. Her Yahudi aynı hikayeleri okuyup, binlerce atası içinden kendi değerlerine, niyetine uygun olanı seçer. Günün sonunda neyin ahlaken doğru olduğuna dair dengeler günlük ihtiyaçlara göre değişse de, kimin ahlaken üstün olduğuna her zaman tarih karar verir. Tartışma geleneğinin önünü kapatıp, ötekileri sindirmek için çalışanlar zamanın testinden hemen her zaman yenik çıkarlar.
Schadenfreude döngüsü
Türkçe konuşan Yahudi kardeşim, ateş düştüğü yeri yakıyor. Roketler, IED’ler, tanklar, bombalar, mermiler düştüğü yerde can alırken, ölenlerin acısı herkesin akıl sağlığından da götürüyor. Ama iş cemaat içi ölüm dilekleri ve afaroz tehditlerine vardığında, engizisyonun İberya’da yerinden yurdundan ettiği Yahudiler tarafından kurulmuş Amsterdam Sefarad Cemaati’nin Spinoza’yla ilgili tarihi kararını hatırlamakta fayda var.
“Mahamat üyeleri Baruch d’Espinoza’nın kötü görüşlerini ve eylemlerini uzun zamandır bildiklerini, çeşitli şekillerde onu kötü yollardan döndürmeye çalıştıklarını size bildirirler. Bir çare bulamadıklarını, aksine her geçen gün başkalarına öğretilen iğrenç sapkınlıklar ve O’nun tarafından işlenen canavarca eylemler hakkında daha fazla bilgi aldıklarını, tüm bunları adı geçen Spinoza’nın huzurunda ifade veren birçok güvenilir tanıktan öğrendiklerini, durumun hahamların huzurunda incelendikten sonra, adı geçen Spinoza’nın aforoz edilmesine ve İsrail halkından sürgün edilmesine karar verdiler. Meleklerin buyrukları ve Azizlerin bildirisiyle, Baruch d’Espinoza’yı Kutsal Rab’bin ve Kutsal Cemaatinin onayıyla aforoz ediyor, yasaklıyor ve reddediyoruz: Gündüz lanetlensin ve gece lanetlensin, yatarken lanetlensin ve uyanınca lanetlensin. Giderken lanetli, gelirken lanetli olsun; Rab onu bağışlamasın, öfkesi ve kıskançlığı onu tümüyle yok etsin, Rab onun adını göğün altından silsin ve onu bu Yasa kitabında yer alan tüm göksel lanetlerle İsrail’in tüm oymaklarından ayırsın. Ama Tanrınız Rab’be bağlı olan sizler bugün hepiniz yaşıyorsunuz. Bu nedenle sizi uyarıyoruz: Kimse onunla sözle ya da yazıyla iletişim kurmasın, ona herhangi bir hayırseverlik göstermesin, onunla aynı çatı altında kalmasın, onun arkadaşlığına girmesin, onun yazdığı herhangi bir belgeyi okumasın.”
Aşkenaz cemaatlerden ödünç aldıkları Mahamat’ta, Hristiyan dünyasından ödünç alarak uygulamaya koydukları afarozun, Sefarad Yahudilerinin yaşadıkları sürgünün yarattığı ağır travma ve varoluşlarına dair hiç bitmeyen bir endişe yattığını kim göz ardı edebilir? Sürgün ve soykırımın Sefaradlar için bitmeyen bir endişe kaynağı olduğunu, gittikleri her yerde ırkçılığa maruz kaldıklarını kim inkar edebilir? Bu travmanın yarattığı kırılmaları tarihsel bütünlüğü içinde anlamadan Spinoza’nın “sapkınlığını” ve bunun sonucu olan “aforozu” doğru yorumlamak mümkün değil. Kuşaklardır var olma mücadelesi veren bir halkın neden sertleştiğini, reaksiyoner bir karakter edindiğini anlamak zor değil.
“İnsanın ne yapacağı bütünüyle koşullandırılmış ve belirlenmiş değildir, aksine koşullara boyun eğip eğmeyeceğini ya da onlara karşı durup durmayacağını kendisi belirler. Başka bir deyişle, insan kendi kendini belirler. İnsan sadece var olmaz, her zaman varlığının ne olacağına, bir sonraki anda ne olacağına karar verir.” Viktor Frankl
Aynı şekilde, İkinci Dünya Savaşı sonrası (biraz da nedeniyle) kurulan İsrail’in Holokost travması sebebiyle saldırgan ve ölümcül tepkiler verme eğiliminde olması da uzun süre tehdit altında yaşamanın bir sonucu olarak görülebilir. Ancak bu geri plan bilgisi davranışların kökenine dair bir fikir verse de, günün sonunda Amsterdam cemaati neden tarihin vicdanında yanlış tarafta yer alıyorsa, İsrail’in Gazze Şeridi’nde gerçekleştirdiği “savaş” da bu sebeple aynı sona mahkum olacak. İnsanlık tarihi boyunca korkudan beslenen kitle histerilerinin, taraftarları için kısa vadede tatminkar, uzun vadede utanç kaynağı olduğunu tekrar yaşayarak idrak edeceğimize inanıyorum. Bugün Spinoza’yı sapkın olarak gören ve afaroz edilmesi kararını sahiplenen Yahudiler yok. Daha bir asır öncesine kadar bir yerleri işgal edip oralara “medeniyet” taşımanın iyi bir fikir olduğunu açıkça yazanları da internet ortamlarında pek sık duymuyoruz. Çünkü ahlakın terazisi, toplumsal yerçekiminin gücüne göre her seferinde farklı tartsa da günün sonunda her şey yörüngesinde hareket ederken su akıp yolunu buluyor.
Doğrusu, son dört kuşaktır daha da yoğun bir şekilde asimilasyon baskılarına maruz kalan Türkiyeli Sefarad Yahudileri İspanya’dan kovulduktan sonra Hollanda’da tutunmaya çalışan Sefaradlara göre daha ağır bir asimilasyon ve baskı cenderesinin içinde yaşıyor. Türkiyeli Yahudiler özellikle kendi kimliğini hedef alan bir antisemit dalganın yanında toplumun bütününü şekillendiren bir basınçla da şekilleniyor. Milliyetçi, militarist ve sesi yüksek çıkanın haklı olduğu bir güç dengesinin şekillendirdiği Türkiye’de Yahudi olarak doğmuş olmak bir suç değil. Türkiye’nin bir devlet olarak inkar politikalarına, gerçekliği büküp ‘sözde’ ilan etmesine oldukça alışkın olduğumuz için, birkısım Türkiye kökenli Yahudi’nin İsrail Devleti’nin resmi olarak soykırımla suçlanmasının neden tarihi olduğunu anlamakta zorluk çekmesi de anlaşılabilir.
“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” Rakel Dink
Ama bu arkaplan bilgisi, verilen tepkilerin nedenine dair bir fikir vermekten öte anlam ifade etmez. İnanç sahibi bir insan için asıl olan insan kalma mücadelesidir. Linçsever guruhun tüm bu ezilmişliğin yanında, Türkiye dışında bir yerlerde göçmenlik ve adaptasyon sorunları ile de mücadele ettiğini, bu zorlukların onları daha da reaksiyoner ve öfkeli kıldığını düşünmek için alim olmaya gerek yok. Türkiye’de yaşayan bir Yahudi’nin yüksek perdeden İsrail’in savaşını destekleyebileceğini, savaşa karşı olanlara dair nefret kusabileceğine inanmıyorum.
Çünkü biliyorum ki hâlâ Türkiye’de yaşayan bir Yahudi, içinde Filistin bulunan bir konuda açıkça İsrail’den yana taraf olmaz, olamaz. Türkiye devletinin ayrımcı elinin, sokaktaki ırkçı nefret yığınları ile birleşip dünyayı ona dar edeceğini düşünür. Lakin, Türkiye devleti asla ırkçı olmadığını, asimilasyon politikaları gütmeyeceğini, Türkiye’de antisemitizm olmadığını tüm resmiyeti ve ciddiyetiyle anlatsa da durumun ne olduğunu orada yaşayan bilir.
Spinoza’ya dönecek olursak, aforoz kararından dört yıl sonra felsefe tarihinin en önemli eserlerinden biri olan ‘Etika’yı yayınladı. Spinoza yaşarken ilgi görmese de, eserlerinin yayınlanmasından bu yana, onun dikkate almadan felsefeye katkı sağlamak mümkün olmadı. Henri Bergson’un dediği gibi, ‘Her filozofun iki felsefesi vardır: kendi felsefesi ve Spinoza’nınki.’ Kendim de dahil yaşanan insanlık dramına karşı sessiz kalamayan Yahudileri Spinoza’ya benzetmek gururumu okşasa da doğru olmaz. Ancak korkuları ve korkularını bastırmak için ne yapacağını şaşırmış Amsterdam cemaatinin ruhunu sosyal medyada dolaşırken sıkça görüyorum. Bu vesileyle, Kayades’in hırçın sessizlik duvarında tarihi bir gedik olarak Avlaremoz’un Türkiyeli Yahudiler için neden çok önemli olduğunu bir kez daha ortaya çıkıyor. Bizi birleştirenin kimseden korkmadan tartışmak olduğunu, vicdanı ve irfanı hür nesiller yetiştirebilmemizin tek yolu olduğunu hatırladığımız günlerde buluşmak dileğiyle.
Kapak fotoğrafı: İsrail askerleri izlerken, Yitzhar yerleşiminden Yahudi yerleşimciler işgal altındaki Batı Şeria’nın Nablus kenti yakınlarında Filistinli çiftçilere taş atıyor.