Arundhati Roy’un 45’inci Avrupa Deneme Ödülü’nü alırken yaptığı 12 Eylül 2023 tarihli konuşma.
Charles Veillon Vakfı’na beni 2023 Avrupa Deneme Ödülü ile onurlandırdığı için çok teşekkür ediyorum. Bu ödülü almaktan ne kadar memnun olduğum hemen anlaşılmayabilir. Hatta kına yakıyormuş gibi görünüyor da olabilirim. Beni en çok mutlu eden şey, bunun bir edebiyat ödülü olması. Barış, kültür ya da kültürel özgürlük için değil, doğrudan edebiyat içinbir ödül. Yazmak için. Son 25 yıldır yazdığım ve hala da yazıyor olduğum türden denemeler için.
Bu denemeler Hindistan’ın önce çoğunlukçuluğa, sondasında da olgunlaşmış bir faşizme doğru düşüşünü (ki bazıları bunu bir yükseliş olarak görse de) adım adım haritalandırdılar. Evet, ülkede hala seçimler yapılabiliyor. İşte tam da bu nedenle iktidardaki Bhartiya Janata Partisi’ni Hindu üstünlükçülüğü mesajını, güvenilir bir seçmen kitlesini güvence altına almak amacıyla, 1,4 milyarlık bir nüfusa durmaksızın yayıyor. Sonuç olarak, seçimler bir cinayet, linç ve köpek ıslığı siyaseti mevsimi haline geliyor. Ve bu mevsim Hindistan’daki azınlıklar, özellikle de Müslüman ve Hıristiyan gruplar için en tehlikeli zaman.
Artık korkmamız gereken şey sadece liderlerimiz değil, nüfusun tüm bir kesimi. Kötülüğün sıradanlaşması, kötülüğün normalleşmesi artık sokaklarımızda, dersliklerimizde, pek çok kamusal alanda kendini gösteriyor. Ana akım basın, 24 saat yayın yapan yüzlerce haber kanalı faşist çoğunlukçuluğun amaçları doğrultusunda etkili biçimde kullanılıyor. Hindistan Anayasası fiilen bir kenara bırakılmış durumda. Hindistan Ceza Kanunu neredeyse baştanyazılıyor. Mevcut rejim 2024’te çoğunluğu kazanırsa, büyük olasılıkla yeni bir Anayasa gündeme gelecek.
Seçim bölgelerinin (sınırlandırma) düzenlenmesi anlamına gelen “delimitasyon/tahdit” ya da ABD’de bilinen adıyla ‘gerrymandering’ adı verilen sürecin gerçekleşmesi olasıdır. Aynı şekilde Bhartiya Janata Partisi’nin daha çok oy aldığı Kuzey Hindistan’daki Hindice konuşulan eyaletlere daha fazla parlamento koltuğu verilmesi çok muhtemel. Böyle bir durumgüney eyaletlerinde büyük bir kızgınlığa yol açacak. Hatta böylesi bir durum Hindistan’ı balkanlaştırma potansiyeline bile sahiptir. Olası bir seçim yenilgisi durumunda bile, ‘üstünlükçülük’ politikasının zehri oldukça derinlere işliyor. Öyleki Hindu üstünlükçülüğüsöylemi denge ve denetlemeyi gözetmesi gereken her kamu kurumlarını tehlikeye atmış durumda. Şu anda, zayıflatılmış ve altı oyulmuş bir Yüksek Mahkeme dışında neredeyse hiçbiri düzgün çalışmıyor.
Öncelikle bu çok prestijli ödül ve çalışmalarımın takdir edilmesi için bir kez daha teşekkür etmeme izin verin Fakat size söylemeliyim ki yaşam boyu başarı ödülü insanı gerçekten yaşlı hissettiriyor. Yaşlı değilmişim gibi davranmayı artık bırakmalıyım.
Hindistan’ın izlediği patika ve gittiği siyasi yön konusunda 25 yıl boyunca uyarıda bulunan yazılar yazdığım için ödül almak bazı açılardan oldukça ironik. Zaten bu uyarılar dikkate de alınmamıştır. Aksine bu uyarılar liberaller ve kendilerini “ilerici” olarak görenler tarafından sıklıkla alay konusu edildi ve eleştirildi.
Artık uyarı zamanı sona erdi… Tarihin çok ama çok farklı bir evresindeyiz. Bir yazar olarak tek umudum, yazdıklarımın ülkemde yaşanmakta olan bu karanlık döneme tanıklık etmesidir. Ve umarım, benim gibi başkalarının da eserleri yaşamaya devam eder, hepimizin bu olup bitenlere katılmadığı bilinir.
Hayatımı bir deneme yazarı olmak üzerine planlamamıştım. Bu birden ve öylece oluverdi.
