Türkiye’de cezaevi deyince akla gelen ilk elektrikli aletin kettle olmasını, yıllardır hapiste olan HDP Eş Genel Başkanlarından Selahattin Demirtaş’a borçluyuz. Her ne kadar biz henüz kettle’dan tweet atmayı başaramamış olsak da (bu konuda çabalarımız sürüyor), şu güne kadar mutfaklarımızda sadece su kaynattığımız kettle’ın aslında “profesyonel düzeyde” bir “pişirici” olduğunu hapse girince anladık.
25 Nisan 2022’de tutuklandık. 26 Nisan’da Mücella Yapıcı ile paylaştığımız hücremize gelen ilk (henüz tek olacağını bilmiyorduk) elektrikli alet bir kettle’dı. Beyaz (ve şimdiden emektar kademesine ulaşan) kettle’ımız ilk gün normal işlerini yerine getirdi: poşet çay yapmak için su kaynattı.
Kuştepeli Nalan’dan kettle’da Türk kahvesi tarifi
Kantin listesinden seçtiğimiz ürünlerden biri Türk kahvesiydi. Listede saf saf kahve makinası aradım. Tamam, hani şu fişe takılan, eski usul kahve cezvelerinden vardır diye düşündüm. Aslen havalı Türk kahvesi makinesi değil. Ama yoktu. Cezaevi kantininin (inanmazsınız) bile bir mantığı var. Pişiremeyeceğiniz ya da yapamayacağınız herhangi bir şey satmıyorlar. Yani Türk kahvesi satıldığına göre -düz mantık- pişirmenin de bir yolu var.
Sonraki günlerde sıkça yapacağımız üzere, derhal avluya başvurduk (Avluya başvurmak: 10 hücrenin camlarının baktığı avluya doğru seslenip soruyu sormak, dokuz odadan birinin soruyu yanıtlamasını beklemek). Avlu, sonraki günlerde sıkça yapacağı üzere derhal dile geldi.
Aşağı odalardan birinden Kuştepeli Nalan tarifi uzatıverdi.
Bir su bardağı su için bir çorba kaşığı Türk kahvesi, kettle’a koy, kapağı açık kalsın. Önce azıcık karıştır, sonra kaynamasını bekle, gözünü ayırma ki taşmasın. Tarifi dinledim, sanki ömrüm boyunca kettle ile kahve yapmışım gibi, Nalan’ın verdiği ölçüyü beğenmedim!
Bir çorba kaşığı yerine yarım çorba kaşığı kahve koydum, niye, hiç belli değil. Haliyle ilk kahve pişirme deneyimimiz fiyasko oldu. İçilemeyecek kadar kötü! Suçu derhal kettle’a attım, zaten ne bekliyordum ki? İlk Türk kahvesi deneyimi başarısızlıkla sonuçlanınca, granül kahve istedik kantinden. İlk bardağı içtiğimizde “normalde” neden granül kahve içmediğimizi derhal hatırladık, çünkü çok kötü!
Mecburen kettle’da Türk kahvesine söylene söylene geri döndüm. Bu sefer Nalan’ın sözünü dinleyerek. Doğru tahmin: mis gibi oldu, bol köpüklü, kocaman, lezzeti de kıvamı da yerinde.
Püf noktası: kahveyi pişirir pişirmez kettle’ı epeyce bir yıkamak ve kahveden arındırmak gerekiyor. Neden? Çünkü odanızda tek kettle bulundurabiliyorsunuz. O sizin velinimetiniz. Hem kahve, hem sıcak su, hem de yemek pişirme aletiniz (ki bu kısma ben de başta çok ikna olmamıştım), o yüzden kendisine gözünüz gibi bakmanız gerekiyor.
Günde iki kere kahve yapınca, içi azıcık kahverengileşiyor ama genel kanı, hakkıyla kullanılan bir kettle’ın üç dört ay idare ettiği. Biz sevgili beyaz kettle’ımızla vedalaşmak üzereyiz mesela, kapağı kırıldı, içinin rengi artık çok beyaz sayılmaz. Sanırım kendisi ile son günlerimiz. Bunu verip yenisini alacağız. Mücella bu sefer renkli bir kettle istiyor, bakalım kısmet!
Kettle yoksa akşamları sıcak yemek ihtimaliniz yok
Hah, ne diyordum? Yemek! Cezaevinde kurumun verdiği yemek, öğle yemeği ise saat 11:30 gibi, akşam yemeği ise saat 15:30-16:00 gibi geliyor. Hafta sonları bu saatler daha da öne çekiliyor. Saat 10:30-11.00/13:30-14:00 gibi düşünebilirsiniz.
