Rusya nasıl bir ülke veya rejim demiştik; bir de silâhlanma ve roket şakırdatma boyutu var bu işin. Sergey ve Yulia Skripal’in (ister istemez 2006’daki Alexander Litvinenko cinayetini hatırlatan ve son haberler itibariyle, çok nadir bir sinir gazına (nerve agent) bağlanan esrarengiz zehirlenme olayından iki gün önce, Putin’in parlamentodaki “ülkenin durumu” konuşması, olağanüstü bir askerî böbürlenme damarına tanık olmuştu. “Altedilmez” (invincible) yeni silâh sistemlerimiz var, diyordu Putin: (1) mevcutlarından çok daha uzun menzilli, dolayısıyla alternatif rotalar izleyebilecek ve meselâ sadece Kuzey Kutbu üzerinden değilk, icabında Güney Kutbu üzerinden dahi ABD’ye ulaşabilecek bir kıtalararası füze (Sarmat), (2) nükleer enerjiyle çalışan, çok alçaktan uçan, âdetâ sonsuza kadar havada kalabilen ve nükleer başlık taşıyabilen yeni bir cruise füzesi; (3) gene nükleer enerjiyle çalışan ve nükleer başlık taşıyan, kıtlararası menzile sahip ve dolayısıyla ABD uçak gemileri kadar kıyı tesislerini de vurabilecek insansız bir sualtı aracı (bir tür özerk süper-torpil); (4) havadan fırlatılan ve sesten defaklarca hızlı uçabilen, dolayısıyla her tür hava savunma sistemini aşabilen yeni bir füze; (5) atmosferde bir meteor gibi “kayarak” yol alabilen bir başka hipersonik füze (glide vehicle).
Gerçi hepsi hizmete girmiş değil; hattâ çoğu henüz deneme aşamasında. Gene de ürkütücü bir tablo. Üstelik Putin’in sözcüsü Peskov’a göre, bu kesinlikle Soğu Savaşın nükleer yarışlarına geri dönüş anlamına gelmiyor. ABD ile Sovyetler Birliği 1972’de bir ABM (füzesavar füze sistemlerinin kısıtlanması) anlaşması imzalamış; bu yolla aralarındaki nükleer dehşet dengesini korumayı ummuşlardı. Fakat sonra George W. Bush bu anlaşmadan çekilmiş ve Amerika yeni füzesavar sistemleri yoluyla bir “ilk vuruş” önceliği edinmeye çalışmıştı. Şimdi Peskov (yani Putin) Rusya’nın son teknolojik adımlarının sadece Amerika’nın bu hamlesine karşılık ve hiçbir füzesavar sisteminin bu yeni silâhları durduramıyacağını göstermeye yönelik olduğunu savunuyor.
Bugün sizlere getirdiğimiz ikinci yazı, dünyanın nereye gittiği açısından belki daha bile önemli (tabii eğer bu mümkünse). İngiltere merkezli Hope Not Hate (Nefret Değil Umut) sivil toplum kuruluşu, Batıda aşırı-sağcı şiddet örgütlerinimn yükselişi konusunda çok ciddî bir uyarıda bulunuyor. İngiliz güvenlik yetkililerine göre, İslâmi cihadist terör girişimlerinin yanı sıra, artık beyaz aşırı sağcı girişimlerde de irkiltici bir tırmanış gözlenmekte. Batıda aşırı sağ artık eski Yahudi düşmanlığından Müslüman düşmanlığına keskin bir dönüş yapıyor. Bir bütün olatrak kamuoyunda, İslâmiyete şüphe ve güvensizlikle yaklaşma eğilimi yaygınlaşıyor ve son anketlere göre artık yüzde 50’yi geçiyor. Aşırı sağ da bu gelişmeden yararlanıp bulanık suda balık avlıyor; sosyal medya üzerinden taraftar toplamaya ve örgütlenmeye çalışıyor. Generation Identity (Kimlik Kuşağı) gibi gruplar Avrupa çapında eğitim kampları düzenliyor ve yerli-beyaz-Hıristiyan bir “Avrupalı kimliği”ni “öteki”lere karşı savunmaya hazırlanıyor. Herkes, ama herkes, diyor Hope Not Hate’çiler, bu tehdit karşısında sesini yükseltmek zorunda.
İlki CNN’den, ikincisi The Independent’tan. İkisi de 2 Mart tarihli. İyi okumalar diliyoruz. – Serbestiyet Yayın Kurulu.