İlk kitabım 1997’de yayınlanan Küçük Şeylerin Tanrısı romanıydı. O yıl Hindistan’ın İngiliz sömürgeciliğinden kurtulup bağımsızlığını kazanmasının 50. yıldönümüydü. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ve Sovyet komünizminin Afgan-Sovyet savaşının enkazına gömülmesinin üzerinden henüz sekiz yıl geçmişti. Bu, kapitalizmin tartışmasız galip olduğu, ABD hâkimiyetindeki tek kutuplu dünyanın başlangıcıydı. Hindistan ABD’ye karşı pozisyonunu yeniden hizaladı ve pazarlarını uluslararası sermayeye açtı.
‘Özelleştirme’ ve ‘yapısal uyum’ serbest piyasanın marşı haline geldi. Hindistan ‘palazlanarak’ önemli ülkeler arasındaki yerini alıyordu. Fakat 1998’de Bhartiya Janata Partisiliderliğindeki Hindu milliyetçi hükümeti iktidara geldi. Yaptığı ilk şey de bir dizi nükleer test oldu. Yazarlar, sanatçılar ve gazeteciler de dâhil olmak üzere birçok insan tarafından şiddetli, şovenist bir milliyetçi söylemle neredeyse sevgiyle karşılandılar. Böylece kamusal söylem olarak kabul edilebilir olan şey aniden değişiverdi.
O zamanlar romanımla Booker Ödülü’nü yeni kazanmıştım. İstemeden de olsa agresif Yeni Hindistan’ın kültür elçilerinden biri haline gelmiştim. Neredeyse tüm büyük dergilerin kapağındaydım. Bir şey söylemediğim takdirde yeni faşistik rejime ve politikalarına katıldığımın varsayılacağını biliyordum. O zaman sessiz kalmanın da konuşmak kadar politik olduğunu anladım. Açıkça konuşmanın, edebiyat dünyasının peri kızı olduğum bir dönemde kariyerimin sonu olacağını biliyordum. Fakat bunun da ötesinde, sonuçlarına bakmaksızın inandığım şeyleri yazmazsam, kendimin en büyük düşmanı haline geleceğimi ve muhtemelen bir daha asla yazamayacağımı fark ettim.
Bu yüzden yazdım, yazar kimliğimi, yazar benliğimi kurtarmak için yazdım. İlk makalem Hayal Gücünün Sonu, Outlook ve Frontline adlı iki büyük dergide aynı anda yayınlandı. Tabii hemen vatan haini ve ulus karşıtı olarak ilan edildim. Hakaretleri ve yaftalamaları BookerÖdülü’nden daha az prestijli olmayan önemli bir ödül olarak kabul ettim. İşte bu durum, beni barajlar, nehirler, yerinden edilme, kast sistemi, madencilik, iç savaş hakkında uzun bir yazma yolculuğuna çıkarmış oldu. Bu yolculuk, anlayışımı derinleştiren, kurgu ve kurgu dışı eserlerimi artık birbirinden ayrılamayacak şekilde iç içe geçiren bir yolculuk oldu.
Şimdi Azadi kitabımdan, denemelerimin dünyada nasıl var olduğunu, bu dünyadan nasıl beslendiğini anlatan makalelerden kısa bir alıntı okuyacağım. Bölümün adı “Edebiyatın Dili”:
“Bu denemeler ilk kez yayınlandığında (önce yüksek tirajlı dergilerde, sonra internette ve en sonunda kitap olarak basıldıklarına), en azından bazı çevrelerde, çoğu zaman da metinlerin siyasi pozisyonu ile doğrudan karşıt olmayanlar tarafından kötücül bir şüpheyle karşılandılar. Kitap, geleneksel olarak edebiyat olarak düşünülen şeye farklı bir açıda yaklaşıyordu. Kötü niyetlilik, özellikle kategorileştirmeye yatkın insanlar arasında anlaşılabilir bir tepkiydi çünkü okuduklarının tam olarak ne olduğuna karar verememişlerdi. Yazdıklarım, broşür müydü, polemik miydi, yoksa akademik veya gazetecilik yazısı gibi bir şey miydi, yoksaseyahat günlüğü müydü, ya da sadece edebi maceracılık mıydı?
Bazılarına göre bu metinler yazmak bile sayılmıyordu: “Ah, neden yazmayı bıraktın? Bir sonraki kitabınızı merakla bekliyoruz” diyorlardı. Başkaları benim yalnızca fonlanmış bir yazar olduğumu düşünüyordu. Her türden teklifler geliyordu: “Canım, barajlarla ilgili yazdığın yazı çok hoşuma gitti, benim için çocuk istismarı konusunda bir tane yazabilir misin?” (Bu gerçekten oldu!!) Bana (çoğunlukla üst sınıftan gelen erkekler tarafından) nasıl yazılacağı, hakkında yazmam gereken konular ve nasıl bir üslup kullanmam gerektiği konusunda sert öğütler bile verildi.