Bu tabi, öğle yemeği neyse ama akşam yemeğini makul bir saatte yemek istiyorsanız, bir şekilde ısıtmanız gerektiği manasına geliyor. Yani kettle ya da semaveriniz yoksa (semaver ayrı bir başlık) akşamları sıcak yemek ihtimaliniz yok. Yemek ısıtmak canımız ciğerimiz kettle’ımızın önemli işlevlerinden biri, Cezaevindeki en önemli malzemelerden biri buzdolabı poşeti.
Bakırköy Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu’ndaki 1300 kadının İstanbul’un toplam “orta boy buzdolabı poşeti” kullanımının belirgin bir yüzdesini kapladığına eminim. Buna memleketteki diğer cezaevlerini de eklersek bence orta boy buzdolabı poşetlerinin yarısına yakını cezaevlerinde tüketiliyor, kanıtlayamam ama eminim.
Yemek ısıtmak için iki temel şeye ihtiyacınız var: kettle ve buzdolabı poşeti. Tabi bir de canımız kettle’ımızın sağlığını korumak için temiz su. Zira çeşme suyu kettle’ımızın bile sağlığına zararlı (temiz suyun 1.5 litresi 3 lira bilgisini de buraya bırakıp devam edeyim).
Cezaevinde yemekler kapıya bir yemekhane arabasıyla geliyor, kantinden edindiğimiz plastik saklama kaplarını mazgaldan uzatarak içine yemekleri alıyoruz. Saklama kaplarının büyükleri mazgala sığmıyor, en küçükleri de çok az yemek alıyor, ideal olan orta boy.
Burada herşeyin orta boyu ideal. Saklama kabının, buzdolabı poşetinin, insanın (Tamam, çok alakasız biliyorum ama ben buraya büyüğüm mesela. Boyum 1.75 ve yatağa sığmıyorum. Bileklerimden itibaren ayaklarım yatağın dışında kalıyor. Orta boy olsam, sığardım). Tamam tamam kettle’a geri dönüyorum.
Yemek geldi, mazgaldan aldık. İlk işlem: yağını ve suyunu süzmek, yemeğine bağlı olarak sıcak sudan geçirmek. Sağımızda, solumuzda on yıllardır hapse girip, çıkan makbul miktarda insan olduğu için bunları az buçuk dinlemiştik tabi ama inanın, yaşamak başkaymış ☺
Evet, ne diyorduk? Yemeği süzdük. Hemen yiyeceksek iyi, ısıtma derdi yok, yemek sıcak ama akşam yemeğiyse, işte o mesele. Süzdükten sonra saklama kabında, sıcak kalsın diye havluya sarma, birkaç sıcak kabı üst üste koyma gibi türlü numaralar çekiyoruz elbette ama sonuç pek başarılı değil. O yüzden canımız kettle ve orta boy buzdolabı poşeti akşam saatlerinde devreye giriyor.
Yemek saklama kabından iç içe geçirilmiş iki buzdolabı poşetine transfer oluyor. İki poşet önemli. Kettle’ımız genel olarak iyi huylu ve bizimle işbirliği içinde ama her zaman torbanın su alma riski var, o yüzden iki poşet sağlamcılığı önemli. Poşeti sıkı sıkı bağlıyoruz, hali hazırda kaynamış suyla dolu kettle’ımıza sallandırıyoruz.
Kettle kapağı açıkken çalışmaya devam eden akıllı bir alet. Yeter miktarda kaynamaya devam eden suyun içinde tutuyoruz poşetleri. Çorbaysa daha uzun, yemekse daha kısa mesela. Ama beş on dakikada olay tamam genellikle.
Elinizi, kolunuzu buharda yakmadan (tabi ki ilk günler yaktık, artık profesyoneliz) torbaları çıkarıp, saklama kaplarına geri dönüyoruz. Yemek mis gibi sıcak, hazır. Deneyim arttıkça, cesaret de artıyor. Bir sefer iki yemek ısıtmaya başlıyorsunuz mesela farklı torbalarda, kettle’ın kapak yerine de ekmek ya da lavaş yerleştirip tek seferde onu da aradan çıkarıyorsunuz. İşte bunlar hep deneyim!
