Çarşamba günü Şam’daki Esad Köprüsü yakınlarında meydana gelen ve 14 askerin ölümüne ve çok sayıda kişinin yaralanmasına neden olan bombalı saldırının sorumluluğunu henüz kimse üstlenmedi. Ancak bundan kısa bir süre sonra Beşar Esad, Suriye Hava Kuvvetlerine ait jetleri İdlib Eyaleti’ndeki isyancıların kontrolündeki Eriha ilçesini bombalamaya göndererek aralarında çocukların da bulunduğu en az sekiz kişiyi katletti.
Şam’ın isyancılardan gelen ilk tepkilerden tatmin olacağı şüpheli. Bu süreçte İdlib ve Eriha, Suriye’deki savaşın ana çatışma sahası haline geldi. Ancak bu savaş, yalnızca rejim ile orada konuşlanan binlerce milis arasındaki savaşı değil.
İdlib aynı zamanda bir tarafta Suriye ile Rusya’nın, diğer tarafta ise Türkiye’nin olduğu ve bu iki tarafın da askeri bir karşılaşmaya sürüklendiği bir çatışma bölgesi.
Rusya, son birkaç yıldır Suriye genelinde faaliyet gösteren isyancı güçler ile Suriye ordusu arasında yerel boyutta ateşkesler sağlamak için büyük çaba sarf ediyor. Suriye ve Rusya güçleri, bu anlaşmaların bir parçası olarak, hükümet güçlerinin tahliye ettikleri kasabaların ve şehirlerin kontrolünü ele geçirme süreçlerinde, yanlarında yalnızca kişisel silahlarını taşımaları ve taşıdıkları ağır silahları geride bırakmaları şartıyla milislerin memleketlerinden ayrılıp İdlib’e yerleşmelerine izin verecekleri taahhüdünde bulundu.
Meseleye kâğıt üzerinde baktığımızda, bu sözleşmelerin müzakere edilmiş anlaşmalar olduğunu görüyoruz, ancak pratikte, Rusya ve Suriye ordusu militanlara başka bir seçenek bırakmadı: Ya kendilerinden büyük güçler karşı savaşmaya devam edecekler ya da teslim olacaklar.
Bu süreç, yapılan anlaşmalardan sorumlu olan Suriye’deki Rus Koordinasyon Gücü’nün geçtiğimiz günlerde Suriye’nin güneyindeki Dera vilayetinde 16 şehir ve köyle anlaşmaya vararak yaşanan çatışmalara son vermesiyle hala sürüyor. Ateşkes anlaşması, Rus askeri inzibat teşkilatının ve rejim yanlısı milislerin eşlik ettiği Suriye ordusunun bölgeye girerek kontrol etmesini sağlayacak.
Milis savaşçılarına ev sahipliği yaptıktan sonra en son onlar için bir müstahkem mevki halini alan İdlib, günümüzde ağırlıklı olarak Heyetu Tahriru’ş Şam’ın kontrolünde. HTŞ, 2017 yılında, aralarında en büyüğü ve en önemlisi geçmişte El-Kaide’nin Suriye’deki kolu olan Cebhetü’n-Nusra olmak üzere çeşitli radikal İslamcı militan grubun bir araya gelmesiyle kuruldu. Tahriru’ş Şam, Türkiye’nin de verdiği güvenceyle, bu vilayetin büyük bölümünü adeta Suriye içinde ayrı bir ülkeymiş gibi yönetiyor.
Rusya ile Türkiye arasında üç yıl önce imzalanan bir anlaşmaya göre, Türkiye’nin İdlib’deki milisleri silahsızlandırması ve Tahriru’ş Şam askerlerini bölgeden göndermesi bekleniyor. Ancak anlaşma, şu ana dek çoğunlukla kâğıt üzerinde bırakıldı.
Rus savaş uçakları, Şubat 2020’de İdlib’i bombalayarak 50 Türk askerini katletmişti. Rusya ile Türkiye arasında yaşanan gerilim, Ankara’nın Moskova’yı Türk askerini kasten hedef almakla suçlamasıyla zirveye ulaştı. Rusya, bu suçlamalara Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en başından beri orada bulunmak için hiçbir meşru sebebi olmadığını ve Türkiye’nin bölgedeki varlığını Ruslarla koordine bir şekilde sürdürmediğini söyleyerek yanıt verdi.
İki taraf, gerilimin daha da tırmanmasını önlemek adına 2018’dekine benzer şartlarla yeni bir ateşkes anlaşması imzaladı. Ancak bu anlaşma da önceki gibi bölgedeki militanların silahsızlandırılmasını veya hem Rusya hem de Suriye’nin terörist olarak gördüğü Tahriru’ş Şam’a bağlı savaşçıların sınır dışı edilmesini sağlamadı.
