Çeviren: Enis Aydın
Şefleri Fransız, yöneticileri İsviçreli, caz müzisyenleri Amerikalıydı. 1930’larda The Majestic, Asya’nın en lüks oteliydi. Öyle ki dünyanın en şatafatlı insanları sırf burada bir gece geçirmek için Şanghay’a uğrardı. Parıl parıl parlayan bu otel, bölgeyi ziyaret eden dünyaca ünlü isimlerin uğrak yeri olmuştu.
Sonra şehre The Cathay isminde yeni bir otel inşa edildi, The Majestic’i bir gecede ikinci sıraya geriletti. The Cathay’ın halıları Fransa’dan, kilimleri Japonya’dan, koltukları Hindistan’dan getirilmişti. Kristal avizeler koridorları süslerken, görkemli bir tavan mozaiği lobide misafirleri karşılıyordu. Cathay, Fortune dergisinin hayranlıkla yazdığı gibi “Manhattan’daki en iyisiyle rekabet eden, dünyanın en lüks otellerinden biriydi.”
Bu iki lüks otelin arasındaki savaş, aslında sahipleri olan aileler arasındaki rekabete dayanıyordu.
Şanghay’da ekonomik imparatorluklar yöneten bu iki zengin ailenin kökleri, Bağdat’taki Yahudi cemaatine dayanıyordu.
Sasûn ve Kadûri aileleri Çin’e bir yüzyıl önce göç etmiş, başarılı işler kurmuş, birbirine kan bağıyla bağlı iki aileydi.
Gazdan altyapıya, bankalardan kumarhanelere geniş bir endüstri alanını kontrol ettiler, prestijli binalara sahip oldular.
Şanghay’ı iki dünya savaşı arasında turizm, ticaret ve eğlence alanında uluslararası bir cazibe merkezi haline getirdiler. Onlarla hem şehrin, hem de Çin’in çehresi değişti.
“Sasûnlar ve Kadûriler Çin’in dünyaya açılmasında önemli rol oynadılar” diyen Gazeteci/Yazar Jonathan Kaufman, “Şanghay’ın Son Kralları” isimli yeni kitabında bu iki ailenin hikayesini yazdı.
Geçmişte Boston Globe, Wall Street Journal ve Bloomberg’de muhabirlik ve editörlük yapan ve halihazırda Northeastern University School of Journalism’in direktörlüğünü üstlenen Kaufman, kitap için altı yıl boyunca dünyayı dolaşarak arşivlere indi, tanıdık ve akrabalarla, hatta Çinli resmi yetkililerle konuştu.
Akıbetleri çok farklı oldu
Komünist devrimin ardından ızdıraplı bir düşüş yaşayan Sasûnlar, servetlerinin çoğunu kaybetti ve Çin’i terk ederek iş dünyasına veda etti.
Kadûriler ise Hong Kong’a kaçtı, her şeye yeniden başladı, nüfuz ve refah anlamında eskisinden daha güçlü bir noktaya erişti. Aile, açıktan eleştirmekten kaçındığı komünist rejimle kurduğu kısmi ilişkilerle anavatandaki statüsünü korudu. Ailenin reisi Michael Kadûri, Şi Xinping’in başdanışmanlarından birinin ona “aileniz her zaman Çin’in dostu oldu” dediğini aktarıyor.
Modern Çin’deki devrimler arasında, Kadûriler sahip olduklarını korumak için her seferinde dikkatli adımlar attı. Çin’in dünyaya açılmasıyla işlerini büyüterek ülkenin en zengin Batılı ailesi oldular. Süregelen başarıları büyük ölçüde Çin’in dünyaya yaklaşımını bir barometre gibi ölçebilmelerinde yatıyor.
Bağdat’tan Bombay’a
Hikaye, Bağdat’ta 800 sene soyunu devam ettirmiş, şehrin en zenginlerinden biri olan aristokrat Sasûnlarla başlıyor. Osmanlı İmparatorluğu, Yahudi cemaatinin sınırlarını aşan siyasi ve ekonomik bir nüfuza sahip olan ailenin reisine, “Yahudilerin Prensi” anlamına gelen “Nasi” unvanını vermişti.
