Kendisini bir ”kalem adamı” olarak niteleyen 27 yaşındaki Enes Hakkani, “şiir, herkes tarafından erişilebilir olmalı, her insana, hatta eğitim almamış olanlara bile dokunabilmeli” diyor. Şiirle yoğun olarak ilgilenen Enes Hakkani ”ne yazık ki Modern Peştun şiiri bu özelliğini yitirdi, günümüzde yalnızca mürekkep yalamış kişiler tarafından anlaşılıyor” diyor ve ekliyor: “elbette, askeriyeden gelme Huşal Baba veya mutasavvıf (sufî) Rahman Baba gibi efsanevî şairleri unutmamak lazım”
Gözlüklü, sakallı, geniş omuzlu ve 1.85 boyunda genç bir adam olan Hakkani, bir araya geldiğimizde bizleri kamîs partug (tunik ve pantolon) üzerine siyah bir yelekle karşılıyor. Enes, içinden geldiği Zadran kabilesi de dâhil olmak üzere Peştun kabileleri arasında önemli bir sembol olan bir sarık takıyor. Geleneksel olarak, her bölgenin ve kabilenin farklı bir sarık bağlama biçimi var. Enes’in sarığı, kökeninin Afganistan’ın güneydoğusundaki dağlık bölgelerine dayandığını gösteriyor. Ailesi aslen Paktia vilayetinin Gerda Serai bölgesinden geliyor.
Enes, her ulusun kendine özgü bir giyim kuşamı olduğunu söylüyor: ”Geçtiğimiz yıllar boyunca Batı çeşitli alanlarda egemendi. Dünya yalnızca Batı’nın kültürünü ve düşüncesini değil giyim kuşamını da benimsemişti. Afganlar ise bu konuda bir istisnaydı. Bizler kültürümüze ve giyim kuşamımıza derinden bağlılık duyuyoruz.’’ Ardından, elini sarığına doğru götürerek şöyle diyor: “Paktialı Zadranlar ve Afganların geneli için sarık yalnızca bir sünnet [Peygamber’den beri süregelen bir gelenek] değil, atalarımızdan gelen bir görenek ve mirastır.
Enes, Peştun şiirinden bir beyitle devam etti:
“Peştunluğum özünde o kadar İslamidir ki,
İslam olmasaydı bile Müslüman olurdum.”
Yumuşak başlı tavrına ve süslü sözlerine şahit olanlar, Enes’in bir diğer Paktiaval, yani Paktia bölgesinden gelen sıradan biri olduğunu zannedebilir. Ancak bu doğru değil. Tam adı Enes Hakkani. Sovyet ve Amerikan karşıtı cihatçı mücadelenin önde gelen komutanlarından merhum Mevlevi Celaleddin Hakkani’nin oğlu. Enes’in erkek kardeşi ise Taliban’ın başkan vekili Siraceddin Hakkani’den başkası değil. Bilindiği üzere Hakkani Ağı, 20 yıl süren acımasız saldırılardan sorumluydu ve günümüzde hala ABD tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyor. Mensuplarının bir kısmı, onları El-Kaide’yle bağlantılı olmakla suçlayan ABD yetkililerince hala aranıyor.
Bu ay, Taliban savaşçıları, düzinelerce eyalet başkentini ele geçirdikleri 11 günlük yıldırım harbinin (blitzkrieg) ardından kendilerini Kabil kapılarında buldu. Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin ülkeden kaçtığı haberleri yayıldıkça şehir adeta kaosa sürüklendi. Bu gelişmelere hazırlıksız yakalanan isyancılar, başkente girmek ve onu ellerinde tutmak için aceleci davrandılar. Ancak kısa süre sonra, önceki yönetimin görevi bırakmasıyla onların yerini alarak iktidara gelmeyi başardılar. Taliban’ın neredeyse tesadüfi bir şekilde iktidara gelmesi, 20 yıl önce ABD’nin başını çektiği NATO güçleri tarafından hükümetten düşürülmelerinin ardından yirmi yıl boyunca devam eden isyanlarını aniden sona erdirdi. Bu süreç, hem Taliban hem de Enes için uzun, çalkantılı ve öngörmesi zor bir yolculuktu.
