Aran’ın açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:
“Yeni ekonomi politikası doğrultusunda büyümeyi desteklemek amacıyla ihracat kredilerimizin payını yüzde 12’den yüzde 15’e çıkarttık. Yeni ekonomi modelimiz üretimi, ihracatı, yatırımları önceliklendiren bir model ve Türkiye’nin büyürken cari açık vermek gibi kronik sorununu çözmek için yola çıkıldı. Büyürken cari açık vermeyen bir ülke olmak yapısal bir dönüşüm ve çok ciddi bir yatırım gerektirir. Bankalar da kredi gücünü bu alanda kullanacak. Bu çok netti bizim için. Bu doğrultuda da tüm kredilerimizi bu alana seferber ettik. Bu dönüşümü desteklediğimizi düşünüyorduk. Faiz indirimleri öncesi biz bu alanları çok rahat bir şekilde kredilendirebiliyorduk“
“Faiz indirimleri ile birlikte, faiz indirimlerinin yan etkisi olan yüksek enflasyonla baş edebilmek için Merkez Bankası’nın makro ihtiyati tedbirler kapsamında krediyi sıkılaştırmaya başladı. Bu bizim için ne istendiğine dair mesajın biraz karışmasına ve hareket alanımızın daralmasına neden oldu. Öte yandan çok uzun vadeli menkul tesis etme gibi bir durumla karşılaştık.”
“Bankalar kendi kredi kapasitelerini daraltmamalı ve bu yönde kararlar alınmamalı ve bu kararlar gözden geçirilmeli. Öte yandan müşterilerin tasarruf tercihlerine saygı gösterilmeli. Özellikle kur korumalı mevduatta yüzde 20 gibi bir dönüşüm oranımız var. Bunun üzerine TL/YP dengesi yüzde 50-50 olmazsa şu kadar menkul kıymet tesis edeceksiniz’ denmesinin ne büyümeye, ne istihdama, ne yatırıma bir faydası yok. Üstelik bizi de bunları desteklemekten alıkoyuyor.”
“2. Finansın Geleceği Zirvesi’nde yaptığım konuşmada, anladığımız politikaları desteklemek adına bankalara da destek olunması gerektiği ve bu desteğin de Merkez Bankası tarafından verilmesi gerektiğini ifade etmiştim. Sanki ekonomi politikasına veya Hazine Bakanı’na karşı bir şey söylemişim gibi bir algı yaratıldı; oysa doğrudan adreslediğim yer teknik bir konuydu.”
“Enflasyonu düşürmek için kullanılan araçlar oranlı ve birbiriyle uyumlu olmalı.Krediye erişimde güçlük olmasının ekonomik aktivitede sorunlara yol açıyor. KOBİ’lerin krediye erişimi sorunsuz devam ediyor ama büyüklerin krediye erişiminde sorunlar olduğu için imkanı olanlar özel sektör tahvili çıkartarak bu sorunu çözmeye çalışıyor. ‘Büyükler önce elindeki Dövizi satsın, sonra krediye başvursun ki enflasyonla mücadele sonuç versin’ deniyor. Bunu dengeli olarak yapmak gerekiyor. Arzu edilen sonuçla, sonuca gitmek için kullanılan araçların orantılı ve birbiriyle uyumlu olması gerekiyor. Burada arzu edilen sonuçla, sonuca götürecek olan enstrümanların seçimi konusunda kantarın topuzunun kaçtığını düşünüyorum. Menkul kıymet yoluyla bu konuları düzenlemeye çalışmanın riskli alana geldiğine işaret etmeye çalışıyorum. Bu tür konularda bu yaklaşımların dozunu iyi ayarlamak lazım.”
“‘Menkul kıymet almanız gerekir’ kuralı geldiğinde, bu sırada Hazine sadece 20 yıllık tahville borçlanırsa, siz de 20 yıllık tahvil almak zorunda kalabilirsiniz ama ben bunu riskli buluyorum. Bunun zorla ve kuralla yaptırılmaması gerekir. Bir an evvel serbest piyasa kurallarına dönmemiz gerektiğini düşünüyorum. Türkiye ekonomisini bugüne getiren şey serbest piyasa ekonomisini tercih etmemiz ve bu yolda ilerlememizdir. Bu tarz kural getirerek 20 yıllık borçlanmaya teşvik etmenin serbest piyasa koşullarını fazla zorlamak olduğunu düşünüyorum, doğru bulmuyorum.”