Amerika Birleşik Devletleri ilk kurulduğu yıllarda vatandaşlarının dışa dönüklüğüyle tanınıyordu. Amerikalılar sadece yeni kiliseler ve yeni şehirler inşa etmek için yola çıkmıyorlardı. Alexis de Tocqueville’in yazdığı gibi, dernekleri “binlerce farklı türdeydi… dini, ahlaki, ciddi, beyhude, çok genel ve çok sınırlı, son derece büyük ve çok küçük.”
Amerikalılar sosyal gruplar oluşturmakta usta görünüyorlardı: siyasi dernekler, işçi sendikaları, yerel üyelikler. Sanki kıtanın kendisi, sakinlerine canlı bir sosyal metabolizma aşılamıştı; dışarı çıkmak ve takılmak için bir şevk. “Bana göre hiçbir şey Amerika’daki entelektüel ve manevi derneklerden daha fazla ilgiyi hak etmiyor.”
Son birkaç on yılda bir şeyler değişti. 1970’lerden sonra Amerikan dinamizmi azaldı. Amerikalılar bir yerden bir yere daha az taşındı. Kiliselerine ve tapınaklarına gitmeyi bıraktılar. 1990’larda sosyolog Robert Putnam, Amerika’nın sosyal metabolizmasının yavaşladığını fark etti. Yalnız Bowling kitabında, Amerika’nın dernek kurma ve derneklere katılma tutkusunun serbest düşüşte olduğunu kanıtlamak için yığınla istatistiksel kanıt topladı. Kitap kulüpleri ve bowling ligleri iflas ediyordu.
Putnam, Amerika’da antisosyal bir devrimin ilk yağmur damlalarını hissettiyse, artık sağanak tamamen gelmiştir ve hepimiz sele kapılıp gidiyoruz.
2003’ten 2022’ye kadar Amerikalı erkekler ortalama yüz yüze sosyalleşme saatlerini yaklaşık yüzde 30 azalttı. Evli olmayan Amerikalılar için bu düşüş daha da büyük, yüzde 35’ten fazla. Gençler için ise bu oran yüzde 45’ten fazla. Yaşları 15 ila 19 arasında değişen kız ve erkek çocuklar haftalık sosyal etkinliklerini haftada üç saatten fazla azalttılar. Kısacası, ABD tarihinde insanların kendi başlarına daha fazla zaman geçirdikleri başka bir döneme ilişkin istatistiksel bir kayıt bulunmuyor.
Peki ne olmuş böyle olduysa diye sorulabilir.
Yalnızlık, aslında yalnızlık değildir. Sadece bununla da kalmayıp, yalnızlığın dokusunun da değiştiğine dikkat çekilebilir. Yalnızlık her zamankinden daha az münzevi. Tüm telefon görüşmeleri, mesajlaşmalar, e-postalaşmalar, iş sohbetleri, DM’leşmeler ve paylaşımlarla, eşi benzeri görülmemiş terabaytlarca kişilerarası iletişim üretiyoruz. Eğer Amerikalılar mutlu olsalardı -kendileri, arkadaşları, ülkeleri hakkında- o takdirde tek kişilik eğlenceler hakkında mızmızlanmak aptalca gelecekti.
Ancak 2020’li yıllardaki Amerikalılar için yalnızlık, endişe ve memnuniyetsizlik adım adım yükseliyor gibi görünüyor. Anketler Amerikalıların, özellikle de genç Amerikalıların, kendi hayatları hakkında daha önce olmadığı kadar endişeli ya da ülkenin geleceği hakkında daha depresif olduklarını gösteriyor. Gençlerde depresyon ve umutsuzluk her yıl yeni rekorlar kırıyor. Yakın bir arkadaşı olduğunu belirten gençlerin oranı ise hızla düşüyor. NBC anketörleri 2023 yılına gelindiğinde, “Anketin 30 yılı aşkın tarihinde daha önce hiç bu düzeyde sürekli bir karamsarlık görmemiştik” diyorlar.
Dışarıda daha fazla vakit geçirmenin her sorunu çözeceğini zannetmiyorum. Fakat insanların diğer insanlarla biraz daha fazla zaman geçirmesi ve bizi dünya hakkında endişelendirmek ve umutsuzluğa düşürmek için tasarlanmış dijital içeriklere biraz daha az zaman ayırması halinde ABD’deki her sosyal krize bir nebze yardımcı olabileceğini düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz yeni yüzyılda Amerikalılar, etten ve kemikten oluşan dünyada kendilerini yoldaşlıktan mahrum bırakarak, bunun yerine kendi başlarına, ekranlara bakarak geçirdikleri zamanı uzatmayı (ve giderek artırmayı) tercih eden ulusal bir deneye kolektif olarak boyun eğdiler. Bu tuhaf bir deney oldu. Sonuçları da pek hoş olmadı.
