Kızın adı Marzia’ydı. Dünyanın herhangi bir yerindeki diğer gençler gibi büyük ve parlak hayalleri olan gencecik bir öğrenciydi. Ne var ki onu diğerlerinden ayıran çok önemli bir şey vardı: Marzia Mohammadi Afganistan’da doğmuştu. Zulüm gören bir azınlık topluluğu olan Hazaralar’dan biriydi. Daha da önemlisi, o bir kız çocuğuydu.
Marzia kitapları severdi. Bilgisini genişletmeyi seviyordu ve gizliden gizliye bir gün yazar olmayı hayal ediyordu. Taliban’ın boyunduruğu altında bile eğitimine devam etmenin yollarını bulmak için inanılmaz derecede sıkı bir şekilde kararlılıkla çalışıyordu. Böyle umutlarla bir öğleden sonra Kaaj Eğitim Merkezi’ne girdi. Birkaç saat sonra bina bir intihar bombacısı tarafından saldırıya uğradı. Marzia, en yakın arkadaşı Hajar, çoğunluğu kız olan diğer 52 öğrenciyle birlikte hayatını kaybetti.
2022’de Kabil’de savunmasız çocuklara yönelik menfur saldırıyı dehşet ve üzüntüyle öğrendim, fakat ailesi ve arkadaşları günlüğünden sayfalar tercüme edip paylaşmaya başlayana kadar Marzia’nın hikayesini bilmiyordum.
Marzia 23 Ağustos’ta, Taliban rejiminin şehri ele geçirmesinden sonra rejimle ilk karşılaşmasını anlatırken şunları yazıyordu: “Taliban’ın gelişinden bu yana ilk kez dışarı çıktım. Korkutucuydu ve kendimi çok güvensiz hissettim. Elif Shafak’ın Ustam ve Ben kitabını satın aldım ve bugün kitapları ve kütüphaneleri ne kadar çok sevdiğimi fark ettim. Kitap okuyan insanların yüzündeki mutluluğu görmek hoşuma gidiyor.”
Bunu okuduğumda yüreğim parçalandı. Beni gözyaşlarına boğan bir şey daha öğrenene kadar onun ve hayatı hakkında araştırma yapmaya devam ettim. Aşağıdakiler NPR web sitesinden: “16 yaşındaki Marzia Mohammadi günlüğüne yazdığı tarihsiz bir yazıda hayatında yapmak istediği şeylerin bir listesini çıkarmış. En tepede çok satan Türk-İngiliz romancı Elif Shafak’la tanışmak, ardından Paris’te Eyfel Kulesi’ni ziyaret etmek ve bir İtalyan restoranında pizza yemek yer alıyor.”
Birçoğumuz Yapılacaklar Listesi’ni hazırlamaya alışmışızdır. Bunları çoğu zaman aceleyle yaparız. Yeni yıl kararlarımızı üst üste yığarız, sonra kolayca fikrimizi değiştiririz ve bu böyle devam edip gider. Oysa özgürlükleri haksız yere kısıtlanan 16 yaşındaki Marzia, yapılacaklar listesini hazırlarken çok düşünmüştü. Gerçekleştirmek istediği pek çok gündelik “basit” zevk vardı: Bisiklete binmek, gitar çalmak istiyordu… Bunlar bizim ne kadar değerli olduklarını fark etmeden kanıksadığımız şeyler. Kız olduğu için okuldan alınan, dışarı çıkması yasaklanan ve süregelen elektrik kesintilerinden etkilenen Marzia yine de okumaya kararlıydı: “Mazeret yok, elektrik olsun ya da olmasın, eğitimime devam etmek zorundayım. Daha güçlü olduğumu kendime kanıtlamalıyım.” Bu cümlelerin altına İngilizce birkaç cesaretlendirici kelime eklemişti: “Marzia başarabilir. Ona inanıyorum.”
Yazar olmak zordur.
Kadın yazar olmak ya da azınlık yazarı olmak çoğu zaman daha da zordur.
Ama demokrasisi yara almış, otokrasilerin kılıç salladığı topraklarda yazar olmak çok daha zordur.
Bunun hakkında pek konuşmuyoruz çünkü nasıl konuşacağımızı bilmiyoruz ancak bu evrensel bir gerçek.
Gerçek şu ki, bazen anavatanım Türkiye’ye ve onun yazar ve şairlerine kötü davranmasına ve onları incitmesine kızıyorum. Bir yazar olarak sevgiyle ve özenle kurguladığınız, hayali bir kurgu dünyası inşa ettiğiniz her kitap, şu ya da bu grup tarafından kolayca hedef gösterilebiliyor, iftiraya uğrayabiliyor ve yetkililer tarafından dava edilebiliyor. Ruhumun tekrar tekrar ezilmesinden yoruldum. Sadece bir yazar olduğum için fanatikler, bağnazlar ve aşırı milliyetçiler tarafından saldırıya uğramaktan, damgalanmaktan ve etiketlenmekten yoruldum.
Fakat kendimi çok kötü ve umutsuz hissettiğimde, Marzia’yı ve hayatım boyunca bana sağlanan şansların yarısına bile sahip olamayan dünyadaki diğer tüm hevesli romancıları ve hevesli şairleri düşünüyorum: kitaplar, bisiklet, pizza, elektrik… Bunların hiçbirini asla küçümsemeyeceğim. Hiç şüphem yok ki Marzia, eğer teşvik edilseydi ve hayatı acımasızca elinden alınmasaydı, muhteşem bir hikaye anlatıcısı olurdu. Yazarlık camiasındaki hepimizin bu gezegendeki tüm Marzia’lara derin ve değerli bir şey borçlu olduğumuzu hissediyorum. Bu insanlar adına, edebiyat sanatına yürekten bir bağlılık borçlu olduğumuzu unutmayalım. Onların isimlerini, hikayelerini hatırlamak ve kolektif hafıza kaybı buldozerlerinin hikayelerini susturmasına izin vermemek de bizim görevimiz. Marzia’nın günlüğüne yazdıklarını hatırlamak bizim sorumluluğumuzdur: “…. bugün kitapları ve kütüphaneleri ne kadar çok sevdiğimi fark ettim. Kitap okuyan insanların yüzündeki mutluluğu görmek hoşuma gidiyor.”
Kitap ve kütüphane sevgisi ve okuma sevinci bu kadar basit ve bu kadar güçlüdür. İhtiyacımız olan tek şey bu. Bu yüzden yazmaya devam ediyoruz.
Çeviri: Hasan Ayer.
Kaynak: https://elifshafak.substack.com/p/burning-books-burning-writers