18’inci üzyılda Bağdat, Ortadoğu’nun her yerinden, hatta Çin’den insanların geldiği önemli bir ticaret kavşağıydı. Şehre gelenlerin hepsi, Sasûnların Bağdat’ın en önemli tüccarları olduğunu bilir, evinin önünden geçmeyi ihmal etmezdi.
Ama asırlardır süregelen iktisadi başarı ve ve sosyal entegrasyon 1829 yılının bir sabahında son buldu.
O zaman 37 yaşında olan ve çocukluğundan beri ailenin başına geçirilmek üzere yetiştirilmiş David Sassoon, imparatorluk güçleri tarafından alıkonulup Bağdat’ta hapse kondu ve bırakılması karşılığında aileden oldukça yüklü miktarda bir tazminat istendi.
Bu olayla birlikte büyük darbe alan Sasûnlar, varlık ve nüfuzlarını kaybetti, her şeyi bırakıp başka bir yerde her şeye yeniden başlama kararı aldılar.
Ailesi tazminatını ödedikten sonra, İngilizlerin “nezaketine ve onuruna” itimat eden David Sassoon, eşi ve sekiz çocuğuyla İngilizlerin yeni ticaret rotaları açtığı Bombay’a yerleşti. Onu diğer Yahudiler de takip etti. Sassoon artık İngiliz tarihi okuyacak, çocuklarına özel dil hocası tutacaktı. Hatta “Tanrı Kraliçe’yi korusun” ibaresini Yahudi Arapçasına çevirtecek kadar İngiliz hayranı olmuştu.
Sasûn Hindistan’da Bağdat’ta olmadığı kadar zenginleşti. Pamuktan yüne, altından gümüşe birçok malın alım satımını, ithalatını ve ihracatını yaptı; sayısız bağlantılarından ve tabii, geleneksel Ortadoğu ticaret dünyasında edindiği eşsiz tecrübeden faydalandı.
19. yüzyılın ortalarında Sasûnların gelir kaynaklarında, oldukça yüksek ekonomik geri dönüş sağlayan bir mal başı çekiyordu: Afyon.
Kaufman,“Bombay ticaretinin toplamda üçte biri afyon ihracatına bağlıydı. En büyük müşteri de her 10 kişiden birinin afyon bağımlısı olduğu Çin’di” diye anlatıyor kitabında.
David’in ölümündan sonra şirketin başına geçen oğul Elias uyuşturucu işini genişletti. 1870 itibarıyla Sasûnlar Hindistan’ın uyuşturucu ihracatının yüzde yetmişini kontrol eder hale gelmişti artık.
Her ne kadar bu işi afyonun legal olduğu bir ülkede yapsalar da, Sasûnlar afyonun nasıl tehlikeli bir madde olduğunun farkındaydı. Aileden hiçbiri kullanmaz, bağımlı olduğu tespit edilen işçiler anında kovulurdu.
O sıralarda İngiltere’de, aralarında özellikle misyonerlerin de bulunduğu birçok grup, afyonun yasaklanması konusunda girişimlerde bulunuyordu. 1893 yılında, afyon karşıtlarının baskısıyla Kraliyet Afyon Komisyonu Hindistan’da kuruldu.
Sasûnlar afyonun yasaklanmasını engellemek için İngiltere’nin taht varisi Edward’la ilişki kurdular. Aile üyeleri Prens’in kruvaziyerlerine gitti, birçok yerde onu eğlendirdi, en sevdiği yiyecekleri temin etti ve geceler kart oyunları ve dans partileriyle geçti.
Kaufman’a göre yaptıklarından en önemlisi, Prensin Hindistan’da afyon hissesi almasına imkân tanıyarak birikmiş kumar borcunu kapatmasına yardım etmek olacaktı. Sasûnların müstakbel Kral’a sağladığı kazançlar, Edward’ın “Reuben Sassun’u hazine bakanı olarak atamalıyım” şakalarına konu olmuştu.
David’in oğlu Reuben Hazine Bakanı olmadı, ama Sasûn ailesi, Kraliyet Ailesi ve devlet büyüklerinin huzurunda düzenlenen özel davette aldıkları şövalyelik unvanı ile birlikte, resmi olarak İngiliz aristokrasine dahil oldu.
