Ana SayfaHaberlerDünyaRusya ve Türkiye’nin Libya’yı İkinci Bir Suriye’ye Döndürme Riski

Rusya ve Türkiye’nin Libya’yı İkinci Bir Suriye’ye Döndürme Riski

BBC Ortadoğu editörü Jeremy Bowen’ın 1 Haziran tarihli makalesinden özetlenmiştir.

Libya, karanlık bir dönemin sonuna gelmiş gibi. Fakat Albay Muammer Kaddafi’nin 2011’deki tüyler ürpertici ölümünden sonra iç savaşın ve dış müdahalelerin paramparça ettiği ülkenin gelecek döneminin daha iyi olacağının garantisi yok.

Doğu Libya’nın güçlü adamı General Halifa Haftar, geçtiğimiz yıldan beri bu uçsuz bucaksız ülkenin en batısındaki başkent Trablus’u ele geçirmeye çalışıyor. Bu mücadelenin kaderini, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Trablus yönetimini destekleyen müdahalesi belirleyecek gibi. General Haftar’ın askerleri birkaç bin Rus paralı askeriyle birlikte geri çekiliyor.

Fakat bu, Libyalı sivil halkın özlemini çektiği barışa kavuşacağı anlamına gelmiyor. En büyük kaybı yine onlar yaşıyor. Zengin petrol ve gaz kaynaklarına sahip olan ülkeleri onlara eğitim, sağlık ve kabul edilebilir bir yaşam standardı sağlayabilmeliydi. Bunların hiçbirine sahip değiller ve güvende değiller. Evlerini kaybetmemiş olan Libyalılar, Covid-19’un yayılmasını önlemek için evlerine kapanırken bir yandan da topçu ateşine, SİHA’lara ve savaş uçaklarına hedef olmamayı diliyorlar. Savaş, Libya’nın klinik ve hastanelerinin büyük kısmını tahrip etti.

İnsan Hakları Örgütü’nden Hanan Saleh’e göre, Batı Libya’da şu ana kadar yaklaşık 200 bin sivil evlerini terk etmek zorunda kaldı. Chatham House tarafından düzenlenen bir webinarda konuşan Saleh, şu anda Libya’nın hesap verebilirliğin olmadığı bir bölge olarak görülmesi gerektiğini ve ne yazık ki ülkenin 2011’den beri bu durumda olduğunu söyledi; savaşın bütün taraflarının sivillere pervasızca davrandığını, ancak General Haftar’ın kuvvetlerinin savaş suçu olarak değerlendirilebilecek belgelenmiş vakalarının daha fazla olduğunu belirtti.

Şu anda inanması güç ama, Albay Kaddafi’nin devrilmesinden sonra bir süre, Libya’nın düzgün bir geleceği olabilirmiş gibi görünüyordu.

2011’de, İngiliz elçisiyle birlikte, NATO’nun Kaddafi rejiminin kuvvetlerini bombalamaya başlamasından sonra bir grup tarafından saldırıya uğrayan ve ateşe verilen elçilik yıkıntılarının arasında dolaşıyorduk. 1920’li yıllardan kalan kömürleşmiş bir bilardo masasının yanında, Libyalıların devrimlerinden duydukları gururdan, Suriye ve Irak gibi önemli mezhep farklılıklarının lanetine uğramamış olma şanslarından ve uçsuz bucaksız Libya çölünün altında yatan petrol ve gaz hazinesinden bahsediyorduk. Turizm bile mümkün olabilirdi. Libya’nın Akdeniz sahillerindeki plajları 2 bin km uzunluğundaydı; Roma dönemi arkeolojik alanları ise İtalya’dakilerle boy ölçüşebilirdi.

Fakat Libya yaralıydı ve bu konuşmanın üstünden geçen neredeyse 10 yıl boyunca parçalanmaya devam etti. Kaddafi rejimini deviren milisler hiç dağılmadı ve güçlerinden hoşlanmaya başladı.

Albay, oğulları ve ailenin yakınları ortadan kalktığında, geride işleyen bir devlet mekanizması kalmadı. Önemli görev unvanlarını elde edenler, hiçbir yönetim manivelası kalmadığını gördüler, her şey ellerinde kalıyordu.

Kendilerini devrimci olarak gören Libyalılar, kazanmalarına yardım etmek için kendilerine silah ve en önemlisi hava kuvveti sağlamış olan güçlü devletlerden fazla yardım isteme yanlısı değillerdi. Yabancılar da işlerini iyi yaptıklarını söyleyerek uzaklaşabildikleri için rahatlamışlardı. Kaddafi’yi devirmek bir şeydi, bir ülkenin inşasına yardım etmek ise çok farklı bir şeydi.

Libya’nın kalanının daha da küçük parçalara bölünmesi fazla zaman almadı. Büyücek kentler kent devletleri haline geldi. Milislerin kendi gündemleri vardı ve silahlarını bırakmayacaklardı. Bir dizi diplomat, genellikle Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında, diyalog ve barış sağlamaya çalıştıysa da bu girişimler başarılı olamadı.