Görünen o ki Türkiye, Rusya’ya olan taahhütlerine rağmen bölgedeki milislere kendi iradesini dayatmakta büyük güçlük çekiyor. Ancak bunun için acele ettiği de söylenemez. Türkiye, İdlib’in kontrolünü, Moskova’dan Suriye’nin diğer bölgelerindeki nüfuzuna ilişkin tavizler almak için kullanabileceği bir pazarlık aracı olarak görüyor. Türkiye, Rusya’nın, Kürt güçlerini kendi topraklarıyla Suriye arasındaki sınır bölgesinden, özellikle de Menbic ve Tel Rıfat şehirlerinden tahliye etme sürecinde üstüne düşeni yapmadığını öne sürüyor. Dolayısıyla Ankara, Moskova’nın militanları İdlib’den kovma taleplerine cevaben, Rusların anlaşmanın üzerlerine düşen kısmını yerine getirmesini ve Kürt savaşçıları sınır dışı etmesini talep ediyor.
En son 10 Ekim’de bir Türk askeri konvoyunun Kürt güçleri tarafından saldırıya uğraması ve bu sırada iki Türk özel kuvvetler mensubunun öldürülmesinin ardından taraflar arasındaki gerginlik iyice alevlendi. Bölgeye asker gönderme kararı alan Türkiye “askerlerinin güvenliğini sağlamak için önlemler alacağını” duyurdu. Bu uyarı, Türkiye’nin Rusları beklemeden sınır bölgesinde bir savaş başlatmayı, Kürt kasabalarını işgal etmeyi ve Kürt savaşçıları bölgeden kovmayı planladığı şeklinde yorumlandı. Buna karşılık, Suriye güçleri Rus desteğiyle İdlib’e doğru ilerleyerek isyancıların elindeki vilayetin kontrolünü ele geçirmek için bir askeri harekat gerçekleştirme tehdidinde bulundu.
Bütün bunlar, Türk ve Rus liderler arasında 29 Eylül’de yapılan ve görünüşe göre İdlib sorununda hiçbir ilerleme sağlanmayan zirveden bu yana gerçekleşti. Türkiye, sınır bölgesindeki Kürt tehdidini ortadan kaldırma çabalarını sürdürüyor. Suriye’deki krizi siyasi bir çözüme ulaşarak sona erdirme çabalarına Kürtleri de dahil etmeyi uman Rusya’nın ise Kürtlerle bir çatışmaya girmekten elde edeceği bir çıkar yok.
Bu şartlar altında, Çarşamba günü Şam’daki bombardımanın ve Suriye’nin Eriha’ya yönelik saldırılarının yarattığı korkunun asıl sebebi, Suriye ordusunun ve Rus destekçilerinin İdlib üzerinde gerçek bir savaş başlatma ihtimalidir. Dolayısıyla, Türk-Rus anlaşmasının bozulma ihtimali, Türkiye’nin halihazırda Türkiye topraklarında ikamet eden 3,5 milyon Suriyeli sığınmacıya yüz binlerce kişi daha ekleyerek Kürt bölgelerinin kontrolünü ele geçirme ihtimalini gözden kaçırıyor.
Ne var ki Rusya, ABD karşısında ittifak kurduğu Ankara’nın yardımına ihtiyaç duyduğu bir dönemde bu tür gelişmelerin kendisini Türkiye ile çatışmaya sokabileceğinin farkında. Türkiye’nin Rus S-400 uçaksavar füze sistemlerini satın alması, Ankara ile Washington arasında Trump döneminde başlayan ve Başkan Joe Biden döneminde daha da büyüyen derin bir çatlak yaratmıştı. Rusya için bu anlaşma yalnızca kârlı bir işten ibaret değildi, aynı zamanda Amerika karşısında yeni bir müttefik elde etmişti. Ne Moskova ne de Ankara, aralarındaki dostluğu muhafaza etmek adına, İdlib üzerinden askeri bir çatışmaya girme konusunda hiç istekli değil.
Aynı zamanda, militanların Suriye silahlı kuvvetlerine karşı düzenlediği veya Kürtlerin Türk birliklerine yaptığı saldırılar gibi taktiksel gelişmeleri iki ülkenin de tam olarak kontrol etmesi mümkün değil. Bu gibi olaylar, biri İdlib’de, diğeri Türkiye sınırında olmak üzere iki cepheli bir askeri harekatın fitilini ateşleyerek Rusya ile Türkiye arasında tehlikeli bir çatışmanın patlak vermesi riskini taşıyor.
Çeviren: Deniz Karakullukcu