Ana SayfaANALİZLERÇEVİRİ | Kundera evine neden hiç dönmedi?

ÇEVİRİ | Kundera evine neden hiç dönmedi?

Çek Cumhuriyeti eski Paris büyükelçisi ve siyaset bilimci Petr Drulak, geçen ay hayatını kaybeden Milan Kundera’nın komünizmin yıkılmasından sonra neden Çek Cumhuriyeti’ne dönmediğinin hikayesini yazdı. Kundera’yı ülkesinden koparan olaylar zincirinin ucu 1950’lerin sonunda tanıştığı, siyaseten anlaşamadığı, 1989’dan sonra Cumhurbaşkanı olan eski dostu yazar Vaclav Havel’e ulaşıyordu. Kundera’ya yönelik saldırılar Havel’in yakın çevresinden gelmişti. Havel’e çok yakın bir gazete, Kundera’yı Komünistlere muhbirlik yapmakla suçlamış, hakkında dava açılmasına neden olmuştu. 1984’de Kundera’nın Nobel alamamasını sağlayan Çek yazarlar dilekçesinin de arkasında Havel’i parlatma lobisi vardı.

Milan Kundera ve eşi Věra’yı ziyaretlerim, Çek Cumhuriyeti’nin Fransa Büyükelçisi olarak görevimin üçüncü yılında, 2019’da çok daha düzenli bir hale gelmişti. Bir diplomatın ülkesinin en büyük yazarına yaptığı nazik ve hayranlık dolu telefon görüşmeleri olarak başlayan ziyaretler bir dostluğa dönüşmüştü. Ancak Kasım ayının sonundaki bu akşam gerçekten özeldi. İki yıl önce Kundera ailesini ilk aradığımda olduğu kadar gergindim. Paris’teki dairelerinde oturmuş, her zamanki gibi şundan bundan konuşuyorduk. Doğru zamanın geldiğini düşündüğümde ayağa kalktım ve şöyle dedim: “Milan, törenlerden hoşlanmadığını biliyorum ama birkaç şey söylememe müsaade et lütfen. “

Kısa bir konuşmanın ardından Milan Kundera’nın Çek vatandaşlığına geçtiğini belirten bir belge uzattım. Kundera hafif ve utangaç bir gülümsemeyle başını salladı, belgeyi aldı ve Çek makamları için bir kopyasını imzaladı. 

Sembolik olarak Kundera o akşam, vatandaşlıktan çıkarılmasından 40 yıl sonra ve Kadife Devrim muhalif entelektüel arkadaşlarını, özellikle de 1989’dan 2003’e kadar cumhurbaşkanlığı yapan eski arkadaşı Václav Havel’i iktidara getirmesinden tam 30 yıl sonra evine dönmüş oluyordu.

Neden bu kadar uzun sürmüştü? Kundera evine dönmek istememiş miydi? Yoksa Çekler onu sürgünde mi tercih etmişti? 

1989’dan sonra Kunderalar zamanlarını Paris, Prag ve Milan’ın doğduğu Brno arasında bölüştürmeyi düşünmüşlerdi. Fakat bu hiç gerçekleşmedi. Çekya’ya birkaç gizli gezi, Çek dostlarının ara sıra Paris’e ya da Touquet’deki yazlığına ziyaretleri, sık sık telefon görüşmeleri… Ancak hepsi bundan ibaretti. Geri dönüş yok. Eve dönüş yok. Peki neden?

Kundera’nın romanları bize bazı ipuçları sunabilir. 

Eleştirmenleri romanlarda Çek karşıtı duygular tespit ettiklerini iddia etmişlerdir. Ayrıca kendisi de ilk oyunlarından birini Çek karşıtı olarak değerlendirmiştir. Daha da önemlisi, romanlarında sadece Komünist yetkilileri alaya almakla kalmamış, muhaliflere de eleştirel bir mesafe koymuştu. 

