Kısa vadeli, iç politikaya yönelik, dar parti ve kişi propagandası amaçlı polemikçi söylem ve tarzın ulusal çıkarlarımıza zarar verdiğini dikkate almalıyız İç barışımızın, bölge ve dünya barışıyla bağlantılı olduğunun farkına varmalı, ”Yurtta Taraf Cihanda Taraf” yaklaşımını terk etmeliyiz.
Kısa vadeli, iç politikaya yönelik, dar parti ve kişi propagandası amaçlı polemikçi söylem ve tarzın ulusal çıkarlarımıza zarar verdiğini dikkate almalıyız.
Türkiye’nin merkezine oturduğu Kuzey Afrika-Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve Kafkasya çalkantılı. Belirsizlik, öngörülemezlik, vekalet savaşları, sosyo-ekonomik bunalımlar bölgemizdeki dış politika süreçlerini tanımlayan en önemli parametreler. Bölgemizde sistem düzeyinde büyük güçler -ABD, Çin ve Rusya- arasındaki rekabet artmakta, bölgesel gerginlikler ve çatışma potansiyeli artmakta, devlet altı düzeyde temel insan hakları ve özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayanan temel politikalar yoğun baskı altındadır. Bütün bunların sonucu olan terörizm, sığınmacı sorunları, ideolojik çatışmalar, içe kapanmacı milliyetçi eğilimler ve popülist yaklaşımlar endişe verici düzeylere ulaşırken, bunların her biri Türkiye’yi yakından ilgilendiren ve hassas yönetilmesi gereken risk ve tehditler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne yazık ki son iki senedir Türkiye dış politikasında sorun/kriz alanları birbirlerine iyice yapışmış, dış politikamızın doğası gerilimli bir nitelik kazanmış ve özellikle Ege-Doğu Akdeniz ekseni ülkemizi topyekun bir savaşa sokabilecek dev bir kriz yumağına dönüşmüştür.
İşte bu koşullarda ulusal çıkarlarımızı ve güvenliğimizi, ülkemizin küresel itibar ve mevcut refah düzeyini korumak dış politika önceliğimiz olmalıdır. Dışarıda diplomasimizin daha güçlü yürütülmesi için içeride toplumsal kutuplaşmanın azaltılması, ekonomimizin ve sosyal dokumuzun güçlenmesi, bölücü ve kavgacı siyasetin sona ermesi gerekir. Türkiye’nin ortak değerlerle şekillenen ittifakları korunmalıdır. Ortak menfaatler üzerinden şekillenen yeni işbirliklerine de açık olmalıyız.
Türkiye’yi tüm müttefikleriyle, komşularıyla ve çevresindeki ülkelerle içişlerine karışmama ilkesi temelinde yapıcı ve dengeli diyaloglar kurabilir duruma getirmeliyiz. Çevremizde bir istikrar ve refah havzası oluşmasına katkıda bulunmalıyız. İkili ilişkilerimizi onarıp, güçlendirerek karşılıklı ticaret ve yatırımlara yönelmeliyiz.
Diplomasimizi adalet ve hukuk temelinde uzlaştırıcı, sorun çözücü kimliğine tekrar kavuşturmalıyız. Krizlerden beslenmemeliyiz. Diplomasi yoluyla sorunları çözerek, krizleri önleyerek güçlenmeliyiz. Sorunların değil, çözümlerin parçası olmalıyız. Gerçekçi, ihtiyatlı, dikkatli ve sabırlı davranmalıyız. Gerektiğinde yaratıcı ve cesur adımlar da atabilmeliyiz.
Kısa vadeli, iç politikaya yönelik, dar parti ve kişi propagandası amaçlı polemikçi söylem ve tarzın ulusal çıkarlarımıza zarar verdiğini dikkate almalıyız. Üslup ve yaklaşımlarımızın ağırbaşlı ve sorumlu olması gerekir.
Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere tüm ilgili kurumları, Türkiye’nin Uluslararası ilişkilerinin yürütülmesi sürecinin etkin unsurları yapmalıyız. Dış politikanın belirlenmesi ve uygulanması süreçleri çoğulcu olmalıdır. TBMM, basın, düşünce kuruluşları ve ekonomik-sosyal aktörler dahil, sivil toplum ile işbirliği halinde, geniş ve şeffaf bir istişareye dayandırmalıyız. Aksi takdirde, dış politikamıza ulusal mutabakata dayalı sağlam bir temel kazandıramayız.
İç barışımızın, bölge ve dünya barışıyla bağlantılı olduğunun farkına varmalı, ”Yurtta Taraf Cihanda Taraf” yaklaşımını terk etmeliyiz.
