NYT’nin haberi şöyle.
Hırpalanmış bedenleri ambulansla hastaneye getirildikten tam 106 gün sonra, Karapirli çifti artık evlerine gidebilirdi.
İbrahim Karapirli, halen ağrıyan bacağının üzerine basmamak için kullandığı koltuk değnekleriyle, fizik tedaviden odasına geri dönüyordu. İbrahim’in eşi, Pınar, bebeklikten henüz çıkmakta olan ikizlere geriye kalan tek koluyla nasıl bakacağından endişeli, hastaneden çıkabilmek için çocuklarıhazır etmeye çalışıyordu.
6 Şubat’ta meydana gelen ilk deprem, yaşadıkları apartmanı yerle bir ettiğinde, iki oğullarını da İbrahim ve Pınar’dan kopardı. Çift hâlâ onların yasını tutmaktaydı.
İbrahim ve Pınar, hastane odasındaki eşyalarını 15-20 tane naylon poşete doldurdu; poşetleri de bir tekerlekli sandalyenin üzerine yığdı. Hemşirelere ve hastabakıcılara veda edip, arabalarına bindiler.
Pınar “Allah’ım bizi bir daha buralara düşürme,” dedi.
Sağ bacağındaki hantal atele rağmen, arabayı İbrahim sürecekti. İşe geri dönmek, ailesi için güvenli bir yuva bulabilmek telaşıyla huzursuzdu. Bir daha hiç güvende hissedebilirler miydi, onu da bilmiyorlardı. Araç hastaneden ayrılıp trafiğe karışırken, MFÖ’nün Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın şarkısı, arabayı doldurdu.
“Günler günlerin ardından, seni unutmak mecburiyetindeyim,” diye mırıldandı MFÖ. “Gözyaşlarımızı bitti mi sandın,” diye devam etti.
47 yaşındaki İbrahim, 35 yaşındaki Pınar ve 2,5 yaşındaki ikizleri Elçin ve Eray; 6 Şubat depremlerinden bu yana, yıkılmış bir hayatın her bir parçasını yeniden inşa etmenin acılı yolculuğu içindeydi. Travma üstüne travma yaşayarak.
7.8 büyüklüğündeki deprem ve saatler sonra takip eden ikinci bir şiddetli sarsıntı, bu bölgenin yüzyıllardır gördüğü en geniş alanı etkileyen ve en çok insanın ölümüne yol açan deprem felaketi oldu. İnsanları uykusunda yakalayıp 53 binden fazla kişinin ölümüne, bir çoğunun da yaralanmasına sebep oldu. O kadar çok bina yıkıldı ki bazı şehirler henüz ayağa kalkmaya bile başlayamadı.
6 Şubat depremleri, bu bölgenin yüzyıllardır gördüğü en geniş alanı etkileyen ve en çok insanın ölümüne yol açan deprem felaketi oldu.
Sabah saat 04.17’deki deprem, insanları uykusunda yakalayıp 53 binden fazla kişinin ölümüne sebep oldu.
Hükümet, bölgeye gönderilen yardıma ve yerle bir olan şehirlerde inşa etmeye başladığı deprem konutlarına dikkat çekerek, bölgeyi ayağa kaldırmak için yaptığı çalışmaları halka anlattı. Ama tüm bunlar Karapirli ailesinin en acil ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyecekti.
Son bir yıldır, İbrahim ve Pınar yaralarını iyileştirebilmek ve geriye kalan sağlam uzuvlarıyla, bedenlerini kullanmayı yeniden öğrenebilmek için mücadele veriyor. Yeryüzü bir kez daha sallanırsa, bu sefer ailelerinden kimseyi öldürmeyecek kadar güvenli bir ev bulmak için savaşıyor.
İbrahim ve Pınar’ın son bir yıl içinde umuda benzer bir şeyler hissettikleri anlar da oldu: Mesela hiç tanımadıkları insanlar onları yeni evlerinde sıcacık karşıladığında. Ya da bedenlerindeki yaralar iyileşmeye başladığında. İkizler sonunda anne ve babalarından korkmaktan vazgeçtiklerinde.
Ve kaybettiklerinin uçsuz bucaksız yasını tutarken, birbirlerine göz kulak olmanın yeni yollarını buldular.
Göçük
Altı kişilik Karapirli ailesinden dört kişinin hayatta kalmış olması, nereden baksan bir mucize.
