Ana SayfaHaberlerÇevirilerÇEVİRİ | Aklıma gelen başka bir kelime var: İhanet

ÇEVİRİ | Aklıma gelen başka bir kelime var: İhanet

Middle East Eye Genel Yayın Yönetmeni David Hearst Trump’ın Gazze Planı’nı yazdı: "Filistinliler, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, hiç bu kadar yalnız bırakılmamıştı. İki yıllık soykırımın ardından, 6 Ekim’deki durumdan çok daha kötü bir çözüm önerisiyle karşı karşıyayız."

Arap ve Müslüman liderler, ABD Başkanı Donald Trump’ın pazartesi günü açıkladığı plana verdikleri desteğin aldatılarak alınmış olduğunu iddia edebilirler.

Washington’da açıklanan plan, New York’ta üzerinde anlaştıkları plandan çok farklıydı. Ama bu, yaptıklarını hayırhah bir şekilde açıklamanın yoludur.

Aklıma gelen başka bir kelime var: ihanet.

Soykırım eşliğinde işlenen bir ihanet. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya, Trump tarafından bunu sürdürmesi için yeşil ışık yakılmış durumda.

Katar, arabuluculuk rolünden dışlandığı ve Trump’ın açıklamayı ertelemeyi reddettiği için öfkeli. Mısır da öfkeli; çünkü Filistin Yönetimi’nin (FY) rolü küçültüldü ve İsrail güçlerinin Refah’ta ve Sina sınırı boyunca daima kalacağı karara bağlandı.

Ama yine de, her iki ülkenin ismi de plana destek veren bildiride yer aldı ve geri çekilmek için hiçbir şey söylemediler ya da yapmadılar.

Her durumda, bu anlaşmaya destek veren sekiz bölge ülkesinin her biri, Gazze halkına, bu çatışmanın tarihindeki en ağır askeri saldırıyı iki yıl boyunca göğüsledikten sonra acı ve karanlık bir ödül sunmuş oldu.

Onlar için tünelin sonunda bir ışık yok. Sadece farklı bir işgal ve farklı bir kuşatma biçimi var.

Tam da dünya kamuoyunun kesin biçimde İsrail’e karşı döndüğü ve tarihte hiç olmadığı kadar çok ülkenin Filistin devletini tanıdığı bir dönemde, Arap ve Müslüman liderler, yaşanabilir bir devletin İsrail’in intikamının enkazından çıkmasının imkânsız olduğu bir plana imza attılar.

Bölge ülkeleri, Gazze’deki kitlesel etnik temizliği durdurduklarını, işgali bitirdiklerini ve BM kurumlarını geri getirdiklerini iddia edebilir. Ama bunların anahtarları hâlâ Netanyahu’nun elinde.

Ajans yok

Etnik temizliğin ve soykırımın durduğuna dair bir garanti yok. Çünkü bu anlaşmaya göre, İsrail güçleri şeridi terk etmiyor ve Gazze’nin ne kadarının ve ne hızla Uluslararası İstikrar Gücü’ne devredileceğine karar verecek olan Netanyahu.

O aynı zamanda ne kadar yardım ve yeniden inşa malzemesinin içeriye gireceğine de karar verecek. Çekilme için bir takvim yok.

Ama kesin olan şu ki, bu savaş sonrası plan, Gazze’nin herhangi bir Filistinli liderlik altında yeniden doğmasını baştan boğacak.

Bu plana göre, Gazze’nin yeniden inşasında hiçbir Filistinli liderin rolü yok. Gazze bu anlaşmayla kesin biçimde İşgal Altındaki Batı Şeria’dan koparılıyor ve iki bölgenin birleşmesi düşüncesi rafa kaldırılıyor.

FY, Hamas ya da diğer gruplardan daha iyi durumda değil. Zaten silahsızlandırılmış olan FY’nin daha da ileri gitmesi gerekiyor.

Netanyahu’nun ortak basın toplantısındaki sözlerine göre, FY İsrail’e karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Uluslararası Adalet Divanı’ndaki (UAD) davalarını geri çekmeli, ölen savaşçıların ailelerine ödenen paraları durdurmalı, müfredatı değiştirmeli ve medyayı dizginlemeli. Ve sadece o zaman İsrail “görecek”.

Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün, Mısır, Endonezya ve Pakistan’ın liderleri, başbakanları ya da dışişleri bakanları bu planı kabul etmeden önce Filistinlilere danışmadılar.