Ne var ki bunların hiçbiri, Parlamento’nun 1906’da afyonu Çin’de yasadışı ilan etmesine engel olamadı. Bu ticaret kanalının kapanmasıyla Sasûn ailesinin bütün işleri Şanghay’da büyük ölçüde gökdelen ve hotel inşasına kaydı. Sonradan dünyanın en büyükleri arasına HSBC ismiyle girecek bir bankaya yaptıkları yüklü yatırım bir istisnaydı.
Kaufman, Sasûnların Bağdat’tan Şanghay’a hareket eden ailelerden ilki olduğunu vurguluyor. David Sasûn’un şehre gelir gelmez ilk yaptığı iş sıfırdan yerel bir Yahudi komünitesi kurmak olmuştu:
“David Sassoon sadece okullar kurmakla kalmadı, Bağdat’taki anne ve babalara ‘genç çocuklarınızı bana gönderin, onları eğiteceğim, gidilecek bir sinagogları, hastalandıklarında yatacakları bir hastane olacak. Eğer ölürlerse bir Yahudi gibi defnedilecekler’ vaadinde bulundu. Bu aynı zamanda iyi bir iş hamlesiydi.”
Beklenildiği gibi, Irak’ın Yahudi ailelerinden gençler, Sasûn’un teşebbüslerinde çalışmak üzere, düzenli olarak Şanghay’a akın etmeye başladı. Sasûnlar, bu gelenlerin inançlarına uygun yemekler bulabilmesi için, kendilerine çalışan Çinli kasaplara koşer tekniklerini öğretsin diye dindar Yahudi kasapları bile Şanghay’a getirtmişti. Şanghay’a ilk gelen Yahudilerin tümü Sassûnlara çalıştığı için, “Yahudi işçiler” sözcüğünün Çincedeki karşılığı da “Sassoon”du.
Kendileri için bir topluluk yaratmanın yanında, Sasûnlar Bağdatlı Yahudileri istihdam etmelerinin karşılığını, hayli rekabetçi bir ortamda ticaret sırlarını korumayı sağlamak gibi avantajlarla fazlasıyla aldılar. Kaufman, o dönemde Sasûnların çalışanlarıyla mahrem yazışmalarında kullandıkları Yahudi Arapçasının bir bakıma gizli şifre görevi gördüğünü aktarıyor.
Kadûri sahneye çıkıyor
19. Yüzyılın geç dönemlerinde Çin’de bulunan birkaç yüz kişilik Yahudi komünitesinin neredeyse tamamı Sasûnlar için çalışmaya gelenlerden oluşuyordu. Bu insanlardan biri olan Eli Kadûri, kısa sürede Sasûn ailesinin en büyük rakibi haline gelecekti. Sasûnlarla uzaktan akraba olan Kadûri 1880’de Irak’tan Hong Kong’a ayak bastığında 15 yaşındaydı. Babası henüz ölmüş, ekonomik sıkıntılar annesini oğluna bir iş vermeleri umuduyla Sasûn ailesiyle iletişime geçmeye itmişti. Aile Eli’yi kanatları altına aldı ve Hong Kong’daki işlerinden birine katıp yardımcısı olarak yerleştirdi.
Birkaç yıl alışma süreci ve küçük işlerde çalışmadan sonra, Kadûri kendi yoluna gitmeye karar verdi.
Elinde (tıpkı kendisi gibi Sasûnlara çalışan) abisinden borç aldığı 500 Hong Kong dolarıyla Eli, Yahudi kökenini saklamak için E.S. Kelly ismini aldı ve iki partnerle borsa bankerliği şirketi kurdu.
32 yaşında Britanya’daki bir Yahudi ailenin kızı olan Laura Mocatta ile evlenmesi hayatının önemli bir dönüm noktası oldu. Kaufman şöyle yazıyor: “Laura, Eli’nin Londra cemiyetine girişine vesile oldu. İki çocuklarını da, isimlerinden okullarına, hatta malikânelerine kadar tam bir Britanyalı gibi yetiştirdiler.”
