Bir hafta öncesine kadar Türkiye yükselen piyasaların yeni başarı hikâyesi olmaya aday gözükmekteydi. Yüksek faiz oranları yabancı yatırımcıları cezbediyordu ve Merkez Bankası enflasyonu kontrol altına alma konusunda kararlı bir duruş sergiliyordu. Türk Lirasının performansı da, mukayese edilebilecek paraların çoğundan iyiydi.
Ardından devreye Cumhurbaşkanı Erdoğan girdi ve 20 Mart gecesi Merkez Bankası başkanı Naci Ağbal’ı görevden alarak piyasaları şoke edecek bir depremi tetikledi. Türk lirası piyasaların açıldığı ilk saatlerde %15 kadar değer kaybetti.
Borsa %10 kadar düştü, borsada yılbaşından bu yana gerçekleşen yükseliş tamamen tersine döndü. Yabancı yatırımcılar Naci Ağbal’ın geçen Kasım’da Merkez Bankası başkanlığına gelmesi sonrasında yeniden Türk varlıklarını satın almaya başlamışlardı; o zamandan bu yana yaklaşık 19 milyar dolarlık Türk varlığı satın alan yabancı yatırımcılar son gelişme üzerine hızla ve topluca Türkiye’den kaçmaya başladılar.
Ağbal, görevde kaldığı süre boyunca Merkez Bankası’nın itibarını yeniden tesis etmeye çalıştı. Merkez Bankası’nın bir dizi (gerçekte epey gecikmiş olan) faiz artışından sonra 18 Mart’ta gerçekleştirdiği ilave %2’lik artış, yatırımcılarda Merkez Bankası’nın Erdoğan’dan bağımsız şekilde kararlar alıp icraata koyduğu konusunda itimat oluşturmaya başlamıştı. Bu itimat veya umut artık yok oldu. Dört yıldan kısa bir süre zarfında dolara nisbetle değerinin yarısını kaybetmiş olan TL Naci Ağbal yönetiminde biraz canlanmışken yeniden çöktü. Yabancı yatırımcılarda aldatılmışlık hissi hâkim durumda.
Renaissance Capital’den Charles Robertson konuyu yorumlarken “Bunlar herhangi bir gelişmekte olan piyasanın çeyrek asırda yaşadığı en kötü anlar” diyor.
Naci Ağbal’ın zaten baskı altında olduğu bilinmekteydi. Bu arada Ağbal’ın rakiplerinden olan Berat Albayrak’ın bakan olarak hükümete geri döneceği yolunda dedikodular ortalıkta dolaşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüksek faizlere öteden beridir karşı olduğunu herkes biliyor. Ağbal’ın en son aldığı %2’lik faiz artışı kararından da çok rahatsız olduğunu tahmin etmek zor değil; ancak Naci Ağbal’ın bu kadar pervasızca ve hızla görevden alınması kimsenin beklediği bir şey değildi. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün baş-ekonomisti Robin Brooks konuyu yorumlarken “Şu an işleri gereğince yönetecek başka biri göreve gelse ne kadar süre görevde kalabileceğini hiç kimse bilmiyor” diyerek itimat tesisinin artık çok zor olduğuna işaret ediyor.
Merkez Bankası’nın yeni başkanı Şahap Kavcıoğlu iktidar partisinin eski milletvekillerinden birisi, ayrıca Berat Albayrak’a da yakın olduğu düşünülüyor. 2005 ile 2015 arasında Halkbank’ta genel müdür yardımcısı olan Kavcıoğlu geçen hafta itibariyle %15.6’ya ulaşmış olan enflasyonu indirmeyi ana hedef olarak gördüğünü ifade etse de bu beyanlar yatırımcıları artık etkilemiyor. Erdoğan’ın enflasyonla mücadele edebilmek için faizlerin düşürülmesi gerektiği yolundaki iddiaları biliniyor; Merkez Bankası’nın yeni başkanının daha geçen ay yazdığı yazılarda Erdoğan’ın ekonomistler arasında alay konusu olan görüşlerini seslendirmiş olması sebebiyle yatırımcıların kendisine itimat etmesini beklemek pek gerçekçi olmaz.