Sabaha karşı 04.17’de deprem vurduğunda, Şehitkamil’deki Bahar Apartmanı’nda yaşayan Pınar; 10 yaşındaki Erdem ve 9 yaşındaki Enes’i uyandırmak için bağırdı. Kucağındaki ikizleri İbrahim’e vermek için koridora koştu. Kulakları sağır eden bir çatırtıyla evin zemini ve üzerlerindeki tavan çöktü.
Karanlıkta, yıkıntılar altında kısılıp kalmışlardı. İbrahim dizlerinin üzerindeydi, enkazın bir parçası, sağ bacağını eziyordu. O zaman 18 aylık olanikizler kollarındaydı ve yara almamışlardı.
Pınar, İbrahim’e yakın bir yerde enkaza gömülmüştü; kolları, silahlı bir soyguncuya teslim olur gibi yukarıdaydı. Ağzı toz ve molozla dolmuştu, ilk başta sesi çıkmıyordu. Erdem’in ayakları annesinin bacakları üzerindeydi ve ikisi birbirine dolanmış gibiydi.
Kimin hayatta olduğunu anlamak için birbirlerine seslendiler. Enes’ten cevap gelmedi. Ev yıkılmadan hemen önce Pınar, tavanın Enes’in üzerine çöktüğünü görmüştü. Öldüğünü düşündüler.
Dışarda kar yağıyordu. Soğuk içeri sızıyor, saatler geçiyor, Karapirli ailesi birbirleriyle konuşuyordu. İkizler ağlamaya başlayınca, İbrahim susadıklarını düşündü. Çaresizlik içinde önce onlara idrarını vermek geldi aklına. O kadar garip bir pozisyonda sıkışıp kalmıştı ki, işeyemedi. Kendi gözyaşlarını ikizlerin dudaklarına sürdü, sonra birden gözyaşlarının tuzlu olduğunu düşünüp endişelendi. Sonra kolundaki bir sıyrıktan akan kanı çocuklara verdi.
Kur’an kursu öğrencisi olan Erdem, ailesine moral verebilmek için, enkaz altındayken dualar etti, ezan okudu. Bir süre sonra, artık öfkeliydi.
“Yeter!” diye bağırdı, “Neden bizi kurtarmaya gelmiyorsunuz?”
Enkaz altındaki ikinci günlerinde, dışarıdan sesler duydular. İbrahim bağırdı ve bir arama kurtarma ekibi enkazın tepesinden aileye ulaştı. Ancak Erdem artık sessizliği bürünmüştü. Pınar oğlunun nefesinin vücudunu terk edip gittiği anı hissetmişti.
Sonunda, Bahar Apartmanı yıkıldıktan 38 saat sonra, arama kurtarma ekibi ikizleri birer birer İbrahim’den alıp; elden ele vererek enkazın tepesinden aşağı, sokakta bekleyen ambulansa indirdi.
Arama kurtarma ekibinden bazıları, Pınar’ın öldüğünü sandı. İbrahim önce Pınar’ın çıkarılmasında ısrar etti. Arama kurtarma ekibi Pınar’ı çıkardı, bir sedyeye yatırdı ve bir vinç yardımıyla sokağa indirdi.
İbrahim enkazdan çıkarılmadan hemen önce, son bir sigara içip Erdem’e hoşçakal demek istedi. Kurtarma ekibi İbrahim’in durumu hakkında endişeliydi ve isteğini geri çevirip onu hemen hastaneye yolladılar.
İbrahim sonradan “Ne o son sigarayı içebildim, ne oğluma sarılabildim” diye anlattı.
Bahar Apartmanı’nın 21 sakininden 10’u depremde hayatını kaybetti. Enes ve Erdem’in cenazeleri daha sonra çıkarılıp yakındaki bir mezarlığa defnedildi. Anne ve babalarının durumu o kadar ciddiydi ki, ikisi de cenazeye katılamadı.
Karapirli Ailesi
“Güzel bir hayatımız vardı,” diye anlatıyor İbrahim. “Sonra birden bire hiçliğe düşüyorsun.”
İbrahim’le Pınar’ın hikayesi, yıllar önce, İbrahim bir akrabasının telefonunda Pınar’ın resmini görünce başlamıştı.
Pınar’ın ailesi muhafazakârdı, o nedenle bir süre arkadaşlık edip birbirlerini tanıma seçeneği mümkün değildi. İbrahim’in ailesi Pınarları ziyaret etti. Sadece 20 dakika baş başa görüşmelerine izin verildi. Her ikisi de o görüşmeden hoşnut ayrıldı. İki aya kalmadan davullu, zurnalı, kemanlı, şarkılı ve danslı bir düğünle evlendiler.
