Röportajı okumak için…
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Taksim’deki 23 Nisan töreninde siyahi bir çocukla saygı duruşunda bulunması beyazüstünlükçü komplo teorilerine neden olmuştu.
Mülteci karşıtı paylaşımlarıyla bilinen hesaplardan, İmamoğlu’nun “küresel bir plan” dahilinde siyahi bir çocukla fotoğraf verdiği iddiaları ortaya atılmıştı.
İmamoğlu ile fotoğraf çektiren çocuğunun adının Efe Ercan, babasının Türk, annesinin ise Gineli olduğu ortaya çıkmıştı. 23 Nisan törenindeki görüntülerde İmamoğlu ve Efe Ercan’la konuştuğu görülen ve sosyal medyadaki ırkçı kampanya sırasında “Alman istihbarat ajanı” ilan edilen kadının ise Efe’nin babaannesi Handan Ercan olduğu ortaya çıkmıştı. Efe’nin Türkiye vatandaşlığı alan annesi Safiatou Diallo Ercan’ın 31 Mart’ta oy kullanması da ajanslar tarafından “Gineli gelin oyunu kullandı” diye haberleştirilmişti.
Efe’nin babası Emre Ercan, Serbestiyet’in sorularını cevapladı.
“Atlas Okyanusu’nun kıyısında kumların üzerine atılmış plastik sandalyeleri olan bir kafede tanıştık”
Gineli eşiniz Safiatou Diallo Ercan ile tanışma hikayenizi anlatır mısınız?
2012 yılında bir Türk inşaat şirketinin projesi için Gine’nin başkenti Konakri’ye gitmiştim. Proje, dönemin Gine Şehirleşme ve Konut Bakanı Mathurin Bangoura’nın bakanlık konutu inşa ediliyordu.
İnşaatta hem buradan giden Türk personel hem de Gineli işçiler birlikte çalışıyordu. Ben de iki grup arasında Fransızca tercümanlık yapıyordum. Aynı zamanda Gineli bakana da inşaatla ilgili gelişmeleri aktarıyordum. Bu proje bitene kadar 5 ay Gine’de kaldım.
Gine, Batı Afrika’da okyanus kıyısında bir yer. Sahilinde, çok güzel kafeler var. Eşim Safiatou’yla Atlas Okyanusu’nun kıyısında, kuma atılmış plastik sandalyelerin olduğu o kafelerden birinde tanıştık.
Emre Ercan, 2012 yılında Gine Konakri’de.
O dönem ülkede de siyasi tartışmalar vardı, hükümete karşı protestolar oluyordu. O yüzden de mecbur kalmadıkça inşaatın civarından uzaklaşmıyorduk. Kafelerin bulunduğu alan da bizim olduğumuz yere yakındı. Kafelerin bulunduğu bölgede görüşmeye, buluşmaya devam ettik.
O tip politik gösterilerin olmadığı günlerde bir problem yoktu. Gayet sıcak ve samimi insanların olduğu hoş bir ülke Gine. Orada bulunduğumuz 5 ay gerçekten güzeldi.
Patronumuz da bu proje bittikten sonra Gine’de yeni bir proje olduğunu, Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra yeniden Gine’ye geleceğimizi söylüyordu. Nasıl olsa daha Gine’de olacağım diye vaktimiz var diye düşünüyorduk önümüzdeki dönem için. Ancak daha sonra da, Konakri’nin belediye başkanı olacak olan Bakan Bangoura’nın konutunu tamamlayıp anahtarını teslim edip Türkiye’ye döndükten sonra ikinci projenin iptal olduğunu öğrendim.
Öyle olunca birden çıkmaza girdik. Hem uzak mesafe hem de o zamanlar direkt uçuş da yok, Kazablanka üzerinden uçuşlar var.
Ben de radikal bir karar verdim. Safiatou’ya Türkiye’ye gelmesini teklif ettim. Tabii durum malum, çok uzak bir yerden ve epey yorucu bir yolculuk sonucu gelecek; ‘gel bir görüşelim” diye çağıramıyorsunuz. Ciddiyeti göstermek gerekiyordu ve Safiatou’ya telefonda evlenme teklif ettim.
Safiatou, Aralık 2012’de bir aylık turist vizesiyle Türkiye’ye geldi. Bir ay içinde hemen nikah tarihi alıp evlenmemiz gerekiyordu. 28 Aralık 2012’de evlendik ve o zamandan bu yana da Türkiye’de yaşıyoruz.
“Efe, televizyonda İstiklal Marşı çalınca evde bizi saygı duruşuna dikiyor”
Efe, Türkiye’de doğdu ve Türkiye’de büyüdü o zaman öyle mi?