Yukarıda vurgulanan hususlar ve ilkeler ışığında biz DEVA Partisi olarak;
Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunmasını savunuyoruz. İdlib’deki ateşkes kırılganlığını koruyor. Bu ay sona ermeden Rusya destekli güçlerin İdlib kent merkezine hakim stratejik nokta olan Cebel Zaviye bölgesine sınırlı bir operasyon düzenlemesi ve bunun yüz binlerce İdliblinin kitlesel düzensiz göçüne yol açması muhtemel. Türkiye alevlenen Doğu Akdeniz sorununun tam ortasında buna nasıl karşı koyacak?
Libya’da ateşkes çağrıları yapıldı, önümüzdeki Mart ayında Parlamento seçimleri yapılması gündemde. İktidarın bir açıklaması yok. Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti içerisinde güç mücadelesi yaşanıyor, bir haftadır halk sokaklarda gösteriler düzenliyor, Hükümet yine sessiz. Diğer ülkelerden farklı olarak sadece Trablus tarafına sıkışmış olan Türkiye orada da rahat değil. Macron bile Sarraj’ı Paris’e davet etti, bizim geleceğe dönük bir hazırlığımız görünmüyor. Hani Sirte ve Cufra’yı alacaktık? Firmalarımızın 25 milyar Dolar civarında alacakları var, anlaşma yaptık dediler, imzalanan Mutabakat Zaptı’na bakıyorsunuz, ”firmalar gidip sorunlarını görüşsünler, biz de bakalım sonra neler yapmışlar?” dışında hiçbir şey yok. Öte yandan, Türkiye’de bazı ihalelerde ”temayüz etmiş” bir şirketin Trablus’ta hangi projelere öncelik verileceği konusunda pazarlıklar yaptığını duyuyoruz. Mağdur firmalar şeffaflığın olmadığı bu ortamda şaşkın ve çaresiz bırakılmış durumda. Bingazi ve Fizan bölgesinde yarım kalan işleri bulunan firmalarımız ise zaten bir şey yapabilecek durumda değiller. Gerçek gündemden kopuk hamasetle, şeffaflıktan uzak, öngörülü ve öngörülebilir olmayan politikalarla nereye varacağız?
Doğu Akdeniz’de hidrokarbon kaynakları bölüşülüyor. Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu oluşturuldu. Türkiye davet bile edilmedi. Ama İsrail’in yanında Filistin de, Ürdün de, Mısır da GKRY de, Yunanistan da yer alıyorlar. ABD de gözlemci. Cumhur İttifakı hala laf üretmekle, algı yönetimiyle, polemiklerle meşgul.
Yunanistan’la ilişkiler, çatışma potansiyeli taşıyor. Türkiye’nin yanlış dış politika hamleleriyle bölgesinde ve demokratik reform süreçlerinden uzaklaşarak Avrupa’da yalnızlaşmasını fırsat gören Yunanistan, karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, hava sahası gibi birbirleriyle ilişkili anlaşmazlıklarda aşırı taleplerini gerçekleştirmek amacıyla AB dayanışmasından da yararlanarak krizi tırmandırıyor. Muhtemelen askeri gücümüzün çeşitli bölgelere yayılmış olmasını, ekonomideki ağır sorunlarımızı ve kutuplaştırılmış bir toplum olarak zayıfladığımızı da kendi lehlerine birer avantaj olarak değerlendiriyorlar. Bizim yegane cevabımız askeri yöntemlerle sınırlı gibi görünüyor. Yoğun bir diplomasi seferberliği başlatıldığına dair ise megafon diplomasisi dışında maalesef ciddi bir emare yok.
Yukarıdakiler ışığında dış politikada yaşadığımız güncel sorunlara ilişkin önerilerimiz şu şekilde sıralanabilir:
Ülke içinde demokratik reformlara vakit geçirmeksizin başlamalıyız. AB ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerimizi bu çerçevede düzeltme irademizi ortaya koymalıyız
Çoğulcu analiz süreçleriyle dış politikamızı baştan sona revize etmeliyiz. Dış politikada savunmamızın caydırıcılığından gerektiğinde yararlansak bile diyalog ve müzakereleri öncelemeliyiz.
İkili ilişkilerimizi, Fransa ve Körfez ülkeleri dahil, derhal onarma çabasına girişmeliyiz. Mısır başta olmak üzere, bölge başkentlerine karşılıklılık temelinde Büyükelçilerimizi atamamıza imkan sağlayacak dostane diplomatik ekosistemi oluşturmalıyız.
Ege’deki ve D. Akdeniz’deki ihtilaflarla ilgili olarak uluslararası tanınırlığı ve etki gücü yüksek hukukçulardan hukuki mütalaa almalıyız.
Yunanistan’la istikşafi görüşmeler sürecini yeniden başlatmalıyız. Bu görüşmeler, sorunları çözmeyebilir, ama soğutur ve gerilimi düşürür.
Kamu diplomasimizi kendi halkımıza propaganda yaklaşımından kurtarıp hedef ülkelerin kamuoylarına yöneltmeliyiz.