Ancak meselenin öteki tarafında – bunlara muktedirlerin çizdiği ana güzergahın dışındaki yollar diyelim – bu denemeler hızla diğer Hint dillerine çevrildiler. Broşür olarak basıldılar. Ormanlarda ve nehir vadilerinde, saldırı altındaki köylerde, öğrencilerin yalan söylenmesinden bıktığı üniversite kampüslerinde ücretsiz olarak dağıtıldılar. Çünkü yayılan ateşle tutuşan ve ön saflarda mevzi alan bu okurların edebiyatın ne olduğu ya da ne olması gerektiğine dair tamamen farklı bir fikri vardı.
Size bunlardan özellikle bahsediyorum, çünkü bana edebiyatın yerinin yazarlar ve okurlar tarafından inşa edildiğini öğretti. Bu bazı açılardan kırılgan ama yıkılmaz bir yer. Kırıldığında, onu yeniden inşa ederiz. Çünkü sığınacak bir yere ihtiyacımız var. ‘Gereksenen Edebiyat’ fikrini çok seviyorum. İnsanlara bir barınak sağlayan edebiyat. Her türlü korunmayı sağlayan...”
Bugün, tamamen reklamlardan geçinen Hindistan’daki herhangi bir ana akım medya kuruluşunun bu tür metinleri yayınlamasını düşünemeyiz bile. Son 20 yılda serbest piyasa, faşizm ve sözde özgür basın, Hindistan’ı hiçbir şekilde demokrasi olarak adlandıramayacağızbir noktaya çekmek için adeta özellikle bir araya gelmiş durumda.
Bu yılın Ocak ayında, Hindistan’ın içinde bulunduğu durumu muhtemelen başka hiçbir şeyin yapamayacağı şekilde gösteren eden iki şey yaşandı. BBC, Hindistan: Modi Problemi başlıklıiki bölümlük bir belgesel yayınladı. Birkaç gün sonra açığa-satış-işlemleri konusunda uzmanlaşmış, aktivist bir ABD şirketi olan Hindenburg Research Hindistan’ın en büyük şirketi olan Adani grubu hakkında şok edici kanunsuzlukları ayrıntılı bir şekilde ifşa eden ve artık Hindenberg Raporu olarak bilinen şeyi yayınladı.
BBC-Hindenburg çalışması, Hindistan medyası tarafından Hindistan’ın “ikiz kuleleri”diyebileceğimiz iki kişiye yani Başbakan Narendra Modi ve Hindistan’ın en büyük sanayicisi, yakın zamana kadar dünyanın en zengin üçüncü adamı olan Gautam Adani’ye yönelik bir ‘saldırı’ olarak gösterildi. Medya için raporun başka hiçbir manası olamazdı. Bu iki figüreyöneltilen suçlamalar hiç de hafif değil. Örneğin BBC, Modi’yi toplu katliamlara yataklık etmekle suçlamakta.
Hindenburg Raporu Adani’yi “şirket tarihinin en büyük dolandırıcılığını” yapmakla suçluyor. 30 Ağustos’ta Guardian ve Financial Times, Organize Suç ve Yolsuzluk Raporlama Projesi tarafından elde edilen önemli belgelere dayanan ve Hindenburg Raporunu bir kez dahadoğrulayan makaleler yayınladı.
Hindistan’daki tahkikat kurumları ve Hint medyasının büyük bölümü bu hikâyeleriaraştıracak ya da yayınlayacak durumda değiller. Yabancı medya bunu yaptığında da, mevcut aşırı milliyetçilik atmosferinde, bunu Hindistan’ın egemenliğine bir saldırı olarak göstermek çok kolay oluyor.
BBC belgeseli Modi Problemi’nin 1. bölümü, 59 Hindu hacının diri diri yakıldığı bir tren vagonunun kundaklanmasından Müslümanların sorumlu tutulmasının ardından 2002 yılında Gücerât eyaletini kasıp kavuran Müslüman karşıtı pogromla ilgili. O yıllarda Modi, katliamdan sadece birkaç ay önce eyaletin başbakanı olarak atanmıştı. Atanmış diyorum çünkü seçimle gelmemiş bir ‘devlet adamıydı’. Film sadece cinayeti değil, aynı zamanda kurbanların Hindistan’ın labirent gibi hukuk sistemi içinde düzene karşı inançlarını yitirmeden, adalet ve siyasi hesap verebilirlik umuduyla yaptıkları 20 yıllık yolculuğu da anlatıyor.
Aralarında parçalanıp diri diri yakılan eski milletvekili Ehsan Jaffri’nin de bulunduğu 60 kişinin mafya tarafından öldürüldüğü “Gulbarg Cemiyeti katliamında” ne yazık ki ailesinden on kişiyi kaybeden Imtiyaz Pathan’ın ve daha pek çok görgü tanığının ifadeleri de belgeseldeyer alıyor. Ehsan Jaffri Modi’nin siyasi rakiplerinden biriydi. Son seçimlerde Modi’ye karşı kampanya yürütmüştü. Bu korkunç olay Gücerât eyaletinde birkaç gün içinde meydana gelen benzer korkunç katliamlardan sadece birisidir.