İbrahim bir bankada çalışıyor, saçlarını arkaya tarayıp at kuyruğu yapıyor, öfkesini de neşesini de gizlemeden, kocaman yaşıyordu. Pınar, liseden birkaç yıl önce mezun olmuştu. İbrahim’in aksine her şeyi kendi içinde yaşıyor, onu son derece sadık biri olarak tanımlayan arkadaşlarının arasında bile alçacık sesiyle konuşuyordu. İbrahim 32, Pınar 20 yaşındaydı.
İlk oğulları Erdem, 2012 yılında doğdu. Enes ise, bir sene sonra.
İbrahim’in çalıştığı banka tarafından el konan bir daireyi satın alabilmek için aile bütçelerini zorladılar. Evin dört tane yatak odası, Botanik Parkı’na bakan kocaman bir balkonu vardı. Parkta açan sümbüllerin kokusu ve yazın parkta düzenlenen konserlerin sesi içeri dolsun diye pencereleri açık bırakırlardı.
Erdem ve Enes yürümeyi, konuşmayı, bisiklete binmeyi o sokaklarda öğrendi. Biraz büyüdüklerinde, babaları gibi saçlarını geriye tarayıp küçük at kuyrukları yaptılar.
“Orayı çok sevmiştik,” diye anlatıyordu Pınar, “ve misafirliğe gelen herkes de çok seviyordu.”
Sonunda İbrahim bankadaki işinden ayrılmış, Pınar’la ikisi çiçek şeklinde keklerden buketler ve de çikolatalar yaptıkları bir dükkan açmışlardı. Adını Bir Buket Kek koydular. Kısa süre sonra Sevgililer Günü için günde 100 sipariş almaya başlamışlar, Instagram’da 6 bin takipçiye erişmişlerdi. Müşterilerini meyve buketleriyle, gül şeklinde kekler ve çikolataya batırılmış çileklerle mest ediyorlardı.
2020 yılında Pınar sürpriz bir şekilde hamile kaldı. Doktordan döndüğü bir gün, çok korkmuş görünüyordu.
İbrahim ve Pınar hastanede tedavi görürken, ikiz çocukları Elçin (solda) ve Eray’a (sağda), amcalarının evinde akrabaları baktı. Nisan 2023.
Erdem ve Enes’in anneleri Pınar’la çekilmiş fotoğrafı, Gaziantep’te ailenin yeni taşındıkları evde bir masanın üzerinde duruyor. Ocak 2024.
İbrahim telaşla, “Ne oldu düşük mü yaptın yoksa?” diye sordu.
Pınar, “Daha beter, ikizlere hamileymişim,” dedi.
2021 yılında ikizler doğunca, Pınar dört çocuğun bakımı ve Bir Buket Kek’in işlerini beraber yürütmekte zorlandı. Dükkanı devrettiler ve İbrahim Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin sosyal konut şirketi Gazi Konut’ta finans müdürü olarak işe başladı.
Yaklaşık bir yıl sonra, Gaziantep küçük bir depremle sarsıldı. İbrahim evlerinin sallandığını hissetmişti. Tarih boyunca birçok büyük deprem görmüş bir ülkenin insanı olarak çok üzerinde durmadı.
“Tüm komşularım bana ‘İbrahim burayı sakın satma’ diyordu,” dedi İbrahim.
Hastane
Kurtarma ekibi İbrahim’i enkazdan çıkardığında, insan vücudundaki en kalın ve en uzun kemik olan ve üst bacakta bulunan femur kemiği en az yedi yerinden kırılmış ve bacağının alt kısmı ezilmişti. Doktorlar İbrahim’i ard arda ameliyatlara aldılar. Bacağına bir platin ve platinle kemiği bir arada tutacak çiviler taktılar.
Pınar’ın yüzü o kadar şişmişti ki ikizler onu tanıyamamıştı. Üç hafta boyunca kolunu kurtarmak için bazen her gün, bazen üç günde bir geçirdiği ameliyatlardan sonra, doktorlar kolunun kesilmesi gerektiğine karar verdi.
İkizleri yıkamak, beslemek, kendi bakımını sağlamak… tüm bunları tek kolla nasıl yaparım diye korkan Pınar’ı, İbrahim yatıştırdı. Pınar’a yardım edeceğine, onun banyosunu yaptıracağına, giydireceğine ve ondan asla ama asla bıkmayacağına, usanmayacağına söz verdi.