Tıpkı Gazze’ye dayatılacak otoritede hiçbir söz hakkına sahip olmadıkları gibi, savaş sonrası planın hazırlanmasında da hiçbir söz hakkına sahip olmadılar.

Şimdi bu ülkeler, İsrail tanklarının, dronlarının ve robotlarının sahada başaramadığını Hamas’a teslim şartlarını kabul ettirmekle görevlendirildi. Bunu yapabilecekleri tek şey: derin bir utanç duygusu.

Arap karşı planı

Arapların karşı planı nerede? Yok. İsrail’in genişleyen sınırlarını durdurma kararlılığı nerede? O da tamamen hayal.

BM’de üzerinde anlaşılan taslak ile Beyaz Saray’da açıklanan nihai metin arasındaki farklar; rehinelerin teslim süresi, yardım dağıtımı, serbest bırakılacak Filistinli mahkûm sayısı, uluslararası istikrar gücü ve İsrail güçlerinin çekileceği hatlarla ilgiliydi.

Her maddede İsrail’in kontrolü pekiştirildi, taahhütleri ise azaltıldı.

Ama kilit noktalar şunlar: İsrail’in günde 600 kamyon yardımın girişine izin vereceğine dair taahhüt, sayılar belirtilmeden “tam destek” sözüyle değiştirildi. İsrail’in Gazze’den tamamen çekileceğine dair taahhüt, “silahsızlanma ve güvenlik hattının korunması şartıyla” çekilmeye dönüştü.

Trump’ın New York’ta görüştüğü ülkelerin liderleri ve dışişleri bakanlarının yayımladığı ortak bildiri ilk taslağa atıfta bulunuyordu.

Witkoff ve Trump’ın damadı Jared Kushner bu planı Netanyahu’ya götürdü. Birçok saat otel odalarında metni köklü şekilde değiştirdiler. Times of Israel bu değişikliklere “düzeltmeler” dedi.

Katar, bu “düzeltmeler” karşısında öfkelendi ve Trump’tan duyuruya erteleme istedi, ama talepleri reddedildi.

Trump ve Witkoff’un sözünden dönmesine ise hiç şaşırmadılar. Bu iki adam, sözlerini bozma konusunda sicili bozuk, utanmaz kişiler.

En kötü örnek, Netanyahu’nun keyfiyle yırtılıp atılan Ocak ayındaki ateşkes anlaşmasıydı. Başka örnek: Witkoff’un Umman’da İran heyetiyle görüşmeye hazırlandığı sırada, İsrail savaş uçakları ve ABD B2 bombardıman uçaklarının İran’ın nükleer tesislerine saldırması.

Trump bu ihaneti açıkça gururla sergilemişti.

Sonuç? Mısır, Gazze’yi Sina’dan ayıran Refah ve Filadelfi Koridoru’nda kalıcı bir İsrail varlığına imza atmış oldu. İsrail her ikisinin de kontrolünü elinde tutmakta kararlı.

Katar yeniden arabulucu rolünde, ama bu anlaşmayla birlikte gelecekteki değeri ciddi biçimde sorgulanıyor.

Netanyahu’nun özrü de sınırlıydı; Katar’ın ev sahipliği yaptığı Hamas heyetine saldırısından ötürü özür dilemedi. Ama eline, askerlerini Gazze’den çekme takvimini kendi keyfine göre belirlemesini sağlayan bir anlaşma geçti.

Hamas için kritik olan konular – İsrail’in tam çekilmesi ve savaşın rehinelerden önce durması, ayrıca silahlarını ellerinde tutmaları – ilk taslak ile nihai metin arasında ağır şekilde budandı.

İlk taslakta “İsrail güçleri, rehinelerin serbest bırakılmasına hazırlık için Witkoff önerisi sunulduğunda mevcut cephe hatlarına çekilecek” deniyordu. Ama hangi Witkoff önerisi olduğu belirtilmiyordu, çünkü birden çok öneri vardı.

Nihai metin sadece “İsrail güçleri mutabık kalınan hatta çekilecek” diyor.

Bu, İsrail güçlerinin ilk çekilmeden sonra bile Gazze’nin büyük bölümünü kontrol altında tutacağı haritaya gönderme yapıyor.

Times of Israel’in belirttiğine göre, ilk anlaşmanın 16. maddesi “İsrail güçleri işgal ettiği Gazze topraklarını aşamalı olarak devredecek” diyordu.

