En sevdiğim yazar
Jorge Luis Borges. Edebiyatın kendisine ait bir metafiziği olması gerektiğini anlamamı sağladı. Öte yandan Borges, roman okumanın zevkini neredeyse hiç tatmamıştı zira Borges için bir roman, olay örgüsü dışında başka hiçbir anlama gelmiyordu. Ben bir romancıyım. Bunun anlamı çok açık: Zihnim sürekli olarak okuyucuların ve yarattığım karakterlerin duygularıyla, ruh halleriyle meşgul. Dahası, bu durum dünyayı başka insanların perspektifinden görmenin yarattığı haz ile meşgul olduğum anlamına da geliyor.
En Sevdiğim kitap
Anna Karenina. Anna Karenina gerçekten de harika bir romandır zira romanın her cümlesi inanılmaz derecede güzel işlenmiş. Dahası, romanın kompozisyonu hem karmaşık hem de anlaşılır bir vaziyette. 47 yıllık romancılık hayatım, Borges ve Tolstoy’u kendi dünyamla (İstanbul) birleştirme ve şehri her ikisinden de ilham alan bir perspektifle görme girişiminden ibaret.
Halihazırda okuduğum kitap
Patricia Highsmith: Günlükleri ve Defterleri: 1941-1995. Highsmith hayatı boyunca iki günlük tutmuş bir yazar. Bu günlüklerden biri çok özel notları için. Diğeri ise yazacağı romanlar hakkındaki fikirlerini içeriyor. Bence Higsmith, muazzam bir yeteneğe sahip harika bir Dostoyevskici . En iyi romanları Trendeki Yabancılar ve Yetenekli Bay Ripley. Bu Tatlı Hastalık adlı romanı ise aşk hakkında şimdiye kadar yazılmış en doğrudan ve dokunaklı romanlardan biridir.
Keşke yazmış olsaydım dediğim kitap
Yaşlı Gemici. Benim tarzım muhtemelen Gustave Doré’nin siyah-beyaz çizimlerinden daha renkli olurdu. Kitaptaki denizi, ara sıra yaşanan sessizlikleri, gizemi, güneşi, yolculuğu ve o meşhur grotesk kuşu oldukça seviyorum.
Yarım bıraktığım kitap
Böylesi bir soru, bir kitabı bitirmemenin bir tür suç olduğunu ima ediyor. Belki zaman kazanmak için ve belki de o kitaptan öğrenmem gerekenleri yeterince öğrendiğim için yarım bıraktığım çokça kitap var. Mesela 1897 yılındaki Harrods kataloğunu okudum ve oradaki resimleri inceledim. Veba Geceleri’ni yazarken bundan oldukça faydalanmıştım.
Bazı insanların bir kitabı bitirmekten bahsetme şekli, çocukken annemin tabaktaki her şeyi bitirmem gerektiğini söylemesini hatırlatıyor. Öte yandan elbette Savaş ve Barış‘ın tamamını okumak gerekiyor ve eğer bir kişi bu kitabı bitiremiyorsa bu okuyucunun başarısızlığıdır. Aynı şey Thomas Mann’ın Büyülü Dağ kitabı için de geçerli. Ancak Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı kitabının tamamını bitiremezsek kendimizi suçlu hissetmeli miyiz? Öte yandan, Proust’un başyapıtını okumayı gerçekten bitiremiyorsak bu bizim mi yoksa Proust’un suçu mudur? Belki de ortada bir kabahat yoktur: onun dahil asla bitiremediği bir romanı bizim hiç bitirmememiz Proust için oldukça güzel bir şey.
Hala okumadığım için kendimden utanç duyduğum kitaplar
Böyle kitaplar yok. Herkesin okuduğu ve herkesin okuması gereken bir kitabı mutlaka okurum. Öte yandan bu kitabı tamamen bitirip beğenmezsem; kitaba başlarken oldukça meraklı ve istekli olduğum için bundan utanç asla duymam.
Jane Austen benim için böyle bir yazar zira bu harika yazarı okumakta başarılı olduğum söylenemez. Belki de bu durum, kitapların film uyarlamalarını önceden izlediğim için de olabilir. Öte yandan üç hafta önce Austen’ın romanlarında bahsettiği birçok yeri ziyaret ettiğim bir bölgedeydim. İşte şimdi onu hak ettiği saygı ve kararlılıkla tekrar okumayı düşünüyorum. Teyzem bundan 70 yıl önce İstanbul’da Jane Austen’ın tüm İngilizce kitaplarını okumuş ve bundan büyük gurur duymuş. Ayrıca kendisi için doğru bir partner seçimi yaptı ve bunun neticesinde de mutlu bir evliliği oldu!