Avludan kettle’da börek ve tost tarifi
“Avlu’ya sorun” cezaevinin en önemli deneyim paylaşım ağı. Çoğunlukla yüzlerini hiç görmediğiniz “seslerden”, belki onların da hiç görmediği seslerden öğrendiği tarifleri alıyorsunuz. Ben aslında Türk kahvesi ve yemek ısıtma tarifleriyle zaten epey büyülenmiştim ama bunun bir de pişirme aşaması olabileceğini hiç düşünmezdim, varmış!
Doğru anımsıyorsam, pişirme aşamasını ilk kez, tutuklanmamızın sanırım ikinci haftasında, “avlu”dan gelen kettle’da börek ve tost yapıldığı haberiyle duydum. Tıpkı Türk kahvesinde olduğu gibi, ilk anda elbette hiç ikna olmadım. (Sonraki zamanlarda kettle’da pişmiş tostlar, börekler, hatta içli köfteler yiyeceğimi elbette henüz bilmiyordum.)
Kolayından başlayalım, tost! Cezaevi idaresi her gün her tutuklu ve hükümlüye bir adet ekmek veriyor: beyaz ekmek, kepek ekmeği ya da tuzsuz ekmek arasından seçim yapıyorsunuz. Bizim genel olarak seçimimiz kepek ekmeği. Ama bizim pofuduk ekmek dediğimiz ve nedense yerken poğaça yiyormuş gibi hissettiğimiz tuzsuz ekmekten de haftada bir alıyoruz. Her ikisi de tost için uygun ekmekler. İyisi bir ya da iki gün beklemiş ekmekle oluyor tostun.
Önce içine canınız ne isterse koyuyorsunuz. Biz tabi canımızın istediğiyle değil, kantin listesiyle sınırlıyız. Burada peynir çeşitliliği fena değil. Kaşar peynir, örgü peyniri, İzmir tulumu, süzme beyaz peynir, labne kantinden alabildiklerimiz. Tabi bu hep bir ekonomi meselesi. Kantin alışverişi yapacak ekonomik gücünüz yoksa, ki olmaması yüksek ihtimal, cezaevinin haftada bir kez verdiği bir büyükçe dilim (ama ince) beyaz peynir ve bir üçgen peynirle idare etmeniz gerekiyor.
Kantinden alışveriş yapabiliyorsanız tereyağ alabiliyorsunuz. Yapamıyorsanız haftada bir otel kahvaltılarında gelen paketli küçük tereyağlarından alıyorsunuz.
Tost sadece peynirli mi derseniz, istikamet yine kantin. Sucuk, salam, pastırma kantin listesinde var, evet bildiniz, paranız varsa. Kantine 25 Nisan’dan 25 Temmuz’a kadar geçen sürede dört kez zam geldiğini de not etmiş olayım. Elbette cezaevi de, enflasyondan payına düşeni alıyor.
Peyniriniz ve içine ne isterseniz koyabileceğiniz malzemeleriniz hazırsa, tosta girişebiliriz. Azıcık bayat ekmeği tereyağ, peynir ve sucuk ya da canınız ne istiyorsa onda dolduruyorsunuz, ekmeğin üstüne de azıcık tereyağ sürüyorsunuz. Sonra sıra orta boy buzdolabı poşetine geliyor, evet, yine! Ekmeği, havasını tamamen ala ala buzdolabı poşeti – 1 ile iyice sarıyoruz. Sonra ikinci buzdolabı poşetine yine aynı şekilde sarıyoruz ve buzdolabı poşetini sıkı sıkı düğümlüyoruz. Kettle’ımız zaten çalışıyor o ara, su çoktan kaynamış torbayı kettle’a sallandırıveriyoruz. Ben iki tostu aynı anda pişirdim. Üç de denemedim ama olmadı.
Tostu kettle’da pişirme süresi yaklaşık 10 dakika. Kettle’ın yine kapağı açık, sürekli çalışıyor. (Cezaevinde hücre/koğuş aydınlatmaları hariç, prizlerdeki elektriğin parası tutuklu ve hükümlüden tahsil ediliyor, yani kullandığımız elektriğin parasını ödüyoruz, üstelik de mesken değil, sanayi elektriği kontenjanından. Dokuz metrekarelik, tek prizli ilk hücremizin bir aylık faturası 130 lira geldi mesela.)
Tamam, tosta geri döndüm! Tost poşetlerini on dakika sonra, kettle’dan alıyoruz ve püf noktası: tostları torbadan çıkarıp, bir tabağa koyup, üstlerini iki taraflı, saç kuruma makinesiyle kızartıyoruz. Kızarıyor, ciddiyim, denemesi bedava!