Buna şu eklemeler yapıldı: “IDF (İsrail ordusu) çekilmesini, demilitarizasyonla bağlantılı standartlar, aşamalar ve zaman çizelgelerine göre, IDF, ISF, garantörler ve ABD arasında kararlaştırıldığı şekilde yapacak.”

Netanyahu’nun yüzündeki büyük gülümseme boşuna değildi. İsrail televizyonuna şunu dedi: “Kim inanırdı ki? Herkes sürekli ‘Hamas’ın şartlarını kabul etmelisiniz, herkesi çıkarın, IDF çekilsin, Hamas toparlansın ve şeridi yeniden inşa etsin’ diyordu. Asla. Bu olmayacak.”

Netanyahu’ya Filistin devletini kabul edip etmediği soruldu. Yanıtı netti: “Kesinlikle hayır. Anlaşmada yazmıyor ama tek bir şey söyledik: Filistin devletine kesinlikle karşıyız. Başkan Trump da söyledi. O da anladığını söyledi.”

Burada haklıydı.

20 maddenin sonuncusu sadece “ABD, İsrail ve Filistinliler arasında, barışçıl ve müreffeh bir birlikte yaşama için siyasi bir ufuk konusunda diyalog başlatacak” diyor.

19. madde ise devlet fikrine sadece belirsiz bir selam veriyor. Filistinlilerin “öz belirleme ve devlet kurma arzusu”nu kabul ediyor – dikkat edin, hak değil, yalnızca arzu – ve bu bile “Gazze’de yeniden yapılanma ve FY reformunun sadakatle yürütülmesine” bağlı.

Bu sürecin hakemi kim? Tabii ki İsrail.Bu noktada Witkoff ve Kushner’ın ellerini oynatmasına gerek kalmadı. Filistin ulusal davasının, onu yıllarca sahiplendiğini iddia eden Arap ve Müslüman liderler tarafından ihanete uğraması zaten tamamlanmıştı.

Planın hiçbir yerinde Filistinlilerin kendi devletine sahip olma hakkı yok. Trump, “Nehirden denize kadar” yalnızca İsrail devletini duyuyor. Filistinlileri göçmen işçi olarak görüyor.

İhanet tamamlandı

Trump, basın toplantısında ilk başkanlığında Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma ve işgal altındaki Golan Tepeleri’nin ilhakını kabul etme kararlarını anımsatarak şunları dedi:

“Ve biliyor musunuz? Harikaydı. Herkes dünyanın sonu gelecek sandı. Dünyanın sonu, Ron. Öyle dediler. Hiçbir şey olmadı.”

İşte bu, İsrail’in Arap komşularına gerçekten nasıl baktığını gösteriyor: küçümsemeyle. Gazze’nin tarihini anlattığı biçim ise o kadar çarpıtılmış ki, nereden başlanacağı bile belli değil.

Trump’a göre, 2005’te Ariel Şaron, İsrail’in başbakanı olarak, barış arayışıyla Gazze’nin kıymetli sahil şeridinden çekilmişti.

“Ve dediler ki, ‘Tek istediğimiz barış.’ Ama Filistinliler için daha iyi bir yaşam kurmak yerine, Hamas kaynakları tüneller, roket fabrikaları, hastanelere, okullara ve camilere gizlenmiş komuta merkezleri inşa etmeye harcadı. Onlara saldırdığınızda, bir hastaneyi ya da okulu vurduğunuzu bile fark etmiyordunuz.”

Trump’ın zihnine kazınan bu. Oysa o dönemde Hamas, Filistin lideri Mahmud Abbas yönetiminde yapılan tek seçimi kazanmıştı. Fatah, İsrail’in yardımıyla başarısız bir darbeye kalkışmış, ardından 17 yıllık bir kuşatma başlamıştı.

Trump, Gazze’deki her hastanenin, okulun ve caminin iki yıl boyunca yok edilmesini meşrulaştırıyor. Bunlar savaş suçlarıdır ve soykırımdır.

Ama daha da kötüsü var.

Blair’in başarısızlığı

Ariel Şaron’un cenazesinde, Sabra ve Şatilla’da Filistinlilerin katledilmesine tanklarıyla yol açan generali “barış adamı” olarak tanımlayan Tony Blair, şimdi Gazze’yi yeniden hayalet gibi dolaşıyor.

Ramallah dışındaki hiç kimse Hamas’ı ulusal birlik hükümetinden dışlamada Blair’den daha büyük rol oynamadı.