“Senin kolun ben olurum,” dedi.
Zamanla ve üst üste cerrahi müdahalelerle, sağlık durumları artık biraz daha kontrol altındaydı ve rehabilitasyon süreçleri başladı. İbrahim bacağına bir atel takıyor ve her gün, dayanılmaz acılar eşliğinde dizi ve bileği için fizik tedavi görüyordu. Zar zor yürüdüğü için, kendini tekerlekli bir sandalyeye atıyor, elleriyle tekerlekleri çevirerek hastanenin terasına çıkıyor, sigara içiyor ve ölen oğullarını düşünüp tek başına ağlıyordu.
İbrahim, hastaneden taburcu olduktan sonra, fizik tedaviye devam ederken. Ağustos, 2023.
Pınar, art arda ameliyatlar olduğu ve kolunun ampüte edildiği hastanede dinlenirken. Nisan 2023.
Pınar yürüyebiliyordu, ama koltuk altındaki kocaman yara omzunu biraz fazla hareket ettirirse tekrar açılıyor ve kanamaya başlıyordu. Yine de, Nisan ayında Ramazan Bayramı geldiğinde, Pınar hastaneye ziyarete gelen misafirlerin getirdiği şekerleri ve çiçekleri alıp; onlara çay, kahve ve tatlı ikram edebildi. Misafirler, Pınar ve İbrahim’in yataklarının etrafındaki banka, refakatçi çekyatına ve tekerlekli sandalyeye oturarak odayı doldurdular.
Bayram ziyaretine gelenler arasında, Bahar Apartmanı’ndan kurtulan bir komşuları da vardı. Şükriye Yeren’in saçları enkaz altında bir beton parçasının altına sıkışmıştı, kıpırdayamıyordu. Sonunda itfaiye erlerinden birinin verdiği bir bıçakla saçını keserek enkazdan çıkabildi.Üç kaburgası çatlamıştı ve saçının bir tutamı hâlâ diğerlerinden kısaydı. Kendini Pınar ve İbrahim’e göre şanslı hissediyordu.
Pınar’ı enkazda görüp öldüğünü düşünen, arama kurtarma ekibinden bir itfaiyeci de hastanedeydi.
Pınar’a “Seni böyle gördüğüme çok sevindim abla,” dedi.
O dönemde İbrahim’in erkek kardeşi ve ailesiyle kalan ikizler, bayramlıklarını giyerek hastaneye geldiler. Eray bembeyaz bir gömlek, siyah pantolon giymiş ve pantolon askısı takmıştı. Elçin, önü kırmızı pullarla süslü, kapşonlu, siyah kadife bir sweatshirt giymiş, saçlarına da Hello Kitty’li toka takmıştı.
İkizler sık sık hastaneye geliyorlar ama anne ve babalarına pek yaklaşmıyorlardı. Sanki onlardan korkuyor gibiydiler. Anne ve babalarını enkaz altında geçen korku dolu saatlerle mi özdeşleştirmişlerdi? Yoksa yaralarından mı korkuyorlardı? Kimse bilmiyordu. Ağabeylerini, fotoğraflarda görünce hemen tanıyorlar ama gittiklerini bilmiyorlardı.
Hastane odasındaki yetişkinler ortamı bayram havasına uydurmaya çalışıyordu. Ama İbrahim’in endişeleri, onu üzgün ve kimsesiz bir sessizliğin içine sürüklüyordu. Ne zaman bu hastaneden çıkacak kadar iyileşeceklerdi? Nerede yaşayacaklardı? Oğulları olmadan hayatlarına nasıl devam edeceklerdi?
İbrahim bacağından üst üste ameliyatlar geçirdiği hastanede, Ramazan Bayramı’nda, ikizlere çikolata veriyor, ailesi ve akrabalarıyla vakit geçiriyor. Nisan 2023.
İbrahim hastanenin terasında sigara içerken. Nisan 2023.
O sabah, misafirler gelmeden önce, İbrahim tekerlekli sandalyesini terasa sürdü ve bir zamanlar Erdem ve Enes’i götürdüğü, yolun karşısındaki alışveriş merkezine bakıp sigarasını yaktı. Her yıl oğullarına bayramlık alıyordu. O sene, Enes yeni kıyafetleri için çok heyecanlanmış, bayramdan önce gerçekleşen karne gününde onları giymek istemişti.