Her gün, her gün tost yiyecek değiliz. Canımız börek istiyor. (Tamam tabi ki tam börek değil ama börek niyetine yiyin işte, ne var?) börek için iç malzeme yine paşa gönlünüz kriterleri. Bu kez dış kaplama değişiyor, ekmeğin yerini kantinden gelen lavaş alıyor. Lavaşı baya baya sigara böreği haline getirmek mümkün. İçine de yine ne isterseniz koyun. Bir klasik olarak buzdolabı poşeti ve kettle. Yine yaklaşık on dakika ve peynirleri erimiş, etliyse, sucuk ya da pastırma, etleri pişmiş börek huzurda. Son dokunuş yine saç kurutma makinesi olabilir ama şart değil.
Mücella’nın cezaevleri arasında dolaşmaya aday iki keşfi
Tost ve börekten sonra, “Avlu’ya sor” bize kantin listesindeki kavurma, uskumru konserve gibi gıdaları nasıl pişireceğimizi öğretti. Konserve kolay, kutuyu kettle’ın içine sallandırıyorsun, kaynayıp duruyor, ısınıyor. Kavurma (buradaki temel gıda maddelerimizden biri, apayrı ve upuzun bir başlığı hak ediyor.
Ben hayatta kavurma gibi başka et bilmiyorum. Ne yerine yemeğe koyarsam, resmen onun tadına bürünüyor. Pilavın üzerinde döner gibi, lavaşın içinde tantuni gibi oluyor. Böyle yazınca çok karaktersiz bir et gibi göründü biliyorum ama değil, kendisine saygım büyük, kavurma çok kıymetli bir keşif. Tuzlayıp kurutmayı akıl edenler sağolsun.
Ne diyordum, kavurma, vakumlu geliyor, tabi kantin ürünü. Biz geldiğimizde 150 gram 20 liraydı, şu anda 33 lira. Heyecanla nerelere gideceğini izliyoruz. Heh, kavurma diyordum, paketli, vakumlu geliyor, sallandırıyorsunuz kettle’ın içine, pişiyor. Tabi ki avluya sorduk, tarif geldi, yaptık.
Bu, hücre arkadaşım Mücella’nın avlunun büyük takdirini toplayan ve kulaktan kulağa yayılan keşfinden önceydi. İşte o keşif mutfağımızı değiştirdi. İleride anlatacağım bir pişirme yöntemi, Çanakkale Cezaevi’nden, Silivri Cezaevi yoluyla buraya ulaşmış. Mücella’nın iki keşfinin de cezaevleri arasında dolaşacağına eminim!
Her şey Mücellâ’nın elimdeki süt kutusuna ters ters bakmasıyla başladı aslında. Ben her şeyi hemen atan bir tipimdir, kafam hiç “bu başka işe yarar mı” diye çalışmaz, yani cezaevi için aşırı yanlış bir oda arkadaşıyım. (Azıcık eğitildim, Mücella’ya sormadan hiçbir şey atmıyorum, o da her şeye kalsın dediği için, neredeyse hiç çöpümüz yok.) Süt kutusundaki süt bitti, çöpe doğru ilerlerken durduruldum! O andan itibaren yarım litrelik süt kutuları bizim kullan-at tencerelerimiz oldu! (Evet, tek kullanımlık ne yazık ki, olsa Mücella onları 40 kere yeniden kullanır ama olmuyor.)
Mücella kutuyu aldı, tepesinden açtı yıkadı ve işte tencere dedi. Sanırım tutuklanmamızın 15. günü falandı. O zamandan beri her şeyi süt kabında pişiriyoruz, ısıtıyoruz vs. pişirmek derken, küçük düşünmeyin kabın içinde soğan kavurmaktan falan bahsediyorum.
Süt kabının içi metal alışımlı olduğu için tek pişirme için ideal. Kutu sıcak suya dayanıklı, içindeki metal folyo epey iş görüyor. Dedim ya, süt kabı keşfiyle hayatımız değişti. Özel durumlar hariç (mesela püre: patates yemeği iyice yıkanır, hop çift buzdolabı poşetiyle kettle’ın içine) artık buzdolabı poşetlerine elveda dedik.