Enes, 12 Kasım 2014’te Doha’da yeni açılan Taliban politbüro binasından dönerken Bahreyn’de gözaltına alındı. Sonrasında Kabil’e teslim edildi ve Afgan’ın kötü şöhretli istihbarat servisi HAD’ın genel merkezinde 9 ay gözaltında tutulduktan sonra Bagram Hava Üssüne transfer edildi. ABD tarafından işletilen tesiste, garnizonda bulunan binlerce ABD askeri ve personeli için KFC ve Burger King şubeleri bile vardı. Ancak tesis, orada herhangi bir suçlama veya yargı süreci olmaksızın tutulan binlerce Afgan için adeta bir cehennemdi. Mahkumların birçoğu orada hayatını kaybetti, diğerleri ise, the Guardian’ın elindeki belgelerde de görüldüğü gibi, içinde tecavüzler ve cinsel saldırılar da olmak üzere çeşitli sahte infazlara veya “geliştirilmiş sorgulama tekniklerine” kurban gitti.
Afgan yetkililer, Enes’in, Taliban isyanının kıdemli bir üyesi olduğunu ve sadece para toplama konusunda değil, aynı zamanda stratejik süreçlerde de yer aldığını iddia ediyordu. Enes, bu iddiaları “Amerikalılar… aileme baskı yapmak istediler” diyerek reddediyor. Enes, ABD’nin Hakkanileri birbirinden ayırıp sonra yeniden bir araya getirerek isyanı kırmaya yönelik ısrarlı girişimlerine rağmen, tutuklanmasının asıl sebebinin babasının Taliban’a olan sadakati olduğuna inanıyor. Ona göre rehin alınmasının asıl sebebi, ABD’nin Taliban’a Kabil’deki hükümetle müzakerelere başlamaları için baskı yapmak istemesiydi. Ancak Taliban, ABD ile müzakerelerin Afgan hükümetinin ilk kertede dahli olmadan yapılmasını talep etti. Şubat 2020’de Doha’da imzalanan barış anlaşmasının da gösterdiği üzere Taliban amacına ulaşmış oldu.
Afgan mahkemeleri, Enes’i hapisteyken iki defa idama mahkûm etti. Ancak o, bunun yalnızca ailesine ve bağlılık yemini ettikleri emirliğe şantaj yapmak için hiçbir zaman mahkûm edilmediği suçlamalara dayandığı konusunda hala ısrarcı. Enes, dört yıllık hapis cezasının üç yılını tecritte geçirdi. Birleşmiş Milletler ise 15 günden fazla süren tecritleri “psikolojik işkence” olarak değerlendiriyor. Bu süreçte fiziksel işkenceye de maruz kalan Enes’in söylediğinde göre ABD kuvvetleri de kendisini kaçıranların eylemlerinin farkındaydı. Serbest kaldığında 59 kiloya düşmüştü.
Enes’in hücre hapsi, Trump hükümetinin Taliban ile doğrudan ilişki kurmasıyla birlikte, cezasının son yılında nihayete erdi. Ardından Enes, 18 Kasım 2019’da, Taliban tarafından rehin alınan Avustralyalı bir akademisyen olan Timothy Weeks’in de aralarında olduğu bir esir değişimi sırasında serbest bırakıldı. Kabil’deki Amerikan Üniversitesi’nde ders veren Weeks, Taliban tarafından kaçırıldığında Afgan polisi için verilen dil kurslarının koordinatörlüğünü üstlenmişti. Enes, Weeks’le o günden beri arkadaşlık kurduğunu ve hatta hoca Doha’daki müzakerelerde tanıklık yapmaya geldiğinde onu Hamad Uluslararası Havalimanı’nda karşıladığını söylüyor.
Enes artık yeniden Kabil’de. Genç yaşına rağmen, şu anda feshedilmiş hükümetle yapılan Afganistan içi müzakerelerde Taliban’ın baş müzakerecileri arasında yer aldı.
“Ailemden bazı kişiler kara listedeydi ve bundan ötürü seyahat edemiyorlardı, diğerleri ise Amerikalıların onlara yönelik dokunulmazlık vaatlerine yerine getireceklerine inanmıyordu.” Amerikalı yetkililer, potansiyel bir barış anlaşmasının ardından içeriden gelebilecek siyasi tepkilerden de endişe duyuyordu. Böylesine bir durumun, Taliban’ın aslında tek gövde olmadığı ve aralarında Hakkani Ağı’nın da bulunduğu hiziplerden oluştuğu algısı da göz önünde bulundurulduğunda, Taliban için zarar verici olacağı söylenebilir.
