Liberal demokrasi, küresel çapta bir kriz döneminden geçiyor. Otoriter rejimler güçlenirken ve sayıları artarken, liberal demokrasiyle yönetilen ülke sayısı azalıyor. Liberal demokrasinin mevcut durumunu nasıl yorumluyorsunuz? Demokrasinin içinde bulunduğu krizin temel dinamikleri neler? Demokratlar, liberal demokrasiyi küresel çapta restore etmek için ne yapmalı?
Liberal demokrasiye yönelik birden fazla tehdit var. Mevcut konjonktürde, Rusya ve Çin’in başını çektiği bir jeopolitik tehdidin olduğunu söyleyebiliriz. Bu tehdit, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle askerî bir tehdide dönüştü. Bu ülkelere, askerî güç kullanarak demokrasilerden kurtulamayacaklarını göstermenin gelecek dönemde yaşanabilecek olası bir askerî saldırıyı da engelleyebileceğini düşünüyorum, çünkü Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin Çin’in de Tayvan’ı işgalini tetikleyeceği yönünde bir korku oluştu.
Diğer ülkelerde, özellikle Türkiye’de, mücadele iç politika düzeyinde yürütülüyor. Burada temel mesele seçimleri kazanmak. Bence, muhalefetin seçimleri kazanabilecek kadar iyi organize olması durumunda Türkiye’de demokrasinin bir geri dönüş yapma şansı var.
Bu, ABD’de bizim için de geçerli. ABD’de de kendimize özgü popülizmi yenebilmenin tek yolu seçimleri kazanmak. Kasım ayında yapılan ara seçimlerde, birçok Trump destekçisi adayın kaybetmesi Amerikan demokrasisi için büyük bir kazanımdı. Bu seçimlerde elde edilen kazanımların, seçimlerin hâlâ mümkün olduğu her ülkede elde edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Maalesef, birçok ülkede otoriter rejimler, seçimleri bir siyasi değişim aracı olmaktan çıkaracak kadar güçlendi. Bu ülkelerde, otoriter rejimlerle çok daha uzun vadeli bir mücadele yürütülüyor. Türkiye’nin henüz bu noktada olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle son 10 yılda Türkiye’de görülen otoriterleşme trendini tersine çevirebilmek için seçimler büyük bir fırsat sunuyor.
Türkiye’de demokrasiyi savunan Millet İttifakı seçimleri kazanırsa, ne gibi zorluklarla karşılaşabilir? Demokrasiye verilen hasarı onarmak kolay olacak mı?
Bu çok zor olacak. İlk büyük mücadele ekonomi olacaktır. Erdoğan’ın kasti ve çılgın para politikası nedeniyle Türkiye’deki enflasyon çok yüksek seviyelere ulaştı. Büyük bir bütçe açığı var ve para arzının dizginlenmesi gerekiyor.
Ekonominin rayına oturtulması acı verici önlemler gerektiriyor, çünkü faiz oranlarının yükselmesi gerekiyor. Bu önlemler aynı zamanda bir resesyonu da tetikleyecektir. Bu mirası devralacak olan hükümeti büyük zorluklar bekliyor. Öte yandan, yanlış bir yönde ilerleyen Türkiye ekonomisinde büyük bir politika değişikliği yapılmazsa, durum daha da kötüye gidebilir.
Demokratik yönetimle ilgili önemli olan başka meseleler de var. İktisat Kongresi’nde yaptığım konuşmada söylediğim gibi, insanların demokrasiden talepleri büyük oranda yerel ve hükümetin vereceği hizmete odaklı. Bu nedenle, depreme hızlı ve etkin bir cevap verilememesi mevcut hükümete büyük zarar veriyor. Yeni hükümetin de yol yapacak kapasiteye, elektrik dağıtacak altyapıya ve insanların şeffaf, demokratik bir yönetimden talep ettikleri günlük ihtiyaçlarının karşılanması konusunda yeterli güce sahip olduğunu kanıtlaması gerekiyor. Demek istediğim, yeni hükümetin bu konulara odaklanması gerektiği.
Türkiye’de demokrasi yanlısı muhalefet, otoriter popülist iktidarı devirmek için farklı ideolojilerdeki partileri içeren geniş bir ittifak kurdu. Bu seçim stratejisi Macaristan’da Orban’a karşı başarısız oldu ancak İsrail’de Netanyahu’ya karşı zafer kazandı. Öte yandan, koalisyon içindeki anlaşmazlıkların Netanyahu’yu yeniden iktidara getirdiğini de gördük. Siz, otoriter hükümetleri devirmek için geniş bir demokrasi koalisyonu kurmanın başarılı ve sürdürülebilir bir strateji olduğunu düşünüyor musunuz?
Başka bir alternatif yok. Siyasi gücünüz olmadan demokrasiyi restore edemezsiniz. Mevcut durumda, siyasi güç elde etmenin tek yolu seçimleri kazanmak. Böylesi geniş bir koalisyon kurmadan da seçimleri kazanamazsınız. Geniş bir demokrasi koalisyonu kurma stratejisinin Macaristan’da veya başka ülkelerde işe yaramaması bunun başarısız bir strateji olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye’de demokrasiye inanan insanlar bir koalisyon oluşturmaya ve iktidara gelmeleri durumunda uygulayacakları politikaların kamuoyu tarafından benimsenmesine odaklanmalılar.