Örneğin, ‘Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin doktor kahramanı Tomáš, siyasi mahkumları destekleyen bir dilekçeyi imzalamayı reddettiğinde, okuyucu onun yanında yer almaktan kendini alamaz. Dahası, Kundera’nın Fransızca yazdığı kitapların Çekçe çevirilerine izin verme konusunda isteksiz olduğu da sürekli söylenir. Ancak hiçbir zaman kendi ülkesiyle olan ilişkisi hakkında kamuoyu önünde konuşmamıştı. Aslında hiçbir zaman kamuoyu önünde konuşmadı diyebiliriz.

Vatandaşlığının iade edilmesinden birkaç hafta önce, bu uzun sessizliği samimi bir röportajla bozan Věra oldu. Kaybettiği evine duyduğu özlemi, aynı zamanda neden geri dönemediklerini açıkladı. 

Pek çok Çek okur, Kundera’nın on yıllar boyunca Prag’daki muhaliflerin ve diğer anti-komünist sürgünlerin düşmanlığıyla karşılaştığını öğrenince hayrete düştüler. Kundera’ya yönelik bu saldırılarda özellikle Havel’in dostları aktifti; Havel’in kendi dahli ise daha muğlaktı.

Kundera ve Havel ilk kez 1950’lerin sonunda tanıştılar. Gelecek vaat eden genç bir yazar olan Kundera, prestijli Prag Film Akademisi’nde ders veriyordu. Kendisinden yedi yaş küçük olan Havel, akademiye girmek istediği için ondan tavsiye istedi. Kundera Havel’e yardımcı olmaya çalıştı, Havel’in deyimiyle onun “harekete geçiricisi, içerdeki adamı ve temsilcisi” gibi davrandı. Bu çabalara rağmen akademi, Havel’i “burjuva kökenli” olması dolayısıyla (ailesi işçi ya da köylü olmayan herkese karşı kullanılan bir etiket) cezalandırmak amacıyla reddetti. Gerçekten de Komünizm öncesinde Havel ailesi Prag’ın en varlıklı ve nüfuzlu aileleri arasındaydı.

Kundera ve Havel’in ilk karşılaşması, 1960’lar boyunca aralarındaki inişli çıkışlı ilişkinin temelini oluşturdu. Kundera, ödüller ve okurların hayranlığını toplayan ve yabancı yayıncıların ilgisini çeken kültür kurumunun bir parçasıydı. Siyasi açıdan ise dogmatik yetkililer tarafından düzenli olarak eleştirilen başına buyruk biriydi. Kitapları resmi izin için yıllarca beklemek zorunda kalıyordu. İlk şiirlerindeki Marksist idealizmi terk etmekle birlikte, Kundera hala sosyalizmin bir versiyonuna inanmaktaydı. Buna karşılık Havel, hırslı bir yabancı, bir aykırıydı, dışarıdan birisiydi. Hala ailesinin kültürel sermayesinden yararlanıyordu, bu da ona isim tanınırlığı ve önemli şairler ve entelektüellerle bağlantılar sağlıyordu. Ancak Havel’ler rejim tarafından sınıf düşmanı olarak görülüyordu, bu yüzden profesyonel hayatında ilerleyeceği yol kolay değildi. 

Havel, tiyatro dünyasına ilk olarak sahne görevlisi olarak katıldı. Ancak ülkenin siyasi liberalleşmesiyle birlikte bir oyun yazarı olarak tanınmaya başladı. Siyaseti ölçülüydü: Ne sıkı bir anti-komünist ne de sosyalistti (annesine karşı kısa süren isyankarlığı dışında).

Aralarında Kundera’nın da bulunduğu bazı entelektüeller Havel’e bu zorlu yolda yardımcı olmaya çalıştı. Ancak Havel’in muazzam hırsları ve tanınmaya olan açlığı göz önüne alındığında, onlara karşı bir dereceye kadar kıskançlık hissetmiş olmalı. Onların medyaya, devletin kültür aygıtındaki etkili pozisyonlara ve yayıncılara erişimi kendisinden daha kolaydı. Yine de Havel karşılaştığı engellere rağmen bazı başarılar elde etti. 1963 yılında yazdığı The Garden Party (Bahçe Partisi) adlı oyunu sadece Prag’da değil, Almanya’da da sahnelendi ve o dönemde genç bir Çek yazar için önemli bir başarı elde etti. Ancak eserleri çok okunan ve çevrilen Kundera’nın başarısını yakalaması elbette ki zordu. Kundera’nın The Joke (1967) adlı eseri kısa sürede kült bir metne dönüştü ve 1969’a gelindiğinde kitaplarından uyarlanan üç film çekilmişti. Carlos Fuentes, Gabriel García Marquez ve Julio Cortázar 1968 sonbaharında Prag’ı ziyaret ettiklerinde aradıkları kişi Kundera’ydı.