Enes şöyle devam ediyor: ‘’Ailemizin, ortada bir Hakkani Ağı olduğuna veya [Taliban’ın kendini adlandırdığı şekliyle] İslam Emirliği’nin hiziplere ayrıldığı veya ondan bağımsız hareket ettiğimize yönelik iddialarını çürütmek adına, süreç boyunca görünür olması gerekiyordu.” Sovyet karşıtı cihadın ve daha sonra Taliban isyanının öncüleri olarak görülen ailenin, ABD’nin Afganistan sürecindeki son aşamasına aracılık etmede Talibanla’la eşit derecede rol oynaması gayet makuldü. Enes’in amcası, aynı zamanda başına 5 milyon dolar ödül konan kıdemli bir komutan olan Halil er-Rahman da şu anda Kabil’de. Halil şu günlerde, Taliban’ın yönetimi ele geçirmesine direnen Ahmed Mesud’un güçleriyle bir anlaşmaya varmaya çalışıyor.
Enes, Taliban’ın, 1980’lerin komünizm karşıtı cihadı tarafından değil, son 20 yılın Amerikan istilasıyla ve işgaliyle şekillenen yeni neslini temsil ediyor. Afganların merak ettiği konu, bu neslin öncekilerden farklı olup olmayacağı.
Enes, bu konudan bahsederken “savaş bizden en güzel, biçimlendirici ve en değerli yıllarımızı çaldı. Okula gidemedik, doğru düzgün öğretmenimiz olmadı. Hayatımız heba edildi” diyor ve ardından bir başka Peştuca beyit okuyor:
”Bizler de ileriye gidecek kudrete sahibiz,
Bizi yolumuzdan nedensizce alıkoyan bu alemin kendisidir.”
Enes’in doğduğu köy, Afganistan ve Pakistan’ı ayıran ve sömürge döneminden kalma bir sınır olan Durand Hattı’na yalnızca 14 kilometre uzaklıkta. Hakkani’nin Host’taki operasyon merkezi, bu hattın karşı tarafı boyunca uzanıyordu. Yedinci sınıfa kadar Kuzey Veziristan’da yerel bir okulda okuyan Enes, bunun yanı sıra evdeyken de İslamcılık temelli bir din eğitimi aldı. Babası Celaleddin, Pakistan’ın meşhur Diyubendi Hakkaniye medresesini bitirdi ve nitelikli bir bilgin, yani bir Mevlevi oldu. Ayrıca Taliban’ın İslam Emirliği’nde Sınır ve Kabile İşleri Bakanı olarak görev yaptı. Babası ona, erkek kardeşlerine, kuzenlerine ve hatta diğer klan üyelerine 2006 yılında bizzat ders verdi. Enes’in aktardığına göre Celaleddin, derslerinde hadis ile Peygamber’in sözleri ve eylemleri hakkında bir kitabı dört ayda işlemişti.
Celaleddin ilk olarak 1970’lerin ortalarında Başkan Dâvud Han’ın diktatörlüğüne karşı silahlı bir ayaklanma başlattı. Komünistlerin, 1978’de Dâvud’un ve ailesinin geri kalanının öldürülmesiyle sonuçlanan darbesinin ardından, Sovyetler Birliği daha yumuşak başlı bir rejim inşa etmek için 1979’da Afganistan’ı işgal etti. Celaleddin’in verdiği savaş dünyanın dört bir yanından ilgi görmüştü. O günlerde, Amerika’nın Afganistan’a müdahale etmesini destekleyenlerin de gözleri onun üzerindeydi. Milletvekili Charlie Wilson’ın onu “iyiliğin vücut bulmuş hali” olarak tanımladığı sözlerini hatırlayın. Mücahitlerin diğer liderleri, Pakistan’ın Peşaver şehrindeki güvenli alanlarından çıkmayıp hizip savaşlarıyla boğuşurken Calaleddin, Loya Paktia dağlarındaki savaşın başını çekiyordu.
Celaleddin, Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesinden sonra komünist hükümetin 1992’de çöküşüne kadar savaşa devam etti. Mücahitler arasında yeni bir iç savaş patlak verdiğinde ise Mevlevi Nebi Muhammedi ve Yunus Halis ile birlikte tarafsızlığını ilan etti. Bu süreçte, Şii Hazaraların lideri Abdul Ali Mezari de dahil olmak üzere birçok kişi Celaleddin’den aracılık yapmasını istemişti.
Enes, “Babam, Mevlevi Halis ve diğerleri iç savaşa şiddetle karşı çıktılar” diyor. Celaleddin, savaşı protesto etmek adına mücahitlerin kurduğu yeni kabinede eğitim bakanı olarak bir görev almayı bile reddetmişti. Enes, “babam, yaşananları kardeş katli olarak nitelendirmekten çekinmiyordu” diye de ekliyor.
