HDP’den yapılan açıklamada şöyle dendi:
“AYM kararına rağmen rehin tutulan milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu için yarın saat 11.00’de Sincan Cezaevi önünde Adalet Nöbetindeyiz. AİHM ve AYM kararlarını uygulamayan darbecilere karşı her yerde mücadeleye devam edeceğiz.”
Ömer Faruk Gergerlioğlu ise cezaevinden Karar gazetesine yazdı, cezaevi şartlarını anlattı:
“Türkiye’de son zamanlarda Osmanlı dizileri ile beslenen siyasetçilerin söylemleri ile meşhur ulaştırılan milliyetçi rüzgarlarda ettirilerek büyüyen bir nefret duygusu ve dili var. Nefret, çabuk parlayan dermanı zor bulunan bir derttir.
Havanın, suyun kirlendiği, toprağın verimsiz değiştiği ülkemizde bir de nefret alevleri yükseliyor. HDP il binasına giren bir saldırgan, öldürdüğü genç kadının fotoğrafını paylaşarak “leş” yazıyor. Bu korkunç bir nefret görüntüsüdür. Bu dili tanıyoruz. Çözümsüzlük, öfke ve nefret dini bu. Nefret, amansız bir habis ur olup kavurur bünyeleri. Peki bu açık gerçeğe rağmen iktidarıyla muhalefetiyle herkesin provokasyon diyerek görmezden gelme gayretine Ne diyelim?
Kürt meselesinde hapsedilen kaçıncı siyasetçidir, artık hesabı bilinmez. Hapishaneler, yıllarca çile çeken Kürt siyasetçilerle doldu taştı, halen de devam ediyor. Peki siyasetin önünü kapatarak azaltılan sorun var mı, yoksa artan bir nefret mi var? Türk ve Kürt halklarının arasını açmak için daha kaç milyar dolar silaha harcanacak? Nefret yerine sevgi iklimi, intikam yerine merhamet çok mu zor?
Binlerce örneği olan siyasetçi var. Kendimden örnek vereyim. Görün bakalım, iyi niyetli çabalar, nasıl da çıkmaz sokağa sokulup şeytanlaştırılıyormuş… Cezaevinden HDP’li bir siyasetçiden dinleyin de dışarının gözü kulağı kalbi açılsın.
Barış çağrısı yapan bir sosyal medya paylaşımından ötürü 27 yıllık kamu doktorluğundan KHK ile ihraç edilmiştim. Oysa çözüm sürecinde çok daha fazