DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin il kongresine katılmak üzere gittiği İzmir’de Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur’un sorularını yanıtladı. Babacan’ın; önümüzdeki Pazar günü kendi ev sahipliğinde gerçekleşecek liderler zirvesinde konuşulacak konuların çerçevesini çizdiği röportaj şöyle:
27 Mart’taki altılı liderler toplantısına siz ev sahipliği yapacaksınız. Liderler turuna çıkıyorsunuz? Toplantının gündemi ne olacak?
Bunu liderlerle konuşup belirleyeceğiz. Gündemde geçiş sürecinin yol haritası, ittifakın ilkeleri ve değerleri ile tematik konular var.
İlkeler ve değerlerden kasıt ne?
Eğer ittifakla seçime gidilecekse, seçimden sonra da beraber yönetme iradesi olacaksa bunun temel esasları nedir? Referans belgesi gibi olacak. Her partinin programı var ama o programlardan ortak bir payda olmalı.
Genel başkanlarla konuşalım, onların aklında neler var anlayalım. Her konuda ortak çalışma iradesi var mı yok mu anlayalım. Bizim için hiçbir sorun yok, her konuyu ortak çalışmaya hazırız.
Peki yol haritasında muhalefet Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanırsa ama Meclis’te sistemi değiştirecek sayıya ulaşamazsa bu beş yılın nasıl geçirileceği senaryosuyla ilgili de bir hazırlık olacak mı?
Sekiz kombinasyon, sekiz alternatif senaryo var. Yol haritasında belki sekiz alternatif olmayabilir ama sekiz alternatif çıkabilir karşımıza seçimlerle. Onların tek tek detaylarının çalışılması lazım. Biz detaylarını çalışıyoruz. Ama bu çalışmalara diğer partilerle ortaklaşarak devam etmek istiyoruz. Müzakereye alan bırakmamız gerekir. Ben bu alternatifler için çalışma yapılmasını bir senedir söylüyorum. Bu senaryo üzerinde durmak belki siyasal iletişim açısından doğru olmayabilir. Ama işin özü şu; Parlamenter Sistem’e geçiş “de jure” de olabilir, “de facto” da olabilir. De jure geçiş derken Meclis’te oylanması ya da referanduma sunulmasını kastediyorum. Birinde 400 diğerinde 360 milletvekili gerekiyor. Ama bir şekilde yeni sistem uygulamaya geçirilemese dahi bir süre “de facto” olarak parlamenter sistemin ruhuna uygun olarak ülkenin yönetilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Madem hep beraber altına imza attık, çok iyi dedik, “o şimdi beklesin biz şimdi mevcut sisteme göre yürüyelim arkadaş” dememek lazım.
Yani Cumhurbaşkanı kararname çıkarmayacak gibi mi?
Kararname çıksa bile o kararnamenin hangi usullerle çıkarılacağı, kararın verilme mekanizmalarının nasıl çalışacağı, hangi tür kararlar nasıl alınacak bunların belirlenmesi lazım. Mesela Cumhurbaşkanı’nın Meclis’e kendi yasanızı çıkarın, benden beklemeyin demesi gibi. Bu tür başlıklar var konuşulması gereken. Çok detay var. Çok iyi tasarlamak gerek baştan. Şu anda vakit varken tasarlarsak, ileride olabilecek ihtilafları da önlemiş oluruz, o sürede hükümet icraat yapar. Çünkü seçimden sonra şunu diyemeyiz. Biz bir parlamenter sisteme geçelim, ondan sonra ekonomiye el atacağız, ondan sonra eğitime bakacağız. Böyle bir şey olmaz.
Şöyle bir atmosfer oluştu Rusya’nın Ukrayna işgaliyle. Dünyanın bu şartlarında Türkiye’nin de güçlü bir liderliğe ihtiyacı var. Bunun da iktidarın elini güçlendireceği söyleniyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
2018’den bu yana her şey kötüye gidiyor. Bu sistem hukukta adalette ekonomide olumlu sonuçlar üretseydi bunun sürdürülebilirliği iddia edilebilirdi. Ama bu anlayışın ortaya koyduğu hiçbir şey yok.
Savaş şartlarının bunu değiştireceğiyle ilgili iddialar var.
Ama çıkaranın da otoriter bir lider olduğunu anlatmamız gerekiyor. Süresini çoktan aşmış, normalde iki dönem sınırı vardı, süresini sonra neredeyse sınırsız yapmış bir lider. Muhtemelen Rusya’daki devlet kurumlarının analizleri dışında bir kişinin bastırmasıyla çıkan bir savaş olduğunu da görmemiz lazım. Canlı yayında o Güvenlik Konseyi toplantısını izletti. Devletin istihbaratının başındaki kişiyi orda paspas etti. Kendi istediğini söyletene kadar üzerine gitti, adam kekeme oldu konuşamadı. Bu ne demek? Ben anlamam devlet kurumlarının analizlerini. Aklıma koyduğumu yapacağım, siz bunun gereğini yapın diyor. Bu, görev süresinin uzamasıyla ilgili. Putin iki dönemin sonunda bıraksaydı, muhtemelen bu savaş çıkmazdı. Dolayısıyla savaşın sebebinin de otoriter eğilimler olduğunu görmemiz gerekir. Yoksa Rusya’da uluslararası hukukçular vardır. Liyakat konusu Rusya’da ileridir. O liyakatlı insanlara yanlış işler yaptırmak ancak baskıyla, otoriter düzenle oluyor.
Kolay bir süreç olmayacak. 20 yıllık bir iktidar var. Alışkanlıkları var insanların. O alışkanlıkların değişmesi kolay olmayacak, insanların yeni bir iktidarı denemeye hazır noktaya gelmesi kolay olmayacak. Çok iyi çalışmamız lazım. Günü gelince eğer uygulanmasını istiyorsak politikalar konusundaki siyasi mutabakatlar zeminini mutlaka genişletmemiz lazım. Çok sahibinin olması lazım. Aksi halde gereksiz tartışmalarla zaman geçer. Zaman geçer, bakarız elde bir şey yok. Demokrasiyi savunan partiler seçimi kazandığı zaman demokrasinin vatandaşlar için sonuç üretebildiğini de göstermemiz gerekiyor. Yoksa seçimi kazandık ama Türkiye’yi kaybettik, ne anladık bundan. O zaman Erdoğan giden Merdoğan diye başka bir otoriter lider gelir. Halkta başka bir otoriter lider arayışı olur. Memlekete kötülük olur hem de dünyadaki demokrasiyi savunanların umutlarını de kırmış oluruz. Ama Türkiye’de iyi bir başarıyı yakalarsak demokrasinin sonuç verdiğini, ülke için refah ürettiğini, güvenlik sağladığını ispat edersek bu dünyadaki bütün demokratları cesaretlendirecek bir sonuç olur. Bugün bakıyorsunuz popülizmle ilgili, otoriterlikle ilgili ne kadar kitap yazıldıysa Türkiye kapağında. Üç dört ülkeden biri. Örnek ülke. O yüzden seçildikten sonra bunlar yürütemiyorlar, karar alamıyorlar gibi bir şey olmamalı. Biz böyle bir şeyi istemeyiz. Onun için hazırlanıyoruz. Yoksa siyasette konuşmaktan kolay bir şey yok.
Tansu Çiller bile koalisyonların ne kadar kötü olduğunu anlatmaya başladı.
Siyasi koalisyonlarla ülkeyi nasıl batırdık. 5 Nisan kararlarıyla ülkeyi nasıl rezil ettik, anlatsa iyi olur tabii.