Amerika’da dışarıda vakit geçirmenin ne kadar azaldığına dair net bir resim elde etmek için geçtiğimiz haftayı, ABD’de insanların günlerini nasıl geçirdiklerine dair yıllık bir hükümet anketi olan Amerikan Zaman Kullanım Anketi’ne göz atarak geçirdim. ATUS’taki ekonomistler, bir düzineden fazla demografik grup için sosyalleşmeye, yani yüz yüze etkileşime harcanan zamanı dikkatle takip ediyor.
Genel olarak, gerçek dünyada sosyalleşme hem erkekler hem de kadınlarda; her yaş, her etnik kökende; tüm gelir ve eğitim seviyeleri için azalmış durumda. COVID-19 yalnız geçirilen zamanı açıkça artırmış olsa da bu eğilimler pandemiden öncesine dayanıyor. En keskin düşüşler gençler, yoksullar ve Siyah Amerikalılar arasında olmuş. Kadınlar ve 20’li yaşlardaki gençler belirli bir hafta içinde en fazla sosyal zaman geçiren grup olurken, düşük gelirli, orta yaşlı ve evli olmayan erkekler en az bir araya gelenler arasında. Yüz yüze vakit geçirmenin ötesinde, gönüllü olarak çalışan Amerikalıların oranı ve hafta sonları dini ayinlere katılan Amerikalıların oranı da dahil olmak üzere, diğer bazı sosyalleşme biçimleri de son 20 yılda yaklaşık üçte bir oranında azalmış.
Verilerden ortaya çıkan en ilginç eğilimlerden biri, birçok Amerikalının sosyal zamanlarında insanları evcil hayvanlarla değiştirmiş olmasıdır. Amerikalıların evcil hayvanlarıyla geçirdikleri ortalama süre son 20 yılda yaklaşık iki katına çıkmış – hem daha fazla insan evcil hayvan edindiği için hem de onlarla daha fazla zaman geçirdikleri için. 2003 yılında tipik bir kadın evcil hayvan sahibi, kedisi veya köpeğiyle oynamaktan çok insanlarla sosyalleşmeye zaman ayırıyordu. 2022 yılına gelindiğinde ise bu durum tersine döndü. Evcil hayvanı olan ortalama bir kadın, herhangi bir günde hemcinsleriyle yüz yüze takılarak geçirdiği zamandan daha fazlasını evcil hayvanıyla “aktif olarak ilgilenerek” geçiriyor.
Dışarıda vakit geçirme bunalımı özellikle gençler için çok daha vahim. ATUS’a göre, gençler ve genç yetişkinler, özellikle 2010’dan bu yana sosyalleşmede açık ara en büyük düşüşü yaşadı. Aslında, bu grupta bir tür Mayday! Mayday! inişinin yaşanmadığı bir kategori bulmak gerçekten zor. Gençler daha az flört ediyor, daha az gençlik sporu yapıyor, arkadaşlarıyla daha az zaman geçiriyor ve başlangıçta daha az arkadaş ediniyor. 1970’lerin sonunda 12. sınıf öğrencilerinin yarısından fazlası neredeyse her gün arkadaşlarıyla bir araya geliyordu. 2017’de ise bu oran sadece yüzde 28’e düştü. San Diego Eyalet Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Jean Twenge, “Partilere gitmek, arabalarla dolaşmak, alışveriş merkezine gitmek ya da yüz yüze bir araya gelmekle ilgili herhangi bir şey olsun, gençler ve genç yetişkinler arasında yüz yüze sosyalleşmede çok açık bir şekilde çarpıcı bir düşüş var” diyor.
Twenge’ye gençler arasında cinsiyet veya etnik kökene göre büyük farklılıklar tespit edip edemeyeceğini sordum. Twenge, Michigan Üniversitesi’nin onlarca yıllık bir genç anketi olan “Monitoring the Future”dan aldığı verileri kullanarak bazı grafikler oluşturmuş. Bunlardan ilki, haftada iki veya daha fazla kez arkadaşlarıyla dışarı çıktığını söyleyen 12. sınıf erkek ve kız çocuklarının payını gösteriyor. 1976’dan 2022’ye kadar sosyalleşenlerin sayısı benzer bir oranda, yaklaşık yüzde 30 oranında düşmüş. Siyah gençler arasında dışarıda vakit geçirme oranı beyaz gençlere göre biraz daha fazla düşüş göstermiş.
Büyük Amerikanın içe kapanmasının temel nedenleri nelerdir?