2014’e gelindiğinde General Haftar, radikal İslamcıları Libya’nın ikinci büyük şehri ve Doğu Libya’nın başkenti olan Bingazi’den atmış ve bu yaralı ülkede bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Haftar, Libya’da Kaddafi’yle arası açılmış bir general olarak iyi tanınıyordu. Sürgündeyken, CIA’in de merkezinin bulunduğu Virginia eyaleti Langley kentindeki yeni üssünde yıllarca Kaddafi’nin devrilmesini planlamıştı.

Aslında zaten parçalanmış olan Libya, sonunda kendini iki rakip yönetim arasında buldu.

General  Haftar Bingazi’nin doğusunu kontrol ediyordu ve batıya yürüyerek başkent Trablus’a saldırıp Fayez al-Sarraj başkanlığındaki dünyaca tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni devirerek ülkeyi birleştirme  çabasına girişti.

Başbakan Fayez al-Sarraj’ı destekleyen devletlerle (Türkiye, Katar, İtalya), General Halifa Haftar’ı destekleyen devletlerin de (Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Mısır, Rusya, Fransa) iç savaşa müdahil olacağı kesindi. Afrika’daki en büyük petrol ve gaz rezervleri ve 7 milyonun altındaki nüfusuyla, Libya arzu edilir bir armağan. Stratejik olarak Avrupa’nın hemen karşısında ve hidrokarbon zenginlikleri Batı pazarlarına Akdeniz üzerinden doğrudan ihraç edilebilir. Buna karşılık Körfez’deki rakip üreticilerin ihracatlarını tehlikeli olabilecek deniz yollarından yürütmeleri gerekir. 

General Haftar’ın en önemli müttefikleri Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır, Trablus’taki Sarraj hükümetinin kilit müttefiki ise Türkiye. 

ABD, Başkan Donald Trump döneminde Libya’ya farklı sinyaller gönderdi, farklı zamanlarda Sarraj’ı ve Haftar’ı destekledi, bulabildiğinde de cihatçı aşırı güçleri bombaladı. Şu andaki en büyük kaygısı ise, Rus Devlet Başkanı Putin’in, tıpkı daha önce Suriye’ye yerleştiği gibi Libya’ya da yerleşmekte olmasına ilişkin.  

Libya’daki savaş, Suriye’dekine huzursuz edici benzerlikler taşımaya başladı. Her ikisinin de kaderi ve geleceği üzerinde söz sahibi olanlar aynı yabancı güçler. Libya’daki vekalet savaşları birçok açıdan Suriye’dekilerin devamı. Her iki taraf da, yaklaşık 10 yıllık savaş boyunca kendi ülkelerinde edindikleri becerileri kullanmaları için Suriyeli milisleri Libya’ya getirdi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye’de vardıkları anlaşmaların bir benzerini Libya’da uygulamış olabilir.  

General Haftar’ın yanında savaşan Rus paralı askerleri, Putin’in yakın dostu Yevgeny Prigozhin tarafından yönetilen Wagner Grubu adlı bir örgüte bağlı. Wagner savaşçıları Suriye’de de kullanılmıştı.

Rusların Trablus’tan çekilirken Türkiye’nin son derece etkili SİHA’ları tarafından taciz edilmemiş olmaları önemli. Ruslar da Libya’ya gelişmiş savaş uçakları getirdi. 

Libya’nın parçalanması konusunda yakın zamanda bir kitap yayımlamış olan Alman akademik Wolfram Lacher’e göre, Başkan Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, kazancı kendi aralarında paylaşmak için, Haftar’ın Trablus saldırısına son verme konusunda anlaşmış olabilirler. Lacher, Chatham House webinarında, “Libya’da kendilerine nüfuz alanları oluşturmaya çalışan iki yabancı devletten bahsediyoruz. Bu düzenlemenin uzun vadeli olmasını istiyor olabilirler pekâlâ” dedi. Öte yandan Lacher, Libya ile ilgili diğer devletlerin ve Libyalıların kendilerinin bu düzenlemeyi uysal bir şekilde kabulleneceğinden kuşkulu.

Sıradaki büyük muharebe, başkentin yaklaşık 90 km güneydoğusunda bulunan Tarhuna kenti için gerçekleşebilir. Haftar’ın batıdaki müstahkem mevkii olan kent, esas olarak eskiden Kaddafi rejimine bağlı olan kişilerden oluşan al-Kaniyat adlı milis kuvvetlerinin kontrolünde. Trablus hükümetine bağlı olan ve eskiden Kaddafi’nin karşısında yer alan kuvvetler Tarhuna’ya doğru ilerliyor.

Eski rejime karşı mücadele, Libya’nın hiç bitmeyen savaşında hâlâ bir etken. 

- Advertisment -