İbrahim “İzin vermedim,” dedi. “Ve o bayramlığı hiç giyemedi.”
Yeni Bir Yuva
Yaz yaklaştıkça, İbrahim ve Pınar hastaneden sonraki hayatlarını düşünmeye başladı. Esas sorun nerede yaşayacaklarıydı. Kendi evleri artık yoktu. Bahar Apartmanı’nı yeniden inşa etme meselesi hayatta kalanlar için henüz çok yeniydi. İbrahim’in kardeşinin yanına da taşınamazlardı.
İbrahim’in işten tanıdığı bir hayırsever, sahip olduğu bir daireyi altı ay boyunca kira almadan kullanmaları için İbrahimlere vermeyi teklif etti. Altı ay bittikten sonra da makul bir kira alacaktı. Elle tutulur tek seçenekleri buydu, kabul ettiler.
Daire, adeta kaybettikleri her şeyin acı bir hatırası gibi, boştu. Ne bir mobilya, ne bir mutfak eşyası, beyaz eşya, çarşaf, giysi… ne de ilk bakışta önemsiz görünen ama bir evi yuva yapan onca küçük eşya.
Hastaneden çıktıkları gün, depremden neredeyse dört ay sonra, sahip oldukları her şeyi naylon torbalara ve kağıt çantalara doldurdular. Hepsi bir arabaya rahatlıkla sığmıştı.
“Gözyaşlarımızı bitti mi sandın,” diye tekrar etti MFÖ arabada.
Yeni evlerine yaklaşırken, binanın ne kadar yüksek olduğunu görünce tedirgin oldular: Otopark, üzerine dükkanlar, onun da üzerine dokuz kat. Onlara verilen daire dokuzuncu kattaydı: Olası bir depremde burası da çökerse ne kadar yüksekten aşağı düşeceklerini düşündüler.
Yeni komşuları, daireye depremzedelerin taşınacağını öğrenmiş, dairenin kapısını renkli tüller ve balonlarla süslemişlerdi. Dairenin içi yakın bir arkadaşlarının çabasıyla dayanıp döşenmişti. Komşular Pınar’a bir buket beyaz çiçek verdi.
Herkes kapıdan içeri girdi, Pınar arkalarından. Evin girişinde durdular, Pınar misafirlerine baktı, gülümsedi:
“Hoşgeldiniz,” dedi ve hıçkırıklara boğuldu.
O zamana dek, eski binanın enkazı temele kadar kazılmış ve şehrin dışına taşınmıştı. Temmuz ayında, belediyeden bir kepçe edindiler ve enkazın yığıldığı yerde eşyalarını aradılar.
İbrahim, “İğne ile kuyu kazmak gibiydi,” dedi.
Pınar (sağ ortada), ikiz çocukları Elçin (solda), Eray (sağda), babaanneleri Necla (soldan ikinci) ile Gaziantep’te taşındıkları yeni evlerinin mutfağında. Ocak 2024.
İbrahim, Zippo çakmağını, darbukasını, antika radyosunu, dedesine ait bir kılıcı, Pınar’ın annesinden kalan Antep işi ziynetleri bulmayı umuyordu. Esas hazine ise, bir sabit disk, iki bilgisayar ve İbrahim’in İPhone telefonu olacaktı: Oğlanların tüm video ve fotoğrafları oradaydı.
Kepçe saatlerce kazdı ama elde edilen sonuç çok azdı: Oğlanların küçüklüğünden kalan paltolar, ezilmiş bir bisiklet, kırık bir yatak, Erdem’in yağmurdan küflenmiş sırt çantası ve cüzdanı. Cüzdanın içinden Erdem’in toplu taşımada kullandığı pasosu çıktı. Pınar o kartı hâlâ çantasında taşıyor.
‘Aynı acıyı yaşadık’
Depremden sonra İbrahim ve Pınar da tüm ülkeyi saran cömertlik dalgasını hissetti. Ama zaman geçtikçe, ülkenin büyük kısmı hayatına kaldığı yerden devam etti. İbrahim ve Pınar ise süregiden ihtiyaçları ve sağlıkları için verdikleri savaşın içinde, diğer insanlara karşı yabancılaşmaya başladılar.
Depremden hemen sonra yardım sözü verenler, İbrahim onlara ulaştığında kaçamak cevaplar verdi. Artık olan biteni geride bırakıp hayatlarına devam etmelerini, bazen açıkça salık veren arkadaşlarına ve akrabalarına içerlediler.