Belgeselde yer verilmeyen öteki katliamlardan biri de 19 yaşındaki Bilkis Bano’ya toplu tecavüz edilmesi ve 3 yaşındaki kızı da dahil olmak üzere ailesinden 14 kişinin öldürülmesi hadisesidir!..
Geçtiğimiz Ağustos Bağımsızlık Günü’nde Modi Hint Ulusu’na ‘kadın haklarının önemini’anlatırken, aynı gün başında olduğu hükümet Bilkis Bano ve ailesine yönelik ömür boyu hapis cezasına çarptırılan tecavüzcü-katilleri affetti!! Bu tecavüzcü-katiller zaten hapisteki zamanlarının çoğunu şartlı tahliyeyle geçirmişlerdi. Bu katiller artık özgür insanlar! Cezaevi dışında çelenklerle karşılanan bu tecavüzcü-katiller, artık toplumun saygın üyeleri haline geldi. Hatta kamu programlarında Bhartiya Janata Parti’li politikacılarla aynı sahneyi paylaşıyorlar.
Belgesel Nisan 2002’de İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlatılan ve şimdiye kadar kamuoyu tarafından hiç görülmemiş bir raporu da ortaya çıkardı.
Korkunç gerçekleri gün yüzüne çıkaran raporda “en az 2,000” kişinin öldürüldüğünü tahmin ediliyor. Rapor, katliamı “etnik temizliğin tüm özelliklerini” taşıyan önceden planlanmış bir pogrom olarak nitelendiriyor. Güvenilir kaynaklardan aldıkları bilgilere göre polise geri çekilme emri verilmiş. Rapor suçu doğrudan Modi’nin üzerine atmakta. Gücerâtpogromundan sonra ABD kendisine vize vermemişti. Ancak Modi art arda üç seçim kazandıve 2014 yılına kadar Gücerât eyaleti başbakanı olarak kaldı. Başbakan olduktan sonra vize yasağı kaldırıldı.
Elbette Modi hükümeti filme yasak getirdi. Tüm sosyal medya platformları yasağa uyarak filmle ilgili tüm bağlantıları ve referansları kaldırdılar. Filmin gösterime girmesinden birkaç hafta sonra BBC ofisleri polis tarafından kuşatıldı ve vergi memurları tarafından basıldı.
Hindenburg Raporu ayrıca, Adani Grubu’nu, offshore paravan kuruluşların kullanımı yoluyla, borsada işlem gören önemli şirketlere yapay olarak aşırı değer biçen, dolayısıyla bu şirketlerin başında olan kişinin de net değerini şişiren “yüzsüz bir hisse senedi manipülasyonu ve muhasebe dolandırıcılığı planına” girişmekle suçluyor.
Raporda Adani’nin halka arz olmuş şirketlerinden yedisine yüzde 85’ten fazla aşırı değer biçildiği görülüyor. Modi ve Adani birbirlerini onlarca yıldır tanıyorlar. Dostlukları 2002 Gücerât pogromundan sonra iyice pekişti.
O yıllarda, Hindistan kamu kuruluşları da dâhil olmak üzere Hindistan’ın büyük bir kısmı, “intikam” isteyen yasa dışı Hindu çetelerin Gücerât’ın kasaba ve köylerinin sokaklarında Müslümanlara yönelik açık katliam ve toplu tecavüzleri karşısında dehşet içinde geri adım attı.
Gautam Adani ise Modi’nin yanında yer almıştı. Adani, küçük bir grup Gücerâtlı sanayiciyle birlikte yeni bir iş adamı platformu kurdu. Gruptakiler Modi’yi eleştirenleri kınadılar ve Hindu Kalplerinin İmparatoru “Hindu Hriday Samrat” olarak yeni bir siyasi kariyere başlayan Modi’yi tüm güçleriyle desteklediler. Böylece, Gücerât “kalkınma” Modeli olarak bilinen şey doğdu: Ciddi miktarda parasıyla desteklenmiş bir şiddetli Hindu milliyetçiliği modeli…
Modi, üç dönem Gücerât eyaleti başbakanlığı yaptıktan sonra 2014 yılında Hindistan başbakanı seçildi. Delhi’deki yemin törenine, üzerinde Adani’nin adının yazılı olduğu özel bir jetle katıldı. Modi’nin görevde olduğu dokuz yıl içinde Adani dünyanın en zengin insanı olmuştu. Serveti 8 milyar dolardan 137 milyar dolara çıktı. Adani sadece 2022’de 72 milyar dolar kazandı, ki bu rakam dünyanın sonraki dokuz milyarderinin toplam kazancından çok daha fazla. Adani Grubu şu anda Hindistan’ın yük taşımacılığının %30’unu karşılayan bir düzine limanı, Hindistan’ın havayolu taşımacılığının %23’ünü gerçekleştiren yedi havalimanını ve Hindistan’ın tahılının %30’unu topluca tutan depoları işletmekte. Ülkenin en büyük özel elektrik üreticisi olan enerji santrallerinin sahibi ve işletmecisi durumunda.