1901’de Kadûri, artık şirketinin ismini Elly Kadoorie & Sons olarak değiştirecek kadar kendini özgüvenli hissediyordu. En iyi yatırımını da o zamanlarda yaptı: Güney Asya’daki kauçuk şirketleri. Amerika’da hızla büyüyen otomobil sektöründeki lastik ihtiyacını karşılamak için kauçuk oldukça yüksek talep görmekteydi. Kadûri, kısa zamanda orta halli küçük bir borsacıdan milyoner bir iş adamına dönüştü.
1920’lerde Hong Kong’dan Şanghay’a taşındı ve şehrin en büyüğü olacak şekilde ailesi için bir ev yaptırdı. “Mermer Malikâne” olarak bilinen ve Versailles Sarayı’nın mimarisi esas alınarak inşa edilen bu yapı, 50 kişinin tek seferde oturabildiği bir yemek masasına, Rolls Royce filosunun bulunduğu bir otoparka ve tavan yüksekliği 25 metre olan futbol sahası büyüklüğünde bir balo salonuna sahipti. Kadûri, sonra sokağın aşağısında bir ev satın aldı, yıktırdı ve yerine göz kamaştırıcı Majestic otelini yaptırdı. Sasûnların Cathay’ının gölgesinde kalana dek, The Majestic “Asya’nın en iyi ve en lüks” oteliydi.
Sasûnlar ve Kadûriler sıradan bir haldeki Şanghay’ın, lüks otelleri ve göz alıcı suareleriyle adeta Londra, Paris, Monte Carlo ve New York’un karışımından ibaret canlı, cezbedici ve renkli bir şehre dönmesinde büyük katkıda bulundular.
Fakat Kadûri ailesinin yatırım portfolyosu birkaç lüks otel ve gökdelenden daha fazlasını ihtiva ediyordu. Eli Kadûri, Çin’in ve yoğun ölçüde Hong Kong’un henüz keşfedilmemiş muazzam potansiyelini ilk fark edenlerden biri oldu ve buraya altyapı yatırımları yapmaya başladı. Bu girişimler demiryollarını, madencilik şirketlerinı ama hepsinin üstünde diğer yatırımcılarla ortaklaşa kurulan China Light and Power şirketini kapsıyordu.
İşletme Güney Asya’ya ve Hong Kong’un büyük bir kısmına enerji sağlıyordu ve hala da sağlıyor. Şanghay’da da bir benzerini yapan Kadûri şehrin potansiyeline güvendi; gaz ve inşaat firmaları kurdu, ulaşım gibi altyapı yatırımları yaptı.
Holokost yılları: “Playboyluğu bırak ve onlara yardım et”
Kadûri ailesi Siyonist teşebbüslere çokça katkıda bulundu ve hatta Çin hükümetini Balfur Deklarasyonu’nu desteklemesi için ikna etti. Eli Kadûri’nin kendi insanlarına bağlılığı 1930’ların ikinci yarısında, Almanya’dan yola çıkmış Yahudileri taşıyan geminin Şanghay’a varmasıyla zirveye çıktı. Şanghay o sıralarda onları almayı kabul eden tek ülkeydi.
Amerika ve Avrupa’daki Yahudi komünitelerine yaptığı yardım çağrısı karşılık bulmayınca rakibi Victor Sasûn’un kapısını çaldı.
Eli’nin “Playboyluğu bırak ve onlara yardım et” dediği Victor’un asıl endişesi, Japonya’nın Çin’i işgal etmesi durumunda işlerinin bozulması ve Alman işgali tehdidi altında bulunan Londra’daki ailesiydi.
Nihayetinde kabul etti, Charlie Chaplin’e ulaştı ve bağış toplama etkinliğinde sunuculuk yapmasını rica etti. Chaplin hemen kabul etti, hatta “Büyük Diktatör” filminin gelirinin bir kısmını bağışladı.
Kaufman kitabında “Japonlar Çin’i işgal edip Mihver kuvvetlerine katıldığı sıralarda, Sasûnlar ve Kadûriler güçlerini birleştirdi ve bir mucizeyi gerçekleştirdi” diye anlatıyor:
“Naziler, Berlin ve Viyana’dan gemilerle gelen 18 bin Yahudiyi Huangpu nehrinde suya gömmeleri için Japonya’yı iknaya çalışırken, aynı anda Victor Sassoon da gizlice Japonlarla pazarlık görüşmeleri yapıyordu. Sonunda Sasûn ve Kadûriler Amerika ve Avrupa’daki Yahudilerin hiçbirinin yapamadığını yaptı: Şehirlerine ayak basmış her Yahudiyi koruma altına aldı.”