“Herkes her şeyi unuttu,” dedi Pınar. “Şu an bana ‘seni çok iyi anlıyorum’ diyen kim olursa olsun, beni anlayamaz.”
İbrahim işe döndü. Ama aldığı maaş depremin aile bütçesinde açtığı yarayı kapatmaya yetmiyor. Ve İbrahim, ihtiyaç içinde olmaktan nefret ediyor:
“Allah’a her zaman ‘Rabbim beni veren ellerden kıl’ diye dua ettim, ‘Alan ellerden kılma.’ Şimdi ben ihtiyaç içindeyim,’’ diye anlatıyor.
Hayat onları test ettikçe, Pınar ve İbrahim birbirlerinin yaralarını sararak daha da yakınlaştı. Pınar tek koluyla direksiyona geçip İbrahim’i işe götürdü; ayağını yukarı kaldırıp yatması gereken günler çayını yemeğini verdi. İbrahim Pınar’ın saçlarını topladı, tırnaklarını kesti.
Aralarındaki duygusal bağ, paylaştıkları yasla daha da güçlendi.
“Aynı şeyi yaşadık biz,” dedi Pınar. “Aynı acıyı yaşadık. Ben anne olarak, o baba olarak.”
İbrahim, Pınar’ın telefonunda artık “Dert ortağım” diye kayıtlı.
Pınar arabaya kullanmayı tek kolla yeniden öğrendi. İbrahim hastanede bir ameliyat daha geçirirken, Pınar evle hastane arasında gidip geliyor. Ocak 2024.
İbrahim bacağından bir çok ameliyat geçirdiği hastanedeyken. Taburcu olduktan iki ay sonra, femur kemiği tekrar kırılan İbrahim, bir ameliyat daha geçirdi ve bacağına ikinci bir platin takıldı. Şubat 2023.
Ağustos ayında, İbrahim evde koridorda yürürken bacağından bir çatırtı yükseldi. Ses o kadar yüksekti ki, salonda oturan annesi duyup yerde inleyen İbrahim’e koştu. İbrahim’in femur kemiği yine kırılmıştı, bir ameliyat daha geçirecek ve bacağına bir platin daha takılacaktı.
Ameliyattan sonra yarı baygın yatarken, İbrahim oğulları hakkında sayıklamaya başladı:
“Sizi kurtaramadım,” diye ağlıyordu, yanında bulunan ailesi ve İbrahim’i odasına götüren hasta bakıcı da ağlamaya başladı. “Erdem öldü!” “Enes öldü!”
Pınar elini tuttu, İbrahim gözlerini açtı.
“Pınar, gittiler” diye bağırdı.
Yine haftalarca yatması gerekecekti. Ve yeni taşındıkları ev onlara huzur vermemişti, özellikle de salonda ve yatak odasının duvarındaki çatlakları fark ettikten sonra.
İbrahim ve Pınar’ın oğulları Enes ve Erdem’in fotoğrafları, Gaziantep’te yeni taşındıkları evde buzdolabının üzerinde duruyor. Ocak 2024.
Pınar kızı Elçin’e sarılıp, babaanne Necla ile Gaziantep’te yeni taşındıkları evlerinin salonunda oturuken. Ocak 2024.
İkizlerin odasında, Erdem’in coğrafya dersi için yaptığı bir proje duruyordu: Strafordan yapılıp boyayla renklendirilen bir volkan, bir dağ, bir yarımada, bir deniz… Erdem projeyi okulda bırakmış, ölümünden sonra öğretmeni getirip Pınar’a teslim etmişti: Erdem’in elleriyle yaptığı ve geriye kalan tek şey olarak.
Ağustos ayında küçük çaplı bir deprem aileyi korkutunca, şehrin dışında yer alan, belediyeye ait bir tatil tesisinde yer alan bir bungalovda kalmaya başladılar. Yerli turistler için inşa edilen, tek katlı, iki odası, belli başlı mobilyaları olan, basit bir yapıydı.
Oraya da tam anlamıyla yerleşememişlerdi.
Her gün, Pınar ve İbrahim’in annesi Necla, dokuzuncu kattaki eve gidip ikizlerin ihtiyaçlarını görüyor ve piknik benzeri bir akşam yemeği hazırlıyordu. İbrahim işten çıkınca, Pınar aileyi bungalova götürüyordu. Tek kullanımlık, plastik tabaklarda, plastik çatal bıçak ve bardaklarla akşam yemeklerini yiyorlardı. Orada uyuyor ve sabah olunca ortalığı toplayıp gece aynı düzeni tekrar etmek üzere eve dönüyorlardı.
