CHP lideri Özgür Özel, İlke TV’ye konuk oldu.
CHP Genel Merkezi’nde çekilen yayında Özel; Banu Güven, Ercüment Akdeniz ve Dilek Odabaş’ın sorularını yanıtladı.
Özel’in programda söylediklerinden öne çıkanlar şöyle:
“19 Mart’taki darbeden sonra bütün partiler büyük bir dayanışma gösterdi. Hepsine müteşekkiriz.
“Ayrıca diyorum HDP’nin eş genel başkanlarının hapiste olması Zafer Partisi’nin genel başkanın beş ay hapiste tutulmuş olması ve 19 Mart darbesi bizatihi partilerden çok halkın seçme hakkına vurulmuş darbelerdir diyorum.
“Herkesi Stockholm Sendromu’na karşı uyarıyorum. Celladınıza aşık olmayın diyorum. Ben burada bir ama burada bir gerçeklik var. Bunu DEM Parti’ye söylemedim. Eşgenel başkanlarına da açıkladım kendilerini kastetmediğimi.
“Bizim DEM Parti’yle ilişkileri bozma lüksümüz yok bu siyasi çıkarlar açısından değil. Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma birlikte bir ortak yarına yürümek için DEM ile CHP ayrı düşemez.
“Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbirinden ayrı düşemez. Ben 19 Mart, 26 Mart arası, Saraçhane’de otobüsün üstünde aynı anda hem Selahattin Demirtaş’ı hem de Zafer Partisi’nin genel başkanının meselesini söyledim. Israrla kurtuluş yok tek başına dedik. Bu bir demokrasi meselesidir.
“İmamoğlu’yla ilgili soruya yanıtım net: Ekrem Başkan’ın meselesi bizim A, B, C, Z planımız. Sonuna kadar. Bunun başka bir yorumu yok. Çünkü aksi bir tartışma, iktidara yakın medyanın özellikle kaşımaya çalıştığı, CHP içinde ayrılık ve belirsizlik var algısına hizmet eder. Biz bu oyuna gelmeyiz.
“CHP, hangi kitleyi temsil ettiğini bilen, tarihsel sorumluluğunun farkında olan; ama aynı zamanda sol, sosyal demokrat bir parti olarak barışı savunma yükümlülüğünü de bilen bir yerde duruyor. Türkiye’nin savaşa değil barışa bütçe ayırdığında neler yapabileceğini bilen bir yerden bu cesareti alıyoruz. Burada bir sıkıntı yok.
“Elbette kolay bir siyaset alanı da var. AK Parti ve MHP’nin yıllarca bize ‘terörist’ dediği bir zeminde, onları bir kenara bırakıp sert ve milliyetçi reflekslere oynayan bir siyaset kısa vadede pragmatik getiriler sağlayabilir. Ama bu CHP’ye yakışmaz. Biz bunu yapamayız.
“Biz iktidarda olsaydık, AK Parti ile MHP’nin yürüttüğünden çok daha şeffaf, çok daha açık, çok daha katılımcı ve çok daha demokratik bir süreç işletirdik. Bu komisyonu başından beri savunan partiyiz. Komisyona giderken de çalışma esasları konusunda en kapsamlı hazırlığı yapan parti yine CHP oldu.
“Siyasi kaygılarla, seçmenlerine “kayıtsız şartsız silah bırakma var, başka hiçbir şey yok” deniliyor. Bunun böyle olmadığını herkes biliyor. Bu şekilde anlatırsanız süreç burada tıkanır. Silahlar nereye bırakılacak, nasıl bırakılacak, kim nasıl gelecek; bunların konuşulmuş olması gerekir ve konuşulmuş. Ama halktan gizleniyor.
“Açık söyleyeyim: Böyle bir sürecin evreleri konuşulmadan, planlanmadan, karşılıklı mutabakat olmadan kimse siyasi partilere “biz hazırız” demez, kimse de bu muhataplık ilişkisine girmez. Bu belli bir noktaya gelmiş. Ama en baştan en büyük hata yapıldı: Halka açık olunmadı. Halka anlatılamayacak şeyler gizli tutuldu. Oysa baştan anlatmak, toplumsal desteği sağlamak gerekiyordu. “Hiçbir şey yok, sadece kayıtsız şartsız silah bırakma var” denildi. Şimdi bunun böyle olmadığı ortaya çıkıyor. Komisyona yapılan sunumlar da, devlet yetkililerinin partilere verdiği bilgiler de bunu gösteriyor.
“Olumsuz tarafı bu. Böyle yapılmamalıydı. Yapılınca da herkes kendi metnini yazıyor, süreç kilitleniyor gibi görünüyor.
“Pozitif taraftan bakarsak şunu söyleyeyim: AK Parti ve MHP’nin kendi metinlerini yazmasında başlı başına bir mahsur yok. Zaten bize ilk geldiğinde, İmralı heyeti ve DEM heyeti de şunu söylemişti: İmralı bütün inisiyatifi eline alarak mutlak bir silahsızlanmayı sağlamakta kararlı. Kim sözünü tutmasa o tutacak. Bugün Devlet Bahçeli de o sözün tutulduğunu ve artık devletin adımlar atması gerektiğini söylüyor. O zaman bu iş bir şekilde çözülür.
“Ama benim itirazım başka bir noktada. Birileri, terörü bitirip Kürt meselesini belli boyutlarıyla çözüp, demokrasi sorununu ve otoriter rejimi aynen koruyarak yoluna devam etmek istiyor. Ben buna itiraz ediyorum. Bu mesele demokratikleşme adımları olmadan kalıcı biçimde çözülemez.
“’Özel yasa olacak mı, geçiş nasıl olacak?’ gibi sorular soruluyor. Açık söyleyeyim, özel yasayı yazmak benim işim değil. Çünkü benim MİT’im yok, ordum yok; kaç mağara var, kaç silah bırakılacak, nasıl olacak bilmiyorum. Bunları bilecek ve planlayacak olan devlettir. Ama siyaset kurumu olarak bizim görevimiz, bu sürecin demokratikleşmeyle birlikte, topluma açık ve kalıcı bir çözüme evrilmesini sağlamaktır.
“(Anadilde eğitim) Elbette Türkçeyi de öğrenecek ama kendi dilinde yetkinliği kazanması önemliyse, buna devlet bir imkan, bir bütçe harcayacaksa, bu da o çocuğun ilerideki gelişim için iyi olacaksa biz buna neden karşı çıkalım?
“Ana dilde logaritma dersini vermek de meseledir yani. Veya bunu talebeden her vatandaşa vermek meseledir. Ya da edebiyat dersi. Kürt dili ve edebiyat meselesinde mesela bambaşka bir şeydir. Bu çok haklı bir şeydir. Çerkezler için de yapabilmek lazım.
“Devletin bazı yerlerde hastanın ana dilini bilen birisini de görevlendirmesi lazım. Hiç Türkçe bilmeyen bir kadına meme kanseri araması yapmak ne demek mesela? Birtakım farkındalıklar, mesela uyuşturucuyla mücadele için ebeveyn eğitimleri var.”