Belki de bu kızgınlık, Havel’in, Sovyet işgalinin o yılki demokratik reform girişimlerini bastırmasından aylar sonra, Aralık 1968’de yayınlanan Kundera’nın “Çek Kaderi” adlı makalesine verdiği tepkinin şiddetini açıklamaya yardımcı oluyor. 

Kuşkusuz Kundera, “küçük ulusların büyük misyonu “ndan bahsederek ve 1968 yılının “Çekleri ve Slovakları dünya tarihinin merkezine taşıdığını”, öyle ki ulusun “kendi büyüklüğünü gördüğünü” iddia ederek alışılmadık derecede lirik bir yaklaşım göstermişti. Prag Baharı’nı dünya siyasetine eşsiz bir katkı olarak kutladı. Çeklerin hem özgürlüğe hem de sosyal adalete saygılı bir siyasi sistem arayışlarının evrensel öneme sahip olduğunu ve Batı için yararlı dersler sağlayabileceğini iddia ediyordu. Sovyet işgali altında bile demokratik reformların sürdürülmesi konusunda umutluydu.

Komünist reformculara hiçbir zaman güvenmeyen Havel, Kundera’nın “kendine hayran, nostaljik vatanseverlik hezeyanlarını” yeren ve onu “gülünç taşra mesihçiliği” ile suçlayan alaycı bir yergi ile tepki gösterdi. Praglı reformcuların sadece önceki suçlarını düzeltmeye çalıştıklarını ve Batılı liberal demokrasi modelinin, Komünistlerden ders almaya hiç ihtiyaç duymadan özgürlük ve sosyal adaleti kendi başına uzlaştırabildiğini söyledi. Dahası Havel, demokratik reformların devamına dair her türlü umudu reddederek işgale karşı barışçıl direniş çağrısında bulundu.

 Kundera da benzer şekilde kişisel terimlerle karşılık verdi. Havel’i “ahlaki teşhircilik”le suçladı ve önerilerinin radikalliğinin ahlaki liderlik ihtiyacını tatmin edebileceğini, ancak pratik sonuçlarının ya hiç olmayacağını ya da zararlı olacağını savundu.

Aralarındaki fikir alışverişi demokratik-sosyalist ve liberal entelektüeller arasındaki fay hattını yansıtıyordu: Kundera hem Batı kapitalizminin hem de Doğu Avrupa otoriterliğinin kötülüklerinden kaçınarak özgür ve adil olacak yeni bir toplum modelini savunurken; Havel, Batı kapitalizminin ince ayar gerektiren ancak büyük bir revizyona ihtiyaç duymayan tek arzu edilen model olduğunu savunuyordu.

 Bu farklılıklar 1968 isyanından sonra kontrolü yeniden ele geçiren neo-Stalinist liderler için önemli değildi; rejim her iki yazarı da anti-sosyalist olarak kınadı ve çalışmalarını yasakladı.

Ancak iki yazarın ilişkisinin psikolojisi profesyonel rekabetleriyle şekillenmişti. Her ikisi de uluslararası edebi tanınırlık için can atsa da, sadece Kundera galip geldi. Havel bir özgürlük savaşçısı ve siyasi lider olarak kabul gördü, ancak dünya edebiyatı kategorisine asla giremedi. Yine de edebi tutkularını ve yazar kimliğini korudu. Havel, cumhurbaşkanlığı görevinden ayrıldıktan sonra “Leaving” adlı bir oyun yazdı, bu oyun oldukça vasattı. Sonrasında bu oyundan uyarlanan bir film yönetti, bu film de tam bir fiyaskoydu.