İlk açıklama o kadar bariz ki bahsetmeye bile gerek yok; aslında bundan daha önce bahsetmiştim. Amerikalılar diğer insanlarla daha az zaman geçiriyor çünkü ekranlarıyla -televizyonları ve telefonlarıyla- daha fazla zaman geçiriyorlar. Gençlerin arkadaşlarıyla geçirdikleri zamanın yerini telefonla geçirdikleri zamanın aldığına dair kanıtlar oldukça güçlü. Twenge’nin Generations adlı kitabında yazdığı gibi, bu sadece gençlerin sosyal hayatlarını akıllı telefonlarına yönlendirmiş olmalarından kaynaklanmıyor. Daha da önemlisi, özgür 12. sınıf kızları gibi telefon kullanımında en büyük artışa sahip grupların aynı zamanda arkadaşlarıyla takılmada da en büyük düşüşü yaşaması, doğrudan bir ilişkiyi güçlü bir şekilde ortaya koyuyor. Bu bağlantısal kanıtı kabul etmeyenler için, NYU ve Stanford araştırmacılarının 2019’da yaptığı ve insanlara Facebook’u devre dışı bırakmaları için para ödemenin arkadaşlarıyla sosyalleşmek için harcadıkları zamanı artırdığını ortaya koyan rastgele bir deney de mevcut. (Deney aynı zamanda insanların televizyon izleme sürelerini de arttırmış.)
İkinci açıklama ise, hepimiz çok meşgul olmamız nedeniyle insanların daha az birlikte vakit geçiriyor olması. The New York Times’tan Jessica Grose’un belirttiği gibi, 30’lu ve 40’lı yaşlardaki insanların yirmi yıl öncesine göre daha az boş zamanı var. Anne Helen Petersen’in de belirttiği gibi, Amerikalılar dağılma eğiliminde ve ABD konut piyasasının yerleşik ortamı birçok insanı arkadaşlarından ve ailelerinden uzaklaşmaya zorluyor, bu da nihayetinde paralarıyla yalnızlığı satın aldıkları anlamına geliyor.
Bu ikna edici bir argüman ve bende yeni bir baba olarak çocuk bakımı ve iş hayatının getirdiği zorlukların sosyal zamanı son damlasına kadar nasıl tükettiğini anlayabiliyorum. Ancak veriler tüm hikayenin bu olamayacağını söylüyor. Philadelphia Fed tarafından yapılan bir araştırma, yalnız geçirilen zamanın en çok düşük gelirli ve beyaz olmayan bireyler için arttığını ve bu bireylerin çalışma saatlerinin son 20 yılda çok fazla artmadığını ortaya koymuştur. Bu durum, yalnızlığın aşırı programlı meşguliyetin bedeli olduğu fikrini karmaşık hale getiriyor. Twenge bana, en azından gençler için geçerli olduğu üzere, yoğun programlarla ilgili argümanın da kendisini ikna etmediğini söyledi. “Bazen gençlerin ev ödevlerine çok daha fazla zaman harcadıklarını duyuyorum, ancak kanıtlar bunun doğru olmadığını gösteriyor” dedi. “Aslında, ev ödevlerine ayrılan zaman son birkaç yılda azaldı. İş sahibi olan gençlerin oranı azaldı. Bazı ebeveynlerin çocuklarının programlarını tıka basa doldurmasına rağmen, genel ders dışı zaman anketlerde oldukça sabit görünüyor. Aksine, gençler bugün eskisinden daha fazla boş zamana sahip. Sadece bunu telefonlarıyla geçirmeyi tercih ediyorlar.”
Amerika’nın sosyal cazibesinin azalmasının üçüncü bir açıklaması da Bowling Alone’da açıklanan Putnam teorisi: Yalnızlığın yükselişi Amerika’nın sosyal altyapısındaki erozyonun bir parçası. Bir keresinde birisi bana toplumun en iyi tanımının “insanların ortaya çıkmaya devam ettiği yer” olduğunu söylemişti. Peki, şimdi bu tam olarak nerede? Kesinlikle kilisede değil; birbirini izleyen her nesil ebeveynlerinden daha az kiliseye gidiyor. Toplum merkezleri ya da gençlik spor sahaları da aynı şekilde. Birçokları için ayakta kalan son topluluk olan ofisin kuşkulu topluluk oluşturma gücü bile hibrit ve uzaktan çalışmanın popülerleşmesiyle zayıflamakta. Amerika bir tür ritüel durgunluk yaşıyor; toplumsal rutinlerin sayısı azalıyor, bireyler ve seçtikleri yalnızlık için eğlence ve güç daha fazla önem kazanıyor.
Bu üç hikayeyi bir araya getirdiğinizde ortaya şöyle bir şey çıkıyor: Yüz yüze ritüeller ve gelenekler zamanımızı daha az, yüz yüze teknolojiler ise dikkatimizi daha fazla çekiyor. Kaçınılmaz sonuç ise bir yüz yüze vakit geçirme depresyonu oluyor.