Muhalefet blokunun cumhurbaşkanı adayı olacak kişinin geçiş sürecini yönetecek, ittifak dengelerini gözetecek, yetkilerini kullanmayacak, demokrat davranacak, bu yetkileri alıp gitmeyecek profilde biri olması gerekiyor deniyor. Ama aynı Cumhurbaşkanı’nın önce yapması gereken bir iş var: Seçimi kazanmak. Seçimi kazanacak Cumhurbaşkanı’nın da Erdoğan’la yarışabilecek, iddialı, güçlü bir profil olması gerektiği söyleniyor. Bu iki profil arasında bir çelişki görüyor musunuz?
Cumhurbaşkanı profilinden önce ne yapılması gerektiğinin çalışılması gerektiğine inanıyoruz. Önce ne yapılması gerektiğini çalışmak, sonra kimin yapacağını belirlemek gerek. Cumhurbaşkanı adaylarını konuşmuyoruz partide ama bizim tercihimiz seçime ittifakla giren partilerin ortak adayı olması. O ortak adayın partilerin mutabık kaldığı bütün belgelerin altına imza atması gerektiğine inanıyoruz. Seçimlerden önce altı partinin mutabık kaldığı çerçeve neyse onun altına imza atması lazım, siyasi taahhüte girmesi lazım, ancak ondan sonra ortak aday olabilir. Bunu çok önemli görüyoruz.
Bugün Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’yi izlediniz mi? Bugüne kadar enflasyonla nasıl mücadele ettiysek bunu da çözeriz dedi.
Bugüne kadar çözdüğü bir şey mi var. Tayyip beyin akıllıca bir iş yaptığını düşünüyorum. Bütün dikkatleri üzerine toplayacak, konuşulacak bir ismi buldu diye düşünüyorum.
Ankara’ya bugünlerde Batılı liderlerin geliş gidişleri arttı. Almanya geldi, Hollanda gelecek. Biden aradı. Türkiye tekrar Batı ittifakı içinde yerini alıyor gibi değerlendirenler var.
Bir anda her şey geriye dönerse şaşırmayın. Sürdürülebilir bir durum yok. Politika değişti diye bakmamak lazım. Cumhurbaşkanı’nın keyfi böyle istiyor. Yarın keyfi tersini isterse tersi olur. Bunun stratejisi yok. Öyle düşünmemek lazım. Olağanüstü şartlar var. Bu ülkelerin büyükelçileri bize gidip geliyor. Ne olup bittiğini görüyoruz. İşine geldiğinde ilişkileri boz, her türlü hakareti yap, işine geldiğinde de ilişkileri düzelt. Koskoca bir ülkenin dış politikası böyle gitmez.
Seçim sistemindeki değişikliklere baktığınız zaman ittifak içinde kalmak, kalmamak, bunlarla ilgili hesabınızı matematiksel olarak mı yapıyorsunuz yoksa başka bir mantıkla mı bakıyorsunuz?
Biz henüz seçime girmediğimiz için yani oylarımızı saydırmadığımız için bizim matematiksel bir hesapla hareket etmemiz doğru olmaz. Onun haricinde sağlam bir matematik yok ki şu anda. Bizim gördüğümüz, bir yıl öncesine göre partimizin hem tanınırlığı hem de desteği çok artmış durumda. Bu kadar yükselen bir trendde bir sene sonra partimizin geleceği noktanın bugünden matematiksel bir hesabını yapıp, bugünden bir karar vermek doğru olmaz.
Bu seçim yasasının son halini de görmek lazım. Meclis’te ne olacak, ne eklenecek bakmak gerek. Komisyonda olabilir, Genel Kurulda gece yarısı değiştirebilirler. Bugünkü kendi okumalarına göre bunları yapıyorlar ama çok şey değişecek. Kendi tuzaklarına önce MHP sonra AK Parti mutlaka düşecek. Trendler öyle. Biz yükselişteyiz, iktidar düşüşte. Biz hiç önemsemiyoruz. Stratejimizi değiştiren bir konu değil. Bildiğimiz yolda devam ediyoruz.