Evet. Gautam Adani dünyanın en zengin insanlarından biri. Fakat seçimler sırasında yaptıklarına bakacak olursanız Bhartiya Janata Partisinin sadece Hindistan’ın değil, belki de dünyanın en zengin siyasi partisi olduğunu görebilirsiniz.
Bhartiya Janata Partisi 2016 yılında, şirketlerin kimlikleri kamuya açıklanmadan siyasi partileri finanse etmelerine olanak tanıyan ‘seçim tahvilleri uygulamasını’ başlatmıştı.Akabinde Bhartiya Janata Partisi, kurumsal finansmanın açık ara en büyük payına sahip parti haline geldi. Görünüşe göre Hindistan’daki ikiz kulelerin, yani Modi ve Adani’nin bodrum katları ortak!
Tıpkı Adani’nin ihtiyaç duyduğu anda Modi’nin yanında durması gibi, Modi hükümeti de Adani’nin yanında duruyor. Hatta Parlamento’daki muhalefet üyelerinin sorduğu tek bir soruya bile cevap vermeyi reddederek müzakere ve konuşmaları parlamento kayıtlarından silecek kadar ileri gidiyorlar.
Bhartiya Janata Partisi ve Adani servetlerine servet katarken, Oxfam rejimin yolsuzluklarını ifşa eden bir rapor yayımladı: Rapor Hindistan nüfusunun en tepedeki %10’unun toplam ulusal servetin %77’sine sahip olduğunu söylüyor. 2017’de elde edilen toplam servetin yüzde 73’ü en zengin yüzde 1’lik kesime harcanırken, nüfusun en yoksul yarısını oluşturan 670 milyon Hintlinin servetinde yalnızca yüzde 1’lik bir artış olmuş. Hindistan büyük bir pazara sahip ekonomik bir güç olarak tanınırken, nüfusunun çok büyük bir kısmı derin bir yoksulluk içinde. Milyonlarca kişi, üzerinde Modi’nin yüzünün yazılı olduğu paketler halinde gönderilen kumanyalarla hayatta kalmaya çalışıyor. Hindistan çok fakir insanların yaşadığı çok zengin bir ülke haline geldi. Dünyanın en eşitsiz toplumlarından biri.
Sebep olduğu tantana ve rahatsızlık dolayısıyla Oxfam Hindistan bürosuna da baskın düzenlendi. Uluslararası Af Örgütü ve rejim için problem çıkarma riski olan Hindistan’daki diğer STK’lar da kapatılmaları yönünde sürekli tacize uğruyor.
Bu olayların veya raporların hiçbiri Batı demokrasilerinin liderleri için herhangi bir anlam ifade etmiyor. Hindenburg-BBC olayından birkaç gün sonra, “sıcak ve verimli” görüşmelerin ardından Başbakan Modi, Başkan Joe Biden ve Cumhurbaşkanı Emmanuel MacronHindistan’ın 470 adet Boeing ve Airbus uçağı satın alacağını kamuoyuna açıkladılar. Biden anlaşmanın bir milyondan fazla Amerikan istihdamı yaratacağını söylüyordu. Elbette tüm Airbus’lar Rolls Royce motorlarıyla güçlendirilecek. Başbakan Rishi Sunak, “Birleşik Krallık’ın gelişen havacılık ve uzay sektörü hiçbir sınır tanımıyor” diyordu.
Temmuz ayında Modi devlet ziyareti düzeyinde ABD’ye ve Bastille Günü’nde Baş Konuk olarak Fransa’ya gitti. Buna inanabiliyor musunuz!? Macron ve Biden, Modi’nin üçüncü dönem de aday olacağı 2024 genel seçimleri için böyle bir adama en utanç verici şekilde yaltaklandılar. Bunu yaparken de Modi kampanyasının kendileri için saf altın anlamına geleceğinin farkındaydılar.
Hâlbuki kucakladıkları bu adam hakkında bilmedikleri hiçbir şey yoktu:
Modi’nin Gücerât pogromundaki rolünü biliyor olmalıydılar!
Müslümanların alenen ve sürekli olarak linç edilmesinin mide bulandırıcılığını, insanları linç eden birçok suçlunun Modi’nin kabine üyeleri tarafından nasıl çelenklerle karşılandığını ve Müslümanların hızla ayrıştırılması ve gettolaştırılması sürecini de pek âlâ biliyorlardı!
Hindu kanunsuzlar tarafından yakılan yüzlerce kiliseden de haberdar olmalıydılar!