Sasûn’un pazarlık yaptığı Koreshige Inazuka adlı Japon subayı amansız bir Yahudi düşmanı ve Nazi hayranıydı. Victor Sasûn, Inazuka’yı Cathay otelinde ağırlayıp şımarttı, zenginliğiyle etkiledi ve Şanghay’daki Yahudilerin güvenliğinin Japonya’nın çıkarına olduğuna inandırdı.
İki yıl süren yoğun pazarlıklar, Japonya’nın 1939 Ağustos’unda Yahudilere Şangay’a giriş yasağı koymasıyla son buldu. Ama Şangay’a gelmiş toplam 18 bin Yahudi emniyet altındaydı.
Lüks otelleri Japon üssü oluyor
Japonlarla kurulan ilişkiler ne aileye ne de Yahudi cemaatine yaramıştı. 1941’de ABD’ye karşı savaş ilan eden Japonya, Şanghay’da da oyunun kurallarını değiştirmeye karar verdi. Sasûn ve diğer önde gelenlerden şehirdeki tüm Yahudilerin isminin yazılı olduğu bir liste talep edildi. Çok geçmeden, Gestapo ajanları Şanghay’a baskın yaptı, Yahudi okulunun aktivitelerini yarıda kesip Kadûri’nin iki oğlundan biri olan Horace’ı tutukladı. Öte yandan Hong Kong’u da ele geçiren Japonlar, orada da Sasûnlardan Eli ile birlikte Victor’un oğlu Lawrence’ı tutukladılar.
Bir zamanlar Kadûrilerin ekonomik imparatorluğunu simgeleyen tüm mekânlar artık Japonların üssü haline gelmişti. Kadûriler 1942-44 yılları arasında kendi evlerinde hapis hayatı yaşadı ve sağlık sorunlarıyla boğuşan Eli Kadûri 78 yaşında hayatını kaybetti.
Savaş sonunda Şanghay’ın kurtuluşu, Kadûri ve Sasûnların da kurtuluşu oldu fakat bu uzun sürmedi.
Amerikalılar Şangay’ı özgürleştirdikten sonra gücü Çin Nasyonalist Partisi’ne devrettiler ve ondan sonra hiçbir şey bu iki aile için eskisi gibi olmadı. Horace’ın yazışmalarda Lawrence’a belirttiği gibi, Çinlilerin “yabancı düşmanlıklarının had safhaya çıkmasıyla” aileler ülkeyi terk etmeye başladı.
Bu iki ailenin yollarını ayıran son gelişme Çin Komünist Devrimi oldu. Kaufman’a göre Sasûnlar en başından beri Kadûrilerden daha başarılı, zengin ve etkin oldu ama Komünist rejim tehlikesinin büyüklüğünü kavrayamadı. 1948’deki devrimle birlikte Şanghay’daki bütün servetlerini kaybetti. 1930’larda dünyanın en zengin aileleri arasında beşinci sıradayken, bugün Sasûnlar artık iş dünyasının bir parçası değil. Bir torunları öğretmen, diğeri İngiliz hükümetinde çalışıyor, üçüncüsü ise bir haham.
“Ne gariptir, Kadûriler günün sonunda Sasûnlardan daha zengin oldu” diyor Kaufman: “Kadûriler yavaş ve sakin bir şekilde işlerini üst üste koyarak nihayetinde Sasûnları geçmiş oldu. Sasûnlar daha erken bir dönemde zengin olup sonrasında her şeyini kaybederken, Kadûriler daha çok ölçüp biçerek, ve belki de daha az dürtüsel hareket ederek uzun vadede daha başarılı hale geldi. Aile servetinin değeri bugün 13 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Hong Kong elektrik şirketinin yanında dünyanın en lüksü olarak görülen Peninsula Oteller zinciri, Kadûrilerin kontrolünde. Yani gördüğümüz, bir terse dönen talih hikâyesi.”
Orjinali: The Rival Iraqi Jewish Clans Who Changed the Face of Shanghai-Tzach Yoked / Haaretz.