Gençler için tüm bunlar gerçek depresyonla açıkça bağlantılı görünüyor. Genç yalnızlığı, genç umutsuzluğu, depresyonu ve intihar düşüncesi ile birlikte son on yılda artış göstermiştir. CDC’nin Gençlik Risk Davranışları Gözetim Sistemi’ne göre, “sürekli üzüntü veya umutsuzluk duyguları” yaşadığını söyleyen genç kızların oranı yüzde 36’dan yüzde 57’ye yükselirken, intiharı düşündüğünü söyleyen kızların oranı da aynı on yıl içinde yüzde 50 artış gösterdi. Ne sosyalleşmedeki düşüşün ne de ruhsal sıkıntılardaki artışın daha önce kaydedilmiş bir örneği var.
Genç depresyonundaki artış, akıllı telefonların ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla aynı döneme denk geliyor. Twenge bana, “Gençlerde anksiyete ve depresyonun 2012’den itibaren yükselişe geçmesi çok şüpheli, çünkü Amerikalıların yüzde 50’sinin bir akıllı telefona sahip olduğu, sosyal medyanın isteğe bağlı olmaktan çıkıp neredeyse zorunlu hale geldiği ve akıllı telefonların ön kameralara sahip olduğu dönem tam da bu zamana denk geliyor” yanıtını verdi. Twenge ve sosyal psikolog Jonathan Haidt gibi akademisyenler, telefonların kısmen sağlıklı ergen gelişimi için gerekli olan fiziksel dünya ilişkilerinin varlığını azaltarak Amerika’nın gençleri arasında bir anksiyete krizine yol açtığını defalarca savundular. İnsanlara dokunmayı ekrana dokunmayla değiştiren Amerikan gençliği, daha önce hiç görmediğimiz kadar yalnız ve melankolik bir çocukluk yaşıyor.
ATUS verilerini incelerken, mutluluk ve refah üzerine şimdiye kadar yapılmış en uzun süreli çalışma olan Harvard Yetişkin Gelişimi Çalışması’nı yeniden hatırladım. Geçen yıl, araştırmanın yöneticileri çalışmalarının “basit ve çarpıcı sonucunun” mutluluğun anahtarının iyi ilişkiler olduğunu gösterdiğini söylemişlerdi. Birçok insanın fiziksel sağlık kavramına aşina olduğu gibi, sosyal sağlık kavramına da aynı derecede açık olmamız gerektiğini ifade ettiler. Vücudumuza gösterdiğimiz özeni ilişkilerimize de göstermeliyiz.
Halk sağlığı uzmanları, kalori miktarı ve yürümeyi engelleyen çevresel faktörler gibi bazı modern olguların obezitenin artışına nasıl katkıda bulunduğunu rahatlıkla dile getiriyorlar. Diyetle ilgili hastalıklardaki artışın bir diğer açıklaması, insanların karbonhidrat, şeker ve üretilmiş lezzetler açısından çok zengin modern bir gıda sistemi için “evrimleşmemiş” olduklarıdır. Kalori kıtlığıyla yüzleşmek üzere tasarlanmışken, kalori bolluğunun olduğu bir dünyaya adım attık. Bu uyumsuzluğun sonucu obezite krizi ve fiziksel uygunluktaki diğer felaketlerdir.
Amerika’nın sosyal sağlığının bozulmasını açıklamak için de benzer bir çerçeve hayal edilebilir. Bu dünyaya başkalarının varlığını arzulayarak geliyoruz. Ancak birkaç modern eğilim ( genişleyen yapılaşmış çevre, kilisenin zayıflaması, insanları arkadaşlarından ve ailelerinden uzaklaştıran sosyal hareketlilik gibi ) bizi yetişkinler olarak kopukluğa davet edecek şekilde dağıtıyor. Öte yandan tehlikeli bir dünyadan evrimsel bir kalıntı olarak felaketlere karşı dikkatimizi vermek üzere mükemmel bir şekilde tasarlanmış durumdayız. Ancak ekranlar, fiziksel dünya deneyimimizin bir kısmını, açgözlü dikkatimizi saatlerce çekmeye yetecek kadar çok gösteriş ve felakete sahip dijital bir simülasyonla değiştirdi. Bu cihazlar bizi öylesine içine çekiyor ki onlarla meşgul olmak ve diğer insanlarla birlikte var olmak çok zor.
Bu eğilimlerin toplam sonucu, hem itildiğimiz hem de duygusal olarak hazırlıksız olduğumuz bir yalnızlık seviyesine doğru çekildiğimizdir. Sartre cehennemin diğer insanlar olduğunu söylemişti. Belki de öyledir. Lakin alternatifi daha korkunç.
Kaynak: https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2024/02/america-decline-hanging-out/677451/
Çeviri: Hasan Ayer.