Kamp yapmak gibiydi; dokuzuncu kattaki evden daha güvende hissediyorlardı.
“Bina sallandığında kaçacak yer yok,” diyordu İbrahim bungalovda otururken. “Burada dışarı çıkıveriyorsun.”
Artık Olmayan Yerin Ağrısı
Pınar fermuarları ve kavanozları açmakta zorlanıyordu. Ya da başörtüsünü bağlamakta.
Tek kolla yaşamanın zorlukları hiç bitmedi. Mesela otoparktan geri geri çıkmaya çalışırken arabayı çarpıp; gözyaşları içinde rampadan yukarı koştuğunda kendini hiç bir işe yaramaz hissettiği o an gibi. Ya da ikizlerden Eray elini tutmak isteyip; boş kol evinin içinde annesinin elini aradığında olduğu gibi. Pınar o gün saatlerce ağladı.
Ama alıştı.
Tek eliyle kapatabileceği bir çanta aldı. İkizler altlarını değiştirirken annelerine yardım etmeye başladılar, bezin cırt cırtlı bantlarını onlar tuttu, Pınar kapattı.
Mutfak da kendini çaresiz hissettiği yerlerden biriydi, ta ki ilham veren bir kadın imdadına yetişene kadar.
Ezgi Kaşısarı, İngiltere’de yaşayan bir Türk. Sol kolunu MS hastalığı nedeniyle kullanamaz hale gelmiş. Hastalığıyla yaşamayı nasıl öğrendiğini anlatmak ve sadece bununla da kalmayıp hayatı nasıl dolu dolu yaşadığını göstermek için sosyal medyayı kullanıyor.
Instagram biosunda “Born to be a miracle,” yani mucize olmak için doğmuş yazıyor.
Pınar Instagram’da Ezgi’nin özel bir kesme tahtası kullanarak, tek eliyle sebze kestiği bir video izliyor ve ona tahtayı nereden alabilirim diye mesaj atıyor. Konuşuyorlar. Ezgi Türkiye’ye gelirken kesme tahtasını getirip Pınar’a hediye ediyor.
Kauçuktan ayaklar ve vantuzlarla sabitlenen, meyve sebzeleri ve eti tutmak için çivilerin yer aldığı, böylece tek elle kesim yapılabilen; kavanoz açabilmek için ek bir parçasının olduğu bir tahta bu.
Pınar mutfakta tek elle kullanabilmek için özel tasarlanmış bir kesim tahtası kullanıyor, ikizler oyun oynuyor. Ocak 2024.
İbrahim’in safra kesesi ameliyatından sonra, Pınar ve İbrahim hastaneden eve dönerken. Ocak 2024.
Kısa bir süre sonra Pınar kocaman bir kase dolusu doğranmış havuç, yeşillik, domates ve lahananın fotoğrafını arkadaşlarının olduğu WhatsApp grubuna atıyor:
“Kızlar, bugün salatamı kendim yaptım,” diye yazıyor. “Bugünün yemeğini de kimseden yardım almadan kendim yaptım.”
Arkadaşları heyecanla emojiler gönderiyor.
Depremin yıldönümü yaklaşırken, İbrahim ve Pınar yavaş da olsa iyileşiyordu.
Depremden hemen sonraki aylarda özel bir hastanede tedavi gördüler ve masraflarını devlet karşıladı. Taburcu olduktan sonraki dönem için ise bu mümkün olmadı. Ama İbrahim’in işi aracılığıyla gittikleri fizik tedavi merkezinde hemen her gün ücretsiz tedaviden faydalanabildiler.
Pınar bu tedaviler sırasında koltuğunun altındaki deriyi yırtan ve kanamasına neden olan acı dolu egzersizler yapıyordu. Amaç omzunu myoelektrik protez taşıyabilecek kadar güçlü ve esnek hale getirmekti. Myoelektrik protez, kolun kalan kısmındaki kaslarla hareket ettirilebilen parmaklara sahip bir tür protez. Ama bu protezler hiç de uygun fiyatlı değiller ve masrafın kim tarafından karşılanacağı da halen belirsiz.
Pınar’ın olmayan kolundaki fantom ağrılar da devam ediyor. Bazen kesilmiş kolunda bileği varmışçasına elektrik çarpmış gibi hissediyor.