Ancak Taliban’ın yükselişiyle birlikte, Celaleddin, onların Afganistan’daki askeri hâkimiyetini güçlendirme hususunda önemli bir rol oynamaya devam etti. Afganistan’da Sovyet sonrası dönemde yaşanan iç savaşın ilk günlerinde cepheye binlerce Hakkani askeri yığarak savaş ağası Abdürreşid Dostum’un Mezar-ı Şerif çevresinde milisleriyle ve Taliban’ın taktiksel yönden zayıf olduğu Şomeli’nde komutan Ahmed Şah Mesud’un güçleriyle savaştı. Celaleddin’in idaresindeki Loya Paktia bölgesi, fiilen Taliban’ın başkenti konumundaki Kandahar’dan özerk durumdaydı.
Sonra 11 Eylül patlak verdi. Afganistan’ın istila ve işgal edilmesi, ailesi, Taliban’ın ABD’nin başını çektiği güçlere karşı başlattığı isyanın öncülerinden olan Enes’in hayatını büyük ölçüde sarsacaktı. İsyan sırasında, yirmi yıl önce komünistlerle savaşırken ölen onlarca aile mensubuna Enes’in dört erkek kardeşi de eklendi.
Kendilerinden sansasyonel biçimde bahsedilen “Arap asıllı Afganlar” bölgede aktif olsalar da, savaştaki rolleri aşırı derecede abartılıyor. Arapların çoğu Abdül Resul Seyyaf liderliğindeki Selefi İttihad-ı İslami Partisi’nin bayrağı altında savaşmıştı. Arap aktivistlerin şirk olarak gördükleri ta’viz (muskalar) gibi uygulamalar yüzünden yerel ordularla aralarında sıkça gerginlik yaşanıyordu. Bu ordular arasında Mevlevi Yunus Halis’in sancağı altında savaşan ve Peştun kabilelerin dini geleneklerini taşıyan Hakkaniler de vardı.
Burada Sovyetlere ve daha sonra Amerikalılara karşı verilen savaşlara ilişkin bir ironi yatıyor. Sovyetlere karşı yapılan cihat sırasında mutedil olarak görülenler, aslında yerel bağlam ve normlara uyum sağlamaya çalışan gelenekçilerden ve monarşistlerden oluşuyordu. Bunlar arasında Hakkaniler de vardı. Öte yandan Müslüman Kardeşler’den ilham alan Afganların, toplumu nasıl yönetecekleri konusundaki anlayışlarında genellikle aşırılıkçı ve dogmatik oldukları düşünülüyordu. Ancak bu algı, ABD’nin Afganistan’ı işgalinden sonra değişecekti. 1980’lerin aşırılık yanlılarının çoğu ABD destekli yeni hükümete katılırken, gelenekçiler hükümetin dışında kalmayı seçti. Bu durum, gelenekçilerin dünyanın gözündeki ”fanatiklik” imajını daha da güçlendirdi.
2021’in Taliban’ının, kendini cihatçı gruplardan uzaklaştırmaya daha açık olduğu görülüyor. Hakkaniler, Doha’da imzalanan ve Taliban’ın, “bölücü” grupların yurt dışında saldırılar düzenlemek için Afganistan topraklarını kullanmalarına hiçbir koşulda izin vermeyeceğini şart koşan barış anlaşmasının imzacıları arasındaydı. Bu taahhüt, o zamandan beri, bölücü gruplar arasında isim vermeden de olsa El-Kaide’den bahseden Siraceddin tarafından da tekrarlandı.
Enes, babasının, eğitim alması konusunda, özellikle de dini eğitimi konusundaki sert ve ısrarcı tavrından da bahsediyor. Babası, Enes’in kabileler tarihini, Afganistan’a özgü dilleri ve İslam ile cihadın ortak dili olan Arapça’yı öğrenmesini arzuluyordu. Enes, Ocak 2014’te babasını son defa gördüğünde, Celaleddin artık eskiden olduğu heybetli kumandan değildi. Zayıf, vücudunun sağ tarafı felçli ve bitkin bir adamdı. O ve ailesi, gökyüzünün her yerinde kol gezen insansız hava araçlarından kaçınmak için sıklıkla yer değiştiriyordu.