Çoğu uzun hapis cezalarına çarptırılan muhalif politikacıların, öğrencilerin, insan hakları aktivistlerinin, avukatların ve gazetecilerin fişlendiğini biliyor olmalıydılar!
Polisin ve şüpheli Hindu milliyetçilerin üniversitelere düzenlediği saldırıları biliyor olmalıydılar!
Tarih ders kitaplarının yeniden yazıldığını, filmlerin yasaklandığını, Uluslararası Af Örgütü Hindistan’ın kapatıldığını biliyor olmalıydılar!
BBC’nin Hindistan ofislerine yapılan baskını, uçuşu yasaklananlar listesine alınan aktivistleri, gazetecileri ve hükümeti eleştirenleri, hem Hintli hem de yabancı akademisyenler üzerindeki baskıyı biliyor olmalıydılar!.
Hindistan’ın Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında artık 161. sırada olduğunu biliyor olmalıydılar!
En iyi Hintli gazetecilerin çoğunun ana akım medyadan uzaklaştırıldığını biliyor olmalıydılar!
Gazetecilerin yakında, hükümetin atadığı bir organın, medyada çıkan haberlerin ve hükümetle ilgili yorumların sahte veya yanıltıcı olup olmadığına karar verme yetkisine sahip olacağını, özel bir düzenleme rejimine geçileceğini de biliyor olmalıydılar!
Elbette sosyal medyadaki muhalefeti ortadan kaldırmak amacıyla tasarlanmış yeni bilişim yasasını da biliyorlardı!
Açıkça ve sistematik bir şekilde Müslümanların yok edilmesi ve Müslüman kadınlara tecavüz edilmesi çağrısında bulunan kılıçlı, şiddet yanlısı Hindu çetelerini de biliyorlardı!
Keşmir gazetecilerinin taciz, tutuklama ve haksız sorgulamaya maruz bırakıldığını veya 2019’dan itibaren aylarca süren bir iletişim kesintisi (dünya üzerinde başka hiçbir bu kadar uzun bir internet kesintisi olmamıştı yaşayan bölgenin) durumunu da biliyor olmalıydılar!
21. yüzyılda hiç kimse Keşmir’deki insanlar gibi boğazında bir çizme ile yaşamak zorunda kalmamalıdır…
2019’da kabul edilen ve Müslümanlara karşı apaçık ayrımcılık yapan Vatandaşlık Değişikliği Yasası’nı da biliyor olmalıydılar!
Bu yasanın yol açtığı kitlesel protestoları ve bu protestoların ancak bir sonraki yıl Delhi’de düzinelerce Müslüman’ın Hindu çeteleri tarafından öldürülmesinden sonra kaldırıldığını da biliyor olmalıydılar! (Hatta ve hatta tesadüfen, Başkan Donald Trump eyalet ziyareti şehre geldiği sırada yaşanan bu olay hakkında tek kelime etmemişti!)
Delhi polisinin sokakta yatan ağır yaralı genç Müslüman erkekleri nasıl dürterek ve tekmeleyerek Hindistan İstiklal Marşı söylemeye zorladığını biliyor olmalıydılar!. BuMüslümanlardan biri daha sonra ne yazık ki öldü.
Biden ve Macron gibi gelişmiş ülkelerin devlet başkanları Modi’yi kutlarken, Bhartiya JanataPartisi’ne bağlı Hindu aşırılık yanlılarının Müslümanların kapılarına X işareti koyup onlara gitmelerini söylemesinin ardından Hindistan’ın kuzeyindeki Uttarakhand’daki küçük bir kasabadan canları pahasına kaçtıklarını bal gibi biliyorlardı!! “Müslümanlardan Arındırılmış” Uttarkand söylemi açıkça dillendiriliyor. Bu liderler Modi’nin gözetiminde Hindistan’ın kuzeydoğusundaki Manipur eyaletinin iç savaşa sürüklendiğinin farkındalar.
Bir çeşit etnik temizlik olayı yaşandı; merkezi hükümetin suç ortağı olduğu kesin; eyalet hükümetinin partizanlığı ortada; güvenlik güçleri herhangi bir emir-komuta zinciri olmadan polis ve diğerler güçler arasında bölüşüldüğü açıkça belli… İnternet kasıtlı olarak kesiliyor, böylece haberlerin ve gerçeklerin sızması haftalar alıyor!
Tüm bunlara rağmen dünya güçleri Modi’ye sosyal dokuyu tahrip etmesi ve Hindistan’ı yakıp yıkması için ihtiyaç duyduğu tüm kaynakları sağlamayı tercih ediyor. Bana göre bu bir tür Irkçılık. Bu devletler demokrat olduklarını iddia ediyorlar ancak hayır Irkçılar! Savundukları “değerlerin” beyaz olmayan ülkeler için de geçerli olması gerektiğini düşünmüyorlar. Elbette bu çok eski bir mesele.