2006’da, Orta Doğu özel temsilcisi olmadan önce, Blair dönemin ABD Başkanı George Bush’un yanında saf tutmuş, seçim sonuçlarını reddetmiş, Hamas’ı boykot etmiş ve kalıcı kuşatmaya uluslararası destek için temeli atmıştı. Dörtlü’nün şartları Hamas’ın dışlanmasını garantiledi.

Şimdi “Barış Kurulu”nun üyesi olarak geri döndü.

2010’da, özel temsilcilik görevi bittikten sonra, İsrailli revizyonist tarihçi Avi Shlaim, eski İngiliz başbakanı için şunu yazdı: “Blair’in Filistin bağımsızlığını savunmaktaki başarısızlığı, İsrail kuruluşunun onu sevmesinin asıl sebebidir.”

Geçen yıl Şubat ayında, Gazze’deki Filistinliler ölülerini hâlâ toprağa verirken, Blair Tel Aviv Üniversitesi’nden Dan David Ödülü’nü aldı. “Liderlik alanında çağımızın laureate’i” olarak…

Alıntıda, onun “olağanüstü zekâsı, öngörüsü, ahlaki cesareti ve liderliği” övülüyordu. Ödül 1 milyon dolar değerindeydi. Belki alaycıyım ama bu ödülü, Blair’in İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği suçlardaki sessiz suç ortaklığını düşününce, saçma bulmaktan kendimi alamıyorum.

Bu sözler, Blair hakkında bugün de geçerli.

Filistinliler tek başına

Hamas’ın seçenekleri karanlık.

Önlerindeki anlaşma, Hizbullah’ın kabul ettiğinden çok daha kötü. Üstelik o anlaşma bile İsrail tarafından her gün ihlal ediliyor.

Hamas rehineleri teslim ederse, savaşın biteceğine dair garantisi yok, Filistinli mahkûmların salıverilmesi için de elinde hiçbir koz kalmayacak. Reddederse, savaş Trump’ın tam desteğiyle devam edecek.

Suudi Arabistan, BAE, Ürdün ve Mısır’ın tutumu şaşırtıcı değil.

Ama Türkiye ve Katar da bu işin içinde. Onlar da Filistinlilere, bu kadar tek taraflı ve kötü bir anlaşmaya imza atarak ihanet etmiş oldular.

Defalarca ABD’nin güvencelerine güvenmenin tehlikeleri konusunda uyarıldılar. Defalarca Trump ile ticari ilişkilerinde piyon olarak kullanıldılar.

6 Ekim’den önceki duruma dönmenin tehlikelerine karşı uyarıyı yapan da onlardı. O gün, Suudi Arabistan İsrail ile normalleşmeye çok yakındı.

İki yıllık soykırımın ardından, 6 Ekim 2023’teki durumdan çok daha kötü bir çözüm önerisiyle karşı karşıyayız.

İsrail’in Gazze’de kalması için yeşil ışık yakıldı; ister doğrudan, ister Blair gibi vekiller aracılığıyla.

İsrail birliklerini tamamen çekse bile, sınırı mühürlemeye ve yardımın miktarını, inşaat malzemelerinin kalitesini kontrol etmeye devam edecek.

İsrail’e Mescid-i Aksa’ya saldırmak için yeşil ışık verildi. Batı Şeria’da yerleşim yeri inşasına yeşil ışık verildi.

Bu, Oslo Anlaşmalarının aynısı ama steroide bağlanmış hâli.

Filistinlilerin İsrail’in yanında barış içinde yaşayabilmeleri ancak İsrail’in isteklerine boyun eğmeleri, yerleşimcilerin kapmadığı toprak parçalarında köşeye sinmeleri ve kendi bağımsız devlet kurma hayallerinden vazgeçmeleriyle mümkün.

İşte “radikalleşmeden arındırma” demek budur. Kendi bayraklarını kaldırıp kenara koyarken, yerleşimciler Davut Yıldızlı bayraklarını onların eski evlerinde ve topraklarında dalgalandıracaklar.

Filistinliler, nerede yaşarlarsa yaşasınlar, hiç bu kadar yalnız bırakılmamıştı.

Arap ve Müslüman liderler, Gazze’nin halkının televizyon ekranlarında gece gündüz gösterdiği cesarete ve dirence korku, çıkar ve korkaklıkla karşılık verdiler.

- Advertisment -