Celaleddin, vasiyetinde, Durand Hattı’nın iki yakasında idaresini üstlendiği çok sayıda camiyi ve yüzlerce kitabını Enas ve kardeşlerine bıraktı. Celaleddin, en küçük oğluna kitaplarını koruyacağına ve dikkatle inceleyeceğine dair yemin ettirdi. Celaleddin, 2018 senesinde, Enes ise Bagram’da tutukluyken hayata gözlerini yumdu.
Tanınmış bir mücahidin oğlu olması, Enes’in hareket içinde öne çıkmasını sağladı.
Taliban’ın ülkede beklenmedik biçimde yeniden yönetimi ele almasının ardından, Afgan hizipleri kendilerini bir kez daha müzakere ederken buldu. Enes, eğer Celaleddin yaşasaydı tıpkı iç savaş sırasında olduğu gibi kardeş katlini önlemek için uzlaşma yolu arayacağına inanıyor. Enes, babasından bahsederken “o bir arabulucu, bir jirga [Peştun aşiret şurası] insanıydı. Örfümüzde, geleneklerimizde ve dinimizde jirga’nın kutsal bir nitelik taşıdığını söylerdi” diyor.
Gelgelelim, Enes, anılarını anlatırken Hakkanilerin kardeş katline yaptığı katkıları büyük ölçüde ihmal ediyor. Hakkaniler, bir dizi yüksek profilli kişiye suikast düzenlemekle suçlanıyorlar ve Enes’in kardeşi Bedreddin’in, Batılı güvenlik yetkililerinin Kabil’e geldiklerinde konakladıkları Interncontinental Otel’e yönelik bir saldırıyı yönettiğine ilişkin görüntüler bile var.
2011 yılında, dönemin ABD Genelkurmay Başkanı Amiral Mike Mullen, Hakkaniler’in, Pakistan’ın Servislerarası İstihbarat Teşkilatı’nın (ISI) “tam anlamıyla bir kolu” olduğunu ve Pakistan’ın Batılı istihbarat örgütleri tarafından uzun süredir Taliban’ı destekleyen başlıca devlet olarak görüldüğünü söylemişti. Enes, bütün bunların “yalandan ibaret” olduğunu söylüyor.
Enes’e göre, Hakkanilerin Pakistan’ın vekâlet savaşlarındaki bir vekili (proxy) olarak faaliyet gösterdiğine yönelik suçlamalar ile amiralin, Hakkani Ağı’nın, Afganistan’la Pakistan’ı ayıran Durand Hattı üzerindeki kabileler için özerklik kazanmak amacıyla İslamabad’la savaştığı yönündeki diğer suçlaması arasında açık bir çelişki var.
Enes ayrıca Hakkaniler ile Taliban arasında bir ayrım olduğunu da reddederek ”Taliban biziz” diyor. Ona göre ailesinin dâhil olduğu herhangi bir saldırı Taliban’dan bağımsız olarak yapılmadı, aksine, grubun tamamını temsil ediyor. Enes, grubunun veya ailesinin son yirmi yılda yaşanan olaylarda oynadığı rolden de pişmanlık duymuyor, zira Enes’in gözünde onlar, bağımsızlıkları için savaşan birer özgürlük savaşçısı.
Enes’in mesajı, ailesinin elinde acı çekenlerin gözünde gayet açık.
“Savaşın helvası eşit olarak dağıtılır. Ailemiz de kadınlar ve çocuklar dâhil olmak üzere birçok kayıp verdi. Bizim görüşümüz Emirliğinkiyle aynı: Karşı tarafta yer alanlarını affetmeliyiz.”
Enes, 18 Ağustos’ta Hamid Karzai ve Gulbeddin Hikmetyar ile Kabil’de görüntülendi. Aynı zamanda, tutuklu olduğu sırada idam edilmesi için açıktan çağrıda bulunan Afgan Senatosu eski sözcüsü Fazıl Hadi Müslimyar ile de fotoğrafları yayınlandı.
Bu tür yatıştırıcı açıklamalara rağmen, Taliban’ın eski düşmanları ne ölçüde bir genel af sağlayabileceği muamma, zira Taliban savaşçılarının bu açıklamalara aykırı davrandıklarına dair raporlar sıkça karşımıza çıkıyor. Taliban yöneticilerine göre bu eylemler örgüt içi disiplin eksikliğinin bir sonucu. Taliban’ın Temmuz ayında Gazni vilayetinde etnik Hazaralar ile Şii Müslümanları öldürdüğüne ve işkence yaptığına, ayrıca ABD ve NATO güçleriyle birlikte çalışan kişileri ev ev aradığına dair raporlar da var. Enes’in eski düşmanlarıyla fotoğraflarının yayınlandığı gün Taliban, Deutsche Welle için çalışan bir gazeteciyi bulamayınca ailesinden başka bir kişiyi öldürdü ve bir diğerini de yaraladı.