Fakat önemli değil. Biz kendi savaşımızı kendimiz vereceğiz. Nihayetinde de ülkemizi geri kazanacağız. Ancak, Hindistan’da demokrasinin ortadan kaldırılmasının dünyayı hiç etkilemeyeceğini düşünüyorlarsa, gerçekten de hayal dünyasında yaşıyor olmalılar.
Hindistan’ın hala bir demokrasi olduğunu düşünenler için, anlattığım şeyler yalnızca son birkaç ayda meydana gelen olaylardan birkaçı.
Artık çok farklı bir aşamaya geçtiğimizi söylerken kastettiğim tam olarak buydu. Uyarı zamanı sona erdi! Artık liderlerimizden korktuğumuz kadar, halkın bazı kesimlerinden de korkmalıyız:
İç savaşın tüm şiddetiyle devam ettiği Manipur’da tamamen partizan davranan polis, iki kadını bir köyde çıplak olarak gezdirmiş, ardından toplu tecavüze uğramak üzere Hinduçeteye teslim etmişti. Bu kadınlardan biri ne yazık ki küçük kardeşinin gözlerinin önünde öldürülmesine tanık oldu. Tecavüzcülerle aynı gruptan olan kadınlar, tecavüzcülerin yanında yer almış, hatta erkekleri tecavüze teşvik ediyorlardı…
Maharashtra’da ise silahlı Demiryolu Koruma Gücü Subayı bir trenin koridorunda yürürken, Müslüman yolculara ateş açıyor ve insanları Modi’ye oy vermeye zorluyordu.
Üst düzey politikacılar ve polis memurlarıyla pek çok fotoğrafı olan, son derece ünlü mafyatik bir Hindu figür tüm Hinduları, Müslümanların çoğunlukta olduğu yoğun nüfuslu bir yerleşim yerinde dini bir yürüyüşe katılmaya çağırıyordu. Bu figür şubat ayında iki Müslüman gencin bir araca bağlanarak diri diri yakılmasıyla ilgili cinayetin baş sanığıdır.
Çoğunlukla üst düzey politikacılar ve polis memurlarıyla sohbet ederken fotoğrafları çekilen, son derece popüler bir Hindu kanun koyucu, Hinduları, Müslümanların çoğunlukta olduğu yoğun nüfuslu bir yerleşim yerinde dini bir yürüyüşe katılmaya çağırdı. Kendisi, Şubat ayında iki Müslüman gencin bir araca bağlanıp diri diri yakılmasıyla ilgili cinayetin baş sanığı.
Nuh kasabasından bahsedelim. Bu kasaba büyük uluslararası şirketlerin ofislerinin bulunduğu Gurgaon şehrine komşudur. Kasabada yürüyüş düzenleyen Hindular makineli tüfek ve kılıçlarla sokaklardan geziyorlardı. Müslümanlar ise bu tehlike karşısında kendilerini savundular. Tahmin edilebileceği gibi yürüyüş şiddetle sonuçlandı. Altı kişi öldürüldü. 19 yaşındaki bir imam yatağında katledildi. İmamlık yaptığı camiyi tamamen tahrip ettiler. Sonra da camiyi yaktılar. Devletin tepkisi ise en yoksul Müslüman yerleşim yerlerini buldozerlerle yerle bir etmek ve yüzlerce ailenin canını kurtarmak için kaçmasına neden olmak oldu…
Başbakanın bu konuda hiçbir şey söylemedi, zaten söyleyecek bir şeyi de yok. Şuanda seçim dönemindeyiz. Önümüzdeki Mayıs ayında genel seçimler yapılacak. Tüm bunlar seçim kampanyasının bir parçası. Daha fazla kan dökülmesine, toplu katliamlara, sahte saldırılara, sahte savaşlara ve zaten kutuplaşmış bir halkı daha da kutuplaştıracak her şeye hazır bir Hindistan inşa edildi.
Yakın zamanda küçük bir okulda çekilmiş tüyler ürpertici bir videoyu izledim. Sınıf öğretmeni Müslüman bir çocuğu sırasının yanında ayakta tutuyor ve Hindu çocuklardan, teker teker gelip onu tokatlamalarını istiyor. Ona yeterince sert vurmayanları ise daha sert vurmaları konusunda uyarıyor. Şu ana kadar alınan tek önlem, köydeki Hinduların ve polisin Müslüman aileye suç duyurusunda bulunmaması için baskı yapması oldu. Müslüman çocuğun okul ücreti iade edilerek okuldan alındı..
Şu anda Hindistan’da olup bitenler gevşek bir internet faşizmi olarak tanımlanamaz. Tüm bunlar gerçek şeyler! Nazilerden farkımız kalmadı. Yalnızca liderlerimizin, televizyon kanallarımızın ve gazetelerimiziz değil, nüfusumuzun büyük bir kesiminin de Nazilerden bir farkı kalmadı. ABD’de, Avrupa’da ve Güney Afrika’da yaşayan Hindu nüfusunun büyük bir bölümü Hindistan’daki faşizmi maddi olduğu kadar siyasi olarak da destekliyor.