Mücella’dan mercimek ve içli köfte
Mücella mutfakta büyük oynuyor. Süt kabını keşfettiği gibi mercimek köfte hayaline daldı! Kantinde “pişirilecek” hiçbir şey satılmadığını yeniden anımsatayım ki, olaya saygınız artsın! Öğle yemeğine gelen mercimek çorba bir kenara alındı. Tencerede kuru soğan, salça ve zeytinyağı kavrulmaya bırakıldı. İnce bulgur var kantinde, kısır falan yapmak için. Birkaç saat sonra, tadını hayatımın sonuna kadar unutamayacağım koca bir tabak mercimek köfte hazırdı! Sadece ben değil, yiyen herkes kendinden geçti.
Mücella mercimekli köfteyi başarınca, hedef büyüttü. İçli köfte yapacağım demeye başladı. Ben normal şartlarda, tam donanımlı mutfakta bile içli köftenin nasıl yapıldığını asla ama asla anlayamadığım için, sadece “ne lazım” diyebildim. Ben prodüksiyon yaparım, kalanına karışmam! Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, yaptı!
Tencere ve kettle yine başrolde! Soğan kavurmanın artık haber değeri yok, alıştınız. Her yola gelen her şekle giren kavurmamız da bu kez sahnede. Kantinde ceviz de var. İç için hazırlık tamam. Aklım dış hamurun nasıl olacağına hiç basmadı, tabi ki. Sonra Mücella’yı leğende yoğurma halinde buldum. Ekmek içi, bulgur, nişasta unu (kadın cezaevlerinde çocuk olduğu için kantinde bazı normalde olmayacak ürünler satılıyor, nişasta unu onlardan biri. Bakırköy’de 50 kadar altı yaş altı çocuk var, hemen her milletten, her dilden. Gündüzleri kreşteler, sonrası koğuş.) Tamam, döndüm içli köfteye. Mücella hamuru yoğurdu, rahmetli kayınvalidesini anarak, anlatarak, Antep’ten söz ederek yaptı köfteleri. Devamı en kritik tarafı, köfteleri haşlamak!
Canımız buzdolabı poşetlerine geri döndük. Poşeti azıcık yağlayıp, poşet başına üç köfte sallandırdık kettle’a, evet, doğru tahmin, çift poşet. Köfteler su almasın! Mücella ilk denemede olağanüstü içli köfteler yaptı, tam 12 tane. Sayı önemli! Hiçbiri dağılmadı, hepsi mis gibi oldu. Son dokunuş yine saç kurutma makinesi, ufak bir kızartma operasyonu. Ben böyle şey yemedim. Evet, canım kavurma bu kez kıyma rolündeydi!
Mutfak gereçlerimiz bunca artınca ve imkanlarımız genişleyince! Mücella da tabi ki hedef büyüttü. Köfte. Kavurma yine kıyma rolüne büründü, soğanı, sarımsağı, maydanozuyla süper bir harç oldu, hoop tencereye pişmeye! Günlerdir köfte sayıklıyorduk, oldu valla.
Avluya Sor’dan tantuni tarifi
Eh ben de bunca mutfak faaliyetinden gaza geldim haliyle. Avluya Sor’dan gelen tantuni tarifine daldım. Tamam, kabul, aşırı basit ama olsun. Başladım işte. Kavurmayı kettle’da, tencere içinde pişir, kenarda taze soğanlı, domatesli salatayı hazırla, kimyonu, kekiği hazır et, kettle buharında lavaşları ısıt: buyrun size Tantuni! Canım kavurma, tantuni eti olarak da müthiş!
Mercimek köfteydi, tantuniydi, içli köfteydi derken yolumuzu bulduk. Gelen patatesleri patates salatasına çevirmek mesela artık çocuk oyuncağıydı. Sonunda iki ay geçti. Mücella ile paylaştığımız dokuz metrekarelik hücremizden M-12 denen, aslında 12 kişilik olan koğuşa geçtik, dava arkadaşımız Mine’yle buluştuk. Sonunda. Dokuz metrekaredeki mutfak icatlarımızdan sonra, gerçekten mutfak tezgahı olan bir yere gelmek mesela, rüya gibi. Bulaşıkları banyo lavabosunda değil, normal lavaboda yıkama! Neredeyse bulaşık yıkamayı seveceğim, öyle bir nimet!