İktisat Kongresi’ndeki konuşmanızda, ortak bir milli kimlik yaratılmasının demokrasinin onarılmasındaki öneminden bahsettiniz. Milliyetçilik ve milli kimlik, laiklik tartışmaları ve Kürt meselesi nedeniyle Türkiye’de her zaman önemli bir tartışma alanı olmuştur. Etnik veya dini bir çatışmaya düşmeden Türkiye’de ortak bir milli kimliğin nasıl yaratılabileceğini düşünüyorsunuz?
Türkiye’de milli kimliğin din üzerinden şekillenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Atatürk’ün en önemli başarılarından biri Türk milliyetçiliğini dinden bağımsız bir şekilde yeniden tanımlamasıdır. Bunun nedeni de bildiğiniz üzere din konusunun çok ayrıştırıcı bir alan olmasıdır. Orta Doğu’daki birçok ülkede görülen hizipleşmenin temel nedeni de budur. Bu ülkelerin çoğunluğunun Müslüman ülkeler olmasına rağmen İslam dünyasında büyük ayrışmalar mevcut. Türkiye’de de seküler ve muhafazakâr insanlar arasında büyük bir kutuplaşma var. Bu nedenle, eğer milli kimliği din üzerinden tanımlarsanız büyük sosyal çatışmaların yaşanması kaçınılmaz hale gelir. Liberalizmin ortaya çıkışının temel nedenlerinden biri de budur.
Liberalizm fikri, Avrupa’daki din savaşlarının ardından 17. yüzyılın ortalarında canlandı. Avrupalılar, Protestan-Katolik ayrışması nedeniyle 150 yıllarını birbirlerini öldürmekle harcadı. Aslında hepsi Hristiyandı ancak mezhepsel ayrışmalar içerisindeydiler. Liberalizm ideolojisi, insanların dini farklılıklarına rağmen barış içinde yaşayabilecekleri bir toplum inşa etmek için yaratıldı. Ben, Türkiye’nin de böyle bir toplumsal barışa ihtiyacı olduğuna inanıyorum.
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin mevcut durumunu nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye’nin AB üyeliği ideali demokratikleşme sürecinin önemli bir parçasıydı. Muhalefetin seçimleri kazanması durumunda üyelik görüşmelerinin tekrar başlayacağını düşünüyor musunuz? Yoksa, yıllar süren yıkımın ardından artık çok mu geç?
Bence, Avrupa’nın Türkiye’nin üyeliğini yeniden değerlendirmeye hazır olması biraz zaman alacak. Muhalefet seçimleri kazansa bile, koalisyonun istikrarlı olup olmayacağına veya Erdoğan’ın ve anti-demokratik güçlerin yeniden iktidara gelip gelmeyeceğine dair birçok belirsizlik olacaktır. Türkiye’nin istikrarlı bir demokratik yola döndüğü netleşene kadar Avrupa muhtemelen isteksiz davranacaktır.
Şu anda diğer bir sorun da AB’ye girmek için çok fazla rekabet olması. Ukrayna ve Moldova gibi yıllardır bekleyen çok sayıda Doğu Avrupa ülkesi var. Mevcut üye ülkelerin birçoğu, yeni üyelerin politikalarının ne olduğundan emin olana kadar yeni üyeleri kabul etme konusunda isteksiz.
Macaristan önemli bir örnek. İstikrarlı bir demokrasi olarak görülüyordu ve AB’ye girdi. O zamandan beri otokratik bir yönetim haline geldi. AB’nin ise bu tür gerilemelerle başa çıkabilecek bir mekanizması yok. AB sadece Türkiye’yi değil, herhangi bir aday ülkeyi üyeliğe kabul ederken çok dikkatli olacaktır.
Son sorum dünya ile ilgili. Katılıyor musunuz bilmiyorum ama kuzey yarımkürede sağ popülizmin yükselişi küreselleşmenin olumsuz sonuçlarının bir sonucu olarak yorumlanıyor. Güney yarımkürede sağ popülizmi yükselten neden ise yeni bir orta sınıfın yükselişi olarak görülüyor. Ancak sonuç dünyanın her iki yarısında da aynı oluyor. Küreselleşmenin farklı bölgelerdeki farklı sonuçları nasıl aynı çıktıyı, yani sağ popülizmin yükselişini doğuruyor?
Aslında bunun sadece yarımküreler arasındaki farktan kaynaklanmadığını düşünüyorum. Popülizmin çok farklı çeşitleri var. Popülizmin klasik biçimi sol kanat popülizmiydi. Bunu hâlâ pek çok yerde görebilirsiniz. Örneğin Latin Amerika’da, Şili’de, Kolombiya’da, Peru’da seçilmiş bir dizi popülist başkan var. Bunlar Avrupalı popülistler gibi değiller. Daha geleneksel insanlar ve ekonomik eşitsizlik konusunda endişeliler. Bu durum güney yarımkürenin pek çok yerinde geçerli.
Diğer bir düşünce ise Batı’nın küresel ekonomi üzerindeki hakimiyetine duyulan kızgınlık. Bu illa ideolojik olmak zorunda değil, sömürgecilik deneyimi ve son birkaç on yıllık Batı politikaları. Batı’nın küresel kurumlara hakim olmaya devam etmesi insanları mutsuz etti.
Bunların hepsi ayrı nedenler ve tek bir çözümle iyileştirebileceğinizi sanmıyorum.