Kendi ruhlarımızın, vicdanımızın selameti için ayağa kalkmalıyız! Çocuklarımızın ve çocuklarımızın çocuklarının iyiliği için ayağa kalkmalıyız! Unutmayalım ki başarılı ya da başarısız olmamızın bir önemi yok. Bu sorumluluk yalnızca Hindistan’da yaşayan bizlere ait değil. Yakında, Modi 2024 seçimlerini kazandığında, muhalefetin tüm yolları kapatılacak. Bu salondaki hiç kimse neler olup bittiğini bilmiyormuş gibi davranmaya devam demez.
İzin verirseniz şimdi ilk denemem olan Hayal Gücünün Sonu’ndan bir parça okuyarak bitireceğim. Metin bir arkadaşımla başarısızlık ve yazar kimliğimin manifestosu hakkında konuşmalarımızdan oluşuyor:
“Her halükarda onunkinin olaylara dışsal bir bakış açısı olduğunu belirttim; çünkü bu akıl yürütme bir kimsenin mutluluğunun ya da kişisel tatmin duygusunun akıbetini, tesadüfen ‘başarıya’ rastlamasına bağlıyordu; ve zirveye ulaştığı (ve şimdi dibe vurması gerektiği) varsayımına dayanıyordu. Bu varsayım zenginlik ve şöhretin herkesin hayallerini süsleyen zorunlu şeyler olduğuna dair hayal gücünden yoksun bir inanca dayanmaktaydı.
Ona New York’ta çok uzun süre yaşadın, dedim. Başka hayatlar da var. Başka türlü hayaller. Başarısızlığın mümkün olduğu düşler bunlar. Onurlu hayaller. Hatta bazen uğruna çabalamaya değecek hayaller bunlar. Şöhretin, tanınırlığın, şaşanın insan değerinin ya da parlak zekânın tek barometresi olmadığı dünyalar. Tanıdığım ve sevdiğim pek çok savaşçı var; benden çok daha değerli insanlar; her gün başarısız olacaklarını önceden bilerek savaşa gidiyorlar. Doğru, bu insanlar kelimenin en kaba anlamıyla daha az ‘başarılı’ oluyorlar fakat hiçbir şekilde daha az tatmin oluyorlar diyemeyiz.
Sonra arkadaşıma, sahip olmaya değer tek hayalin: Hayattayken bu hayatı yaşamak ve ancak ruhun bedenini terk ettiğinde ölmek olduğunu söyledim. (Bu bir öngörüydü belki de?)
‘Bu tam olarak ne anlama geliyor ki?’ diye sordu. (Kaşlarını hafifçe kaldırmış, cevabımdan biraz rahatsız olduğunu belli ediyordu.)
Açıklamaya çalıştım ancak bunu beceremedim. Bazen düşünmek için yazmam gerekiyor. Ben de onun için kağıt peçeteye şunları yazdım: ‘Sevmek, sevilmek; kendi önemsizliğini asla unutmamak için. Etrafımızı çevreleyen yaşamın tarif edilemez şiddetine ve bayağı eşitsizliklerine asla alışmamak. Mutluluğu en hüzünlü yerlerde bile aramak. Güzelliği en karanlık ine kadar takip etmek. Asla karmaşık olanı basitleştirmemek, basit olanı karmaşıklaştırmamak. Güce saygı duymak, iktidara ise asla. Her şeyden önce gözlemlemek, denemek ve anlamak için gözlemlemek. Asla uzağa bakmamak için gözlememek. Ve asla ama asla unutmamak...“
Bu ödülü bana layık gördüğünüz için size tekrar teşekkür etmek istiyorum. Ödül alıntısında yer alan “Arundhati Roy denemeyi bir mücadele biçimi olarak kullanıyor” ifadesine ise gerçekten bayıldım.
Bir yazarın yazdıklarıyla dünyayı değiştirebileceğine inanması küstahlık, kibir ve hatta biraz da aptallık olabilir, ancak asıl acıklı durum değiştirmeyi denemezse peyda olur.
Gitmeden önce son olarak şunu söylemek istiyorum: Bu ödül oldukça fazla miktarda parayla birlikte geliyor. Ancak bu para benimle kalmayacak. Bu para neredeyse hiçbir kaynağı olmadan bu rejime karşı durmaya devam eden inanılmaz cesur aktivistler, gazeteciler, avukatlar, film yapımcıları ile paylaşılacaktır! Durum ne kadar korkunç ve acımasız olursa olsun, lütfen bilin ki hala muazzam bir mücadele var.
Kaynak: https://scroll.in/article/1055943/arundhati-roy-the-dismantling-of-democracy-in-india-will-affect-the-whole-world
Çeviri: Hasan Ayer.