“Olmayan kısım acıyor,” diye tarif ediyor yaşadığı acıyı.
İbrahim’in femur kemiği, ikinci kırıktan sonra daha kalıcı şekilde iyileşiyor gibi görünüyor. Fizik tedaviyle dizine ve bileğine hareket kazandırmaya çalışıyorlar. Ama geçirdiği yaralanma sağ ayağının sola göre 3 santimetre kısalmasına sebep oldu ve bacağını uzatmanın tek yolu aylar boyu yatakta kalmasını gerektirecek zorlu bir ameliyat.
İbrahim bu tür bir ameliyatın fikrine bile tahammül edemediği için; koltuk değneklerini atar atmaz ayakkabısının içine bir yükseltici tabanlık koymayı tercih edeceğini söylüyor.
Aralık ayının sonlarına doğru, İbrahim karnında keskin bir acıyla kendini hastanede buldu. Teşhis ileri derecede safra kesesi iltihabı idi. Doktoru safra kesesindeki sorunun nedeninin belirsiz olduğunu ancak deprem ve sonrasında yaşanan stresin etkili olabileceğini söyledi.
Bir ameliyat daha geçirdikten sonra, İbrahim ve Pınar hastaneden çıkıp dokuzuncu kattaki, duvarlarında çatlak olan eve geri döndüler. Havalar soğuduğu için çoktandır bungalovda kalmıyorlardı.
Kendilerine ait yeni bir ev bulmak konusunda verdikleri mücadele ise çıkmaza girmişti. Bahar Apartmanı’ndaki daire ailenin ana varlığıydı. Şimdi ise bina yıkıldığı için, ellerinde tek kalan boş araziden bir parça.
İbrahim depremden sonra hastaneden ilk kez taburcu olduğunda, çöken evlerinden geriye kalanı ziyaret ediyor. Mayıs 2023.
Pınar ve İbrahim’in yıkılan evlerinin enkazından demirler ve beton parçaları.
Karapirli ailesinin durumunda olanlar için, hükümet, yerinde dönüşüm adıyla, hibe ve ucuz kredi desteği sağlayan bir program hayata geçirdiğini duyurdu. Depremden bir yıl sonra bile, İbrahim, Pınar ve eski komşuları, Bahar Apartmanı’nın yerine inşa etmek istedikleri binayı nasıl yapacakları hakkında net bir bilgi edinememişti. Hâlâ hepsi yas içindeydi, bir araya gelip karar almakta ve bürokrasiyi çözmekte zorlanıyorlardı.
İbrahim paramparçaydı. Hayalinde depremde yerle bir olmayacak müstakil bir ev sahibi olmak vardı. Ancak imkânları buna el vermiyordu. Bir zamanlar çok mutlu oldukları Bahar Apartmanı’nın yası halen devam ediyordu.
“Her bir tuğlasında anılar var o evin,” diyordu Pınar, eski mahallesini hatırladığında.
Yakın zaman önce, Pınar’ın arkadaşı Fatma, Pınar’ı daha rahat kullanabileceği yeni bir ütü almaya götürdü. Eve doğru yola çıktıklarında, Pınar Fatma’ya Bir Buket Kek’i devralan kişinin, dükkanın Whatsapp hattında çocuklardan kalan ses mesajları bulduğunu söyledi.
Pınar’a ulaşan kadın tedirgindi, acaba Pınar mesajları ister miydi?
“Abla deli misin?” diye yanıtladı Pınar onu, “Tabi ki isterim.”
Bir düzineden fazla mesaj vardı, her biri artık kaybolmuş bir hayattan bugüne uzanan zaman kapsülleri gibiydi.
Pınar mesajları arabada Fatma’ya dinletti.
Erdem ve Enes’in sesi arabayı doldurdu. Şakalaşıyor, türlü maskaralıklar yapıyor ve çooook acıktıklarını söyleyip annelerinden çiğ köfte istiyorlardı.
Fatma ses mesajlarını dinlerken o kadar ağladı ki, yolu göremez oldu. Pınar sevinçle dolmuş, gülüyordu.
“Ses kayıtlarını dinlerken gülüyorsun,” diye anlattı Pınar. “Sanki hayattalarmış gibi. Bir yere kadar gitmişler de geleceklermiş gibi düşünüyorsun. Sanki aradan bu bir yıllık süre geçmemiş de, daha dün gibi.”