Favori filmim
Roma’nın tıpkı İstanbul gibi olduğu Fellini’nin 8½ adlı filmi. Bu siyah beyaz filmi tekrar tekrar izlemeyi hala çok seviyorum. Belki de bunun sebebi, yaratıcılığın getirdiği zevkler ve sorumluluklar ile gizemli bir şehirde hayatın tadını çıkarmak arasında kalan Marcello Mastroianni’nin canlandırdığı ana karakterle kendimi kolayca özdeşleştirmemdir. Roma’da doğru zamanda ve doğru insanlarla olmak bile insanı mutlu etmeye yetiyordu…
En sevdiğim oyun
Macbeth derdim zira bu oyun ihanet, suçluluk hissi ve iktidar hakkında. 1963 yılında ben henüz 11 yaşındayken, İstanbul’daki İngilizce öğretmenim İngilizce metni ve metnin Türkçe çevirisini öğrencilere okumuştu. Harold Pinter’ın İhanet adlı oyunu, aynı duyguyu daha farklı bir bağlamda dramatize ederek ele alır. Oyun tasarım açısından çok etkileyici olsa da çok daha az çekici bir konusu vardır: zina.
En sevdiğim dizi
Netflix’te yayınlanan Bir Başkadır. Türkiye’de üretilip çekildi. 40 yıldır romanlarımda meşgul olduğum tüm konuları kapsayan bir işleyişi var: İstanbul, Kadın ve başörtüsü, gelenek ve modernite, laiklik ve İslam, batılılaşmış üst sınıflar ve geleneği sıkı sıkıya benimseyen alt sınıflar…
En sevdiğim müzik parçası
Çaykovski’nin 1812 Uvertürü. Bu parça her zaman hayal dünyamda Tolstoy’u çağrıştırmıştır. Kar romanımın ana karakteri Ka gibi ben de İtalyan şarkıcı ve söz yazarı Peppino di Capri’nin şarkılarını çok beğenmekteyim. Mahler’in Çocukların Ölümü Üzerine Şarkıları bana müziğin, edebiyatın da ilerisinde bir zirvede olduğunu düşündürtür. Bir ara Amy Winehouse’un Back to Black’ini çok dinlerdim. Mussorgsky’nin orkestra tınılı şiiri Çıplak Dağda Bir Gece bende bir dağı değil, Anadolu bozkırlarının resimlerini çağrıştırır.
Beni ağlatan son film
Alfonso Cuarón’un Roma filmini izlerken gözlerim dolmuştu. Belki de bunun sebebi hikaye bana çok tanıdık geldiği ve büyük bir hassasiyetle siyah beyaz çekildiğindendir.
Keşke öğrenseydim dediğim bir şey
Photoshop ve diğer kurgu programları günümüzde her sanatçının olmazsa olmazı ama ben bu işte yeterince iyi değilim ve bu konuda asistanlarımın yardımına ihtiyacım var. Doğrusunu söylemem gerekirse bu işleri bilmemem benim hızımı ve yaratıcılığımı sınırlandırıyor.
Bir tabloya sahip olabilseydim, bu…
Kendi emeğimle yaptığım bir tablo olurdu. Böyle bir şey yapsaydım eğer bu oldukça karmaşık, zengin ve büyük olurdu. Hatta üzerine en az 30 yıl düşündüğüm bir şey olurdu. Şimdi düşünüyorum da bir gün insanlar yaptığım tabloyu incelese, bunun tamamen benim zihnimin eseri olduğunu ve yazdığım şeylerin altında yatan bazı sırları anlayabilirler.
En Mutlu Olduğum Yer
Trafiğin az, futbol oynayan çocukların bol olduğu İstanbul’un arka sokakları. Ayrıca, muhtemelen yazı ve denizi sevdiğim için vakit geçirmekten büyük keyif aldığım Adalar’ı da söyleyebilirim. İnanır mısınız yakın zamana kadar Adalar’da at arabaları bile bulunurdu. 30 yıldır bakmaya doyamadığım ve romanlarımı yazdığım Boğaz’ı da söylemem gerekir Bunun yanı sıra tabii ki evim, çalışma masam ve yatağım beni çok mutlu ediyor. Öte yandan, aynı zamanda şiirsel bir manzara eşliğinde ağır ağır ilerleyen bir trende de her zaman çok mutlu olmuşumdur. Tüm bu bahsettiğim yerlerde kendimi güvende hissediyorum ve bu mekanlar hayal gücümü geliştiriyor.
En Suçlu Hissettiğim Kültürel Zevkim (Guilty pleasure)
Akşam yemeğinden sonra yaklaşık 10 dakika boyunca oldukça hızlı bir biçimde bir TV kanalından diğerine geçmek ve her şeye sinirlenmek.
Bir akşam yemeği partisi veriyorum ve davet edeceklerim hangi isimler olurdu?
Edgar Allan Poe, Italo Calvino, Virginia Woolf ve Thomas Bernhard’ı davet ederdim ve onlarla verimli bir sohbet etmeye çalışırdım. Ortamda müzik olmak zorunda değil ama Orlando’nun yazarını mutlu edecek kaliteli gümüş takımların olduğu mükellef bir masa kesinlikle olmalı. Bu insanlar bana kitaplarımın başarılı olduğunu söyleyip yaptıklarımı onaylarsa çok mutlu olurdum.
Güzel bir akşamı heba ettiğim durumlar…
Herkesin açık bir biçimde ya da kılık değiştirmiş bir biçimde Erdoğan fanatiği olduğu çeşitli Türk televizyon kanallarında siyasi tartışmaları izleyerek çok ama çok akşam harcadım.
Çeviri: Hasan Ayer
Kaynak: https://www.thetimes.co.uk/article/my-culture-fix-orhan-pamuk-fflt6h0tj