Tüm bunlar Havel’in Kundera’ya karşı ikircikli tutumunu açıklayabilir. 1969 yılındaki polemiğinden sonra Kundera’ya karşı herhangi bir kişisel saldırıya girişmedi, ancak arkadaşları ve hayranları tarafından yapılan bu tür saldırıları engellemek için de hiçbir şey yapmadı. Bunların sonuncusu ve en acımasızı 2008 yılında Çek haftalık gazetesi Respekt’in Kundera’yı 1950’lerde öğrenciyken polise Batılı bir ajan hakkında bilgi vermekle suçlayan bir makale yayınlamasıyla geldi. Makale, kulaktan dolma bilgiler ve Kundera’nın bilgi kaynağı olduğunu belirten bir polis tutanağı dışında herhangi bir kanıt sunmuyordu.

Şüphelenmek için nedenler olmasına rağmen, Kundera’ya karşı açılan dava oldukça zayıftı. Standart prosedür gereği polis tutanağında Kundera’nın ne imzası ne de kimlik numarası yer alıyordu. Dahası, bahis konusu ajan eski kız arkadaşının öğrenci odasında tutuklanmıştı. Kundera’nın Prag’a o zamanki erkek arkadaşıyla geleceğinden bahseden ve bu bilgiyi Kundera’ya aktardığı iddia edilen kişi bizzat oydu. Ancak ne kız ne de erkek arkadaşı, o terör döneminde beklenebileceği gibi, ajanla temas halinde oldukları için cezalandırılmadı. Kundera bu olaya karıştığını reddetti ve başka bir kanıt da ortaya konmadı, ancak bu olay Kundera’nın adını lekelemiş oldu bir kere. Ve kendisinin ve eşinin sağlığına haylice zarar verdi. Çekya’ya yaptıkları ziyaretleri tamamen sona erdirmelerinin asıl nedeni işte buydu.

Respekt gazetesi o zamanlar, Havel’in arkadaşı ve Václav Havel Kütüphanesi’nin ana sponsoru olan milyarder medya patronu Zdeněk Bakala tarafından yayınlanmaktaydı, halen de yayınlanmaktadır. 

Respekt’in yönetim kurulu başkanı, Havel’e makale yayınlanmadan önce haber vermiş ve anlaşılan ondan yeşil ışık almıştı. 

Bir hafta sonra, iş işten geçtikten sonra, Kundera’ya yarım ağızla bir destek açıklaması yaptı: “Umutsuzluğa kapılma Milan, hayatta kötü basından daha kötü şeyler de var.” 

Havel, uzak tarihli olayları yargılamanın tuzakları hakkında felsefe yaparken, Kundera’yı kaçınılmaz olarak itibarını zedeleyecek olan medya çılgınlığı karşısında üzülmemeye çağırıyordu.

Orta Avrupa’da entelektüellere geleneksel olarak özel bir misyon yüklenmiştir. Batılı meslektaşlarının aksine, bu entelektüeller 19. yüzyılda ulus inşasında belirleyici bir rol oynamışlardır. Ve 20. yüzyılın zor zamanlarına gelindiğinde uluslarının siyasi mücadelelerine katkıda bulunmaları beklenmiştir. Çek tarihi örnekler açısından oldukça zengindir: Tarihçi František Palacký 19. yüzyılda önemli bir siyasi liderdi; sosyolog Tomáš G. Masaryk Çekoslovakya’nın kurucu cumhurbaşkanı olmuştu; yazar Karel Čapek İkinci Dünya Savaşı öncesinde Çekoslovak demokrasisini savunmuştu; filozof Jan Patočka hayatı boyunca siyasetten uzak durmuş, fakat İçtihat 77’nin teorisyeni, sözcüsü ve şehidi olmuştu.

Ancak, sanata siyasetten daha fazla öncelik vererek ya da eserlerinde ulusu yansıtmayarak misyonlarını ihmal etmekle suçlanan pek çok entelektüel örneği de vardır: Bunlar arasında 19. yüzyılın en büyük Çek şairi Karel Hynek Mácha’nın şiirleri Çek erdemleri değil aşk ve ölüm üzerineydi. Antonín Dvořák’ın müziği ise fazla kozmopolit bulunuyordu.