Evet, aynen öyle. Geçen hafta itibariyle meşhur olan oğlumuz Efe, 2016’da dünyaya geldi. Efe, aslında oturduğumuz Cihangir’de zaten meşhurdu. İster istemez renginden ve saç tipinden dolayı dikkat çekiyor, bir gören bir daha unutmuyor. Cihangir’deki esnaf, çay bahçeleri falan herkes tanır Efe’yi. Zaten komşularımız da çok üzüldü bu sosyal medyada yazılan ırkçı yorumlara.
Efe’ye 3 yaşında otizm tanısı konuldu. 3 yaşından itibaren Efe’yi devletin rehabilitasyon merkezinde özel eğitim seanslarına götürüyoruz. Bu yönüyle de özel bir çocuk.
Törenleri, merasimleri çok seviyor. Milli bayramlara özel bir ilgisi var. Özellikle de İstiklal Marşı okumaya apayrı bir ilgisi var.
Evde ben maç izlerken maçtan önce İstiklal Marşı çalındığını duyunca hemen bizi de ayağa kaldırıyor, evde hep birlikte saygı duruşunda İstiklal Marşı’na eşlik ediyoruz. Tam da o yazılanların aksine hassasiyetleri var.
Protokolün olduğu yerleri seviyor, öyle durumlara denk geldikçe sık sık en öne geçmeye çalışıyor. Özel durumundan dolayı bunu engellemek çok güç olabiliyor. Genelde de bir koruma ya da görevliler de Efe’nin Türkiye açısından dikkat çekici özellikleri nedeniyle genelde hoşgörüyle karşılayıp izin veriyorlar.
Okulunda Beyoğlu Belediyesi’nin düzenlediği güzel yazı yazma yarışması vardı. Dönemin AK Partili Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız’ın yanına gitti etkinlik sırasında, o da kabul etti.
Eski Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız’la.
Yine Murat Kurum’la karşılamışlar yolda. Onunla da konuşurken fotoğrafı var.
23 Nisan töreninde İmamoğlu’yla olan durum da öyle zaten. Bundan önce de Taksim’deki törenlere gidiyordu, annemle birlikte. İmamoğlu ile bu bugüne kadar karşılaştıkları üçüncü tören. Diğerlerinde protokolde yanına gitmemişti ama görüyor yani tören sonrasında, öncesinde çıkıyor karşısına. Televizyonda gördüğü insanların yanına gitmeyi de çok seviyor Efe.
Annem, İmamoğlu’nun yanına giderek, Efe’nin özel bir çocuk olduğunu söylemiş, “Kusura bakmayın” demiş. Annemin, İmamoğlu’yla konuştuğu o saniyelerin görüntülerini paylaşıp, “İmamoğlu’na talimat veren Alman ajanı” yazıyorlar.
Efe ile babaannesi Handan Ercan.
Ondan bir gün önce İmamoğlu’nun Almanya Cumhurbaşkanı’yla olan görüşmesiyle ilgili fotoğraflarda görülen bir kadının fotoğrafını bulmuşlar. Gerçekten de anneme çok benziyor. Ben önce acaba fotomontajla yapılmış bir şey mi diye düşündüm hatta. “İşte bu ikisi aynı kişi, İmamoğlu’nun yakınındaki Alman ajanı” falan diye annemin fotoğrafıyla paylaştılar.
Benim annemin ailesi Arnavut göçmeni, beyaz tenli yeşil gözlü olmasının nedeni bu.
Sosyal medyada o ırkçı yorumları, “Alman ajanı” mesajlarını yazanlarla ilgili adli süreçleri de başlatacağız.
Anneniz de Arnavut göçmeni, aynı zamanda siz de çocukluğunuzu Belçika’da göçmen olarak geçirmişsiniz.
Evet, ilkokulu bitirene kadar Belçika’daydık. Benim ilkokulu bitirdiğim 1992 yılında Türkiye’ye geldik.
Türk göçmen olarak Belçika’da olduğumuz yıllarda biz de göçmenliğin zorluklarını biliyoruz. Ben ve ağabeyim yalnızca çocukluk dönemimizi orada geçirdiğimiz için belki çok büyük sıkıntılar yaşamadık ama yine de bazı çocukların öyle ayrımcı denebilecek hareketleri oluyordu, bunları yaşadık.
Avrupa’da böyle bir ırkçılık vardı. Birçok vatandaşımız da bunun problemlerini bildiğiniz gibi çok daha acı şekillerde yaşadılar.
Ancak bizim ülkemizde çeşitli tartışmalar olsa da renk üzerinden bir ırkçılık hiç olmamıştı. ABD’deki gibi renk ayrımı tartışmaları olmamıştı. Sosyal medyada “İmamoğlu-Alman istihbaratı” tarzı komplo teorileri üretilmesine şaşırmıyorum ama Türkiye’de bir çocuğun rengi üzerinden bunlar nasıl yazılabiliyor onu anlamıyorum.