Bununla birlikte, Taliban yöneticileri, örgütü iktidarda oldukları dönemden farklı biçimde eylemlerinde belirgin şekilde değişiklikler olan meşru bir siyasi aktör olarak göstermek istediği için bir af çıkarmaları muhtemel gözüküyor. Ayrıca, bu tür bir hamle, Taliban’ın isyan sırasında acımasız uygulamalarla mağdur ettiği insanların onlara yönelik direnişini etkisiz hale getirmek için akıllıca bir girişim olabilir. Eski hükümet yetkililerine, kurulacak yeni hükümette yer vermek de Taliban’ın uluslararası alanda tanınmasını güvence altına almak için yararlı olacaktır.
2021’in Taliban’ı, 1990’ların sonunda iktidarda oldukları zamandan farklı olduklarını göstermeyi hedefliyor. Her ne kadar ideolojik yönden değişmemiş olsalar da, 1990’ların koşullarının kökten değiştiği gerçeğini göz ardı edemeyeceklerinin de farkındalar. Dini açıdan bakıldığında, Afgan toplumundaki değişimi, uluslararası alanda tanınma arayışını ve iktidarda oldukları son dönemden bu yana edindikleri deneyimleri de içeren koşullardaki değişiklikler, hukuk anlayışlarını ve günümüzde idare ettikleri yeni Afganistan’la başa çıkma yöntemlerine ilişkin kullandıkları metodolojik süreçleri değiştirmeleri gerektiği anlamına geliyor. Bunun yerine değişim ihtiyaçlarını, ideolojik bir kaymaya ya da aydınlanmaya değil, dünyada yeni bir gerçekliğin ortaya çıkışına atfederek meşrulaştırıyorlar.
Gelecek hakkında konuşurken ağzını sıkı tutan Enes, bir tek “Afganların değerlerini yansıtan İslami bir sistem istiyoruz” diyerek bir Taliban klişesini tekrarlamakla yetiniyor. Ardından gülümseyerek ”tüm resmi duyuruları sözcümüz yapıyor” diyor ve ”bizi güçlü kılan da bu, hükümet adına açıklama yapan birden fazla kişi yok” diye de ekliyor.
Taliban’ın 1990’lardaki politikası, mümkün olan her yerde çeşitli düşmanlar ve tarafsız iştirakçiler (Hakkaniler gibi) belirlemeye dayanıyordu. Enes, uzlaşmacılık ve pragmatizm üzerine konuştu, ancak okuduğu Peştunca dizeler haricinde Enes’te vücut bulan genç Taliban’ın eski nesilden ne şekilde farklı olacağına dair hiçbir somut gösterge yok. Pek çok sıradan Afgan vatandaşı, bu neslin bir halkla ilişkiler savaşının parçası olarak dış dünyaya röportajlar ve kısa bilgiler sunacağından, ancak iktidarlarının eskisi kadar acımasız olacağından endişe duyuyor.
Taliban’ın 15 Ağustos’ta yönetimi devralmasından bu yana Kabil’de hissedilen gergin atmosfer, 26 Ağustos’ta havaalanı yakınında patlayan iki bomba sonucunda 100’den fazla Afgan’ın ve 13 Amerikan askerinin ölümüne yol açtı. Şimdiye kadar muhalif siyasetçileri hizada tutmakta zorlanan yeni yönetim, şimdi de Pencşir’de patlak veren Taliban karşıtı bir direnişle karşı karşıya. Dış yardımlara bağımlı Afgan ekonomisinin yabancı fonlardan mahrum kalmasıyla, ülkenin kuraklıkla boğuşmasıyla ve nüfusun büyük bir kısmının evinden olmasıyla ufukta ciddi bir insani ve ekonomik bir kriz görülüyor. Peki, acaba Enes tasavvur ettiği yeni Afganistan’ın bu şartlar altında gerçekleşeceğini düşünüyor mu? Bu soruyu sorduğumuzda “inşallah” demekle yetindi.
Yazan. Ahmed-Waleed Kakar
https://newlinesmag.com/reportage/taliban-the-next-generation/
Çeviren: Deniz Karakullukcu