Piyasalarda oluşan panik ve tepkiler sebebiyle Erdoğan bu düşüncelerini belki bir süre rafa kaldırabilir. Konuyu değerlendiren GAM yatırım fonunun yatırım direktörü Paul McNamara “Tahminim odur ki, Erdoğan bu kadar dış borcu olan bir ülkenin faizleri istediği gibi düşük tutabilme özgürlüğü ve lüksü olmadığını fark edecektir” diyor; Türkiye’nin piyasalara kerhen de olsa teslim olabileceğini belirterek ülkenin kısa dönemli dış borcunun Ocak ayında 140 milyar dolara, yani ülkenin toplam milli gelirinin kabaca %20’sine ulaşmış olduğunu vurguluyor.
Ancak bu gerçekleri fark etmek zaman alabilir. Türk yetkililer, Erdoğan’ın faizlerin indirilmesi gerektiği yolundaki talimatlarını uygulamaya koymaya kalkabilirler, Türkiye’de kamu bankaları milyarlarca dolar satabilir ve yabancıların TL spekülasyonlarını engelleme adına TL likiditesini kısmak gibi tedbirlere müracaat edilebilir. Nitekim bunların gerçekleştiği yolunda işaretler de mevcut; TL gecelik SWAP faizleri yüzde 1.400’e ulaşınca spekülatörler amaçlarına ulaşamamış oldular. Ancak Société Générale’den Phoenix Kalen, bunun kazanılması mümkün olmayan bir savaş olduğunu söylüyor. Merkez Bankası 2019’dan beri TL’yi koruma uğruna 130 milyar dolarlık çok kıymetli döviz rezervini heba etmiş olduğundan artık cephanesiz kaldı. Net rezervler 10.9 milyar dolar rakamına geriledi; yerli bankalarla yapılan SWAP’lar da hesaba katıldığında Merkez Bankası’nın net rezerv rakamı eksi 40 milyar dolara yaklaştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan artık mecburi bir tercih yapmak durumunda; ya faiz oranlarını yüksek tutarak TL’yi savunacak, ya da döviz kurunun iyice patlaması riskini alarak faizleri indirecek ve bu yolla ekonomiyi büyütmeye çalışacak. İhtimal düşük olmakla birlikte sermaye kontrolleri riski de gündemde. Türkiye’nin Maliye Bakanı 22 Mart tarihinde yaptığı konuşmada böyle bir şeyin asla olmayacağını ifade etti, ancak öyle düşünmeyen analistler de var.
Yabancı sermaye girişlerine ciddi şekilde ihtiyaç duyan böyle bir ülkede sermaye kontrolleri ekonomiyi bütünüyle durdurur. Türkiye’nin sermaye kontrollerine girişmesi bu sebeple düşük bir risk olarak gözükmekle birlikte bu ihtimal de yavaş yavaş zihinlerde yer etmeye başladı.
Türkiye gibi potansiyeli yüksek bir ülkenin bu şekilde yönetilmesi gerçekten trajik. Türkiye, koronavirüs salgınını çoğu Avrupa ülkesinden daha iyi idare etti. Yıllık 30 milyar doları aşkın gelir sağlayan turizm sektörünün çökmüş olmasına rağmen ekonomisini geçen yıl %1.8 büyütmeyi başardı. Geçen haftaki Merkez Bankası depremi öncesinde IMF Türk ekonomisinin bu yıl %6’ya yakın bir oranda büyüyeceğini tahmin ediyordu, bu rakamın aşağı doğru revize edileceğinde şüphe yok. Türkiye, ekonomisi dirençli ve dinamik bir ülke; ancak yatırımcıları ürkütecek ekonomik teorilere sahip bulunan ve bütün gücü elinde toplamış olan Erdoğan gibi mikro-yönetim düşkünü bir ismin müdahaleleri devam ettiği sürece yerinde saymaya devam edecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir zamanlar yarı profesyonel bir futbolcuydu. Bu sonuncusu, kendi kalesine attığı gollerin en kötüsü olabilir.
Çeviren: İzzet Akyol