Mine’nin humusu buzdolabının vazgeçilmezlerinden oldu
Yeni yerimiz hem yaratıcılığımızı arttırdı hem de imkanlarımızı. Artık iki kettle’ımız ve bir semaverimiz var mesela. Mine, yeni yerimizdeki ilk haftamızda nohutu humusa çevirdi. (Bildiniz, kantinde tahin var, pekmez de var, paranız varsa, epey bir şey var, soru net: paranız var mı?) elimizde hiçbir mutfak gereci olmadığını anımsatmak isterim. O humus bileğe kuvvet, tel maşa çatalla eziliyor. Ve şahane oluyor, artık buzdolabının vazgeçilmezlerinden!
Mücella yeni yere gelince, yer de rahat, geniş, bir tur daha mercimek köfte yaptı. Yine çok iyi oldu. Şimdi lahmacun, içli köfte gibi planları var. Bir de Mücella yaptığı ve memnun kalmadığı (ben bayıldım valla, şahaneydi) köfteyi yeniden girişecekmiş.
Semavere geçiş ve irmikli kuymak
Ama asıl heyecanlı yeniliğimiz semaver! Semaveri kettle’ın bir üst modeli pişirici gibi hayal edebilirsiniz. Aslında kendisine direkt tencere muamelesi yapılıyor. Semaverle yapılabilecek yemekler, kettle’a göre çok daha çeşitli. Avluların “Bir yerde semaver varsa, orada umut vardır” diye bir atasözü bile var! Deniz Seki, Bakırköy Cezaevinde kaldığı günleri anlattığı kitabı “Denizin Dibi”nde semaverde nasıl irmik helvası kavurduklarını anlatıyor mesela. Benim aklım tabi yine buna da basmadı ama kavuran olursa yerim, o ayrı.
Semaverin alttaki su haznesi tenceremiz. Semaver elektrikli. Dolayısıyla su haznesi ısınıyor. Susuz bir şekilde her şeyi kavurmak mümkün. Mesela irmikli kuymak! Sıvı yağla tereyağını karıştırıp, üzerine irmik eklemece, yarım saat-bir saat kavurmaca. Sonra biraz süt, biraz su, tuz, kaynat. Bir paket rendelenmiş kaşar ekle, iyice pişir, e oldu işte. Ya da kahvaltılık sos: domates ve biber salçasını kavur, ceviz ve sarımsak ekle. Oldu da bitti.
Banyo lifinden süzgeç
Dar alan ve imkansızlıklar hayal gücünü inanılmaz geliştiriyor. Hapishanede her saniye bir beyin jimnastiği! Mesela süzgeç. Başta pet şişeleri delerek süzgeç yapıyorduk. Yağlı yemeklerde hem temizlemesi zor hem de fonksiyonunu tam olarak yerine getiremiyor. Sonra bir gün, tabiki Mücella, banyo lifini kestirdi gözüne. Kantinden yeni banyo lifi istedik. O banyo lifleri açıldı ve şimdi süzgeç olarak kullanıyoruz. Mis gibi de çalışıyor valla. Üstelik tek kullanımlık da değil. Yıka, yıka kullan!
Anlatmıştım ya, buzdolabı poşetinde tost diye. O tabi henüz çıraklık dönemlerimiz. Dedim, hiçbir şey atılmıyor. Çerez paketleri de. Mücella’nın keşiflerinden biri de ayçekirdeği paketinden tost paketi yapmak. Kesinlikle buzdolabı poşetinden daha iyi sonuç veriyor, zira iç yapısı süt kutusuna benzer, ısıyı içeri hapsediyor.
Evet, bildiniz, artık çerez paketlerini de atmıyoruz. Tost önce buzdolabı poşetine, sonra yine havası alınarak bu kez çerez paketine giriyor. Henüz yapmadık ama kilitli bir hazır kahve paketimiz var, kendisinden büyük performans bekliyorum. Kahvesinden bir fayda görmedik, bari paketi işe yarasın!
Kavanozda çay demlemek (pre-semaver era), kavanozun tepesine banyo lifinden çay süzgeci yapmak (Mine’nin icadı), pet şişelerin altını delerek, şişeyi de keserek çatal-bıçaklık yapmak derken, bir çeşit survivor meets masterchef işte.
Bir hayat kuruyorsun, hiç beklemediğin, tahmin etmediğin icatlar yapıyorsun ve hayatı bildiğin gibi yaşamaya, kahkahayla ve neşeyle, devam ediyorsun.
Neymiş, kapatılmışsın, hadi oradan!
Not: Burada bir tarif defterim var. Her icadı, her yemek tarifini yazıyorum. Cezaevlerindeki arkadaşlarıma mektupla tarifler gönderiyorum. Çünkü neden olmasın! (BİANET)