Oyun yazarlığından cumhurbaşkanlığına geçen Havel, Masaryk ve Patočka’nın geleneğine katılarak açıkça ulusal beklentileri karşılamış oldu. Pek çok kişi Kundera’yı bu beklentilerin altında kaldığı için suçladı. Bazılarının tiranlığa karşı mücadeleyi terk etmek olarak gördüğü 1975’te ülkeyi terk etmekle kalmadı, aynı zamanda eski arkadaşlarının muhalif faaliyetleri hakkında defalarca kuşkularını dile getirdi. Ayrıca hayatını tamamen edebiyata adamak için her türlü siyasi faaliyetten çekildiği söylendi. Kundera, hakkında çok az fikir sahibi olduğu politik olarak adanmış bir edebiyat yaratmak niyetinde olmadığını açıkça belirtti. Eleştirmenleri ironi, gülünç entrikalar ve aşk ilişkileriyle dolu kitaplarının rejime karşı gerçek bir meydan okuma oluşturduğuna asla inanmadı.

Bu, ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin yayınlanmasının Çek muhalif çevreleri dışında hemen her yerde neden coşkuyla karşılanmasını daha iyi açıklayabilir. Dvořák gibi Kundera da kozmopolit olarak görülüyordu (Havel’in 1969’daki azarlamalarından biri de zaten buydu). Mácha’nınki gibi Kundera’nın temaları da yeterince politik değildi.

Bu suçlamalar elbette haksızdı. Kundera, muhaliflerinin iddia ettiği gibi siyaseti terk edip evini ve arkadaşlarını unutmak yerine, farklı bir siyasi anlayışla çalıştı. Şüphesiz, Havel’in sayısız dilekçe ve bildirisinden herhangi birini imzalamayı reddetti, çünkü muhtemelen hala ahlaki teşhircilikten şüpheleniyordu. Ancak yararlı olduğunu düşündüğü pratik eylemlerde de bulundu: Libération’da İçtihat 77’nin hapisteki bir sözcüsünü savunan bir makale yayınladı; memleketinde ihtiyacı olan arkadaşlarına gizli mali yardımda bulundu; ve 1984’te çok okunan bir denemesinde Orta Avrupa kavramını savundu.

Çek yetkililer, parti liderini alaya alan ‘Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nın 1978’de yayınlanmasının ardından Kundera’yı vatandaşlıktan çıkardılar. Resmi kınamaya rağmen, ülkenin önde gelen muhalifleri kitabı fazla dikkate değer bulmadı. Bir dizi erotik macera olarak gördükleri bu kitaptan ziyade, siyasi açıdan daha açık ve angaje bir eser bekliyorlardı. Bu açıdan Çek anti-komünist muhalefeti Amerikalı yeni-muhafazakârlarla (neo-con) aynı görüşteydi: Commentary dergisi editörü Norman Podhoretz, Kundera’ya yazdığı açık bir mektupta kitaba duyduğu saygılı hayal kırıklığını dile getirmişti.

Soğuk Savaş sırasında Çek muhalifler ve sürgünler iki süper gücün jeopolitik oyunlarından kaçamadılar. Sadece bazıları önemli bir rol oynamayı başardı. Pavel Tigrid bunun bir örneğiydi. 1948’deki Komünist darbeden sonra Çekoslovakya’yı terk etti. 1950’lerin sonlarından itibaren Amerikan vatandaşı olarak Paris’te yaşadı. ABD hükümetinden, özellikle de Merkezi İstihbarat Teşkilatı’ndan aldığı finansmanla, en önemli Çek anti-komünist dergisi olan üç aylık Svědectví’yi (Tanıklık) finanse etti ve editörlüğünü yaptı. Paris’ten müthiş bir istihbarat toplama ve kelle-avcılığı ağı organize etmişti.

Tigrid, 1960’ların ortalarında ailesi, anti-komünist görüşleri ve edebi yeteneği umut verici görünen Havel’e ilgi duymaya başladı. Sonunda 1968’de Paris’te buluştular. Bu, hayat boyu sürecek bir işbirliği ve dostluğun başlangıcıydı. Tigrid, Havel’in hem Çekoslovakya’da hem de Batı’da sürekli destekçisi oldu. Tigrid’in uzun süredir birlikte çalıştığı ve Svědectví’nin yayıncısı Jaroslav Vrzala’ya göre, Havel’in siyasi kariyeri akıl hocasını Tigrid’in ABD destekli çabalarının bir ürünüydü. Bu çabalar 1989’da sonuç verdi. Kadife Devrim’den önce Tigrid, Havel’in Çekoslovak cumhurbaşkanı olması gerektiğini savunmaya başlamıştı ve “başkanlık için Havel” posterlerini hazırlattı. Daha sonra Prag’a taşınarak yeni cumhurbaşkanının önemli danışmanlarından biri ve daha sonra da kültür bakanı olarak görev yapacaktı.

Peki Tigrid, Kundera’yı nasıl görüyordu? Sert bir Soğuk Savaşçı olarak, onun bağlantılarına ihtiyaç duymayan veya Soğuk Savaş’ın ideolojik bölünmesine katılmayan bağımsız fikirli entelektüeli muhtemelen biraz şüpheli olarak görüyordu. 

Tigrid, muhtemelen Kundera’nın Çek muhalefetinin sözcüsü olarak görülmesini ve siyasi açıdan daha güvenilir olan Havel’i gölgede bırakmasını istemiyordu. Kundera 1975’te Paris’e geldikten kısa bir süre sonra onunla tanıştı ve siyasetten uzak durması için dostça tavsiyelerde bulundu. Kundera, herhangi bir siyasi hırsı olmadığı için bu tavsiyeyi memnuniyetle kabul etmişti.

Deneyimli bir istihbarat ajanı ve Çek anti-komünist muhalefeti arasında hem yurtiçinde hem de yurtdışında dolaşan bilgilerin bekçisi olan Tigrid, Havel ve Kundera’nın imajlarının kendi siyasi planlarına uygun olmasına büyük özen gösteriyordu. 

Bu nedenle, 1984 yılında Kundera, Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmesini sağlayan ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin başarısıyla dünya edebiyatının süperstarlığına fırlatıldığında ne kadar rahatsız olduğunu elbette tahmin edebilirsiniz. Endişelenen tek kişi Tigrid de değildi. Birçok Praglı muhalif bu fikirden hoşlanmamıştı. Onlara göre Kundera’ya verilecek bir Nobel, Havel’i küçümsemek anlamına gelecek ve dolayısıyla davaları için bir gerileme olacaktı.

İşte bu ortamda Çek muhalifler, Çekoslovakya dışında neredeyse hiç tanınmayan ama İçtihat 77’nin ilk imzacıları arasında yer alan, o zamanlar 80’li yaşlarında olan büyük lirik şair Jaroslav Seifert’i desteklemek için Nobel komitesine bir dilekçe gönderdiler. 

Dilekçeye imza atanlardan bazıları daha sonra pişmanlık duydular, zira imza atarken dilekçenin ana gerekçesinin ödülü Kundera’dan almak olduğunun farkında değillerdi. İmza kampanyası amacına ulaştı. Nobel Ödülünün 1984 yılında sürpriz bir şekilde Jaroslav Seifert’e verilmesi Çek Komünistleri için bir hakaret, ama aynı zamanda Václav Havel’in siyasi projesi için bir zaferdi.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Havel ve müttefikleri olayların kendilerini haklı çıkardığını düşündüler: Kundera’nın daha önceki umutlarının aksine, galip Batı, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki “üçüncü yolları” tartışmakla ilgilenmiyor, bunun yerine Orta Avrupa’ya liberal kapitalizmi dayatmaya koyuluyordu. 1990’lar boyunca, Havel’in 20 yıl önce Kundera’ya karşı giriştiği polemikte haklı olduğu görülüyordu. Cesaretlenen Washington, NATO’nun genişlemesinden Irak Savaşı’na kadar Clinton ve Bush yönetimlerinin müdahaleciliğine uygun düştüğü için Havel’in Batı yanlısı bakış açısını çok takdir etmişti. Öte yandan, Havel liderliğindeki eski muhalifler, Václav Klaus liderliğinde Çek kapitalizmini inşa eden ekonomik pragmatistler tarafından giderek marjinalleştirildiler.

Bu yeni panoramada, Kundera hala uyum sağlayamamıştı: Ne Havel’in ahlakçıları ne de Klaus’un pragmatistleri onu geri davet etmeye hevesliydi. Yine de ortak dostlar 1990’ların başında Kundera ve Havel’i barıştırmaya çalıştı. Paris’te kibar bir akşam yemeği organize edildi. Kundera’ya Havel tarafından Devlet Onur Ödülü verildi, ancak Kundera yakınlardaki bir otelde kalırken ödülü alması için yerine Věra’yı gönderdi. Respekt gazetesindeki makale de uzlaşma girişimlerine son darbe oldu.

On yıldan uzun bir süre sonra Çekya’da hava oldukça farklı. Václav Havel’in mirasının Klaus’a karşı değil ama eski Cumhurbaşkanı Miloš Zeman ve muhalefet lideri ve eski Başbakan Andrej Babiš ile ilişkilendirilen popülizme karşı ne pahasına olursa olsun korunması gerektiğine inanan insanlar hala var. Öte yandan, ABD’nin yurtdışındaki müdahalelerinin feci sonuçlarının ve Çek kapitalizminin yolsuzluk ve başarısızlıklarının ardından, Havel’in doğru yaptığına dair inanç 1990’larda olduğundan çok daha az yaygın. Dahası, Çek okurlar artık Kundera’yı muhalif siyasetin taleplerinden ziyade edebi değerlerine göre değerlendiriyor ve okuduklarını beğeniyorlar. Kitapları en çok satanlar arasında yer almaya devam ediyor.

Kundera ve Havel arasındaki temel fark, önemli bir Çek değeri olan mizahı ele alışlarıdır. Havel’in oyunları bürokratik, teknokratik, totaliter dünyanın saçmalığını ortaya koyarken genellikle komiktir. Ancak denemeleri son derece ciddidir, çünkü Havel tüm bu absürtlükten bir çıkış yolu olduğuna inanıyordu: Hakikatin ve Batı demokrasisinin peşinde koşmak. Onu Amerikan yeni-muhafazakarlarının doğal müttefiki yapan da bu tavrıydı.

Buna karşılık Kundera’nın kahkahası tüm romanlarını ve denemelerini kesmektedir, o her zaman trajik olanın varlığında ortaya çıkar. Kundera’ya göre hem kahkaha hem de trajedi bizi, herhangi bir hakikat ya da siyasi rejim tarafından kurtarılamayan bir dünyanın kaçınılmaz belirsizliğine geri götürüyordu. 

Ancak Kundera nihilizme yenik düşmedi, Batı’nın ve özellikle Orta Avrupa’nın kültürel geleneklerinde, müzikte ve roman sanatında ve tarihin açıklığında ve beklenmedik dönüşlerinde umut buldu. Tüm bunlar onu, gülüp geçilemeyecek dogmalara dönüşmedikleri sürece çelişkili fikirlere açık bıraktı.

O halde, Kundera’nın eserini yeniden ziyaret etmekten kazanılacak şey, muhteşem düzyazısının verdiği hazdan çok daha fazlasıydı. 

Eski ABD-Sovyet iki kutupluluğunun kesinlikleri artık çok gerilerde kaldı, Amerikan tek kutupluluğu dönemi de yitip gidiyor ve Doğu Avrupa bir kez daha jeopolitik bir savaş alanı haline geliyor. Bu koşullar altında, sosyalizm ya da kapitalizm, ekonomik pragmatizm ya da ulusal popülizm gibi siyasi mutlakiyet tuzaklarından kaçınarak ve nihai gerçeği bulduğunu iddia edenlere karşı ironinin gücünü kullanarak, dünya hakkında yeniden düşünmenin yollarını bulmamız gerekiyor. Kısacası, Milan Kundera’yı yeniden okumamız gerekiyor.

Kaynak: https://compactmag.com/article/why-kundera-never-went-home

Çeviri: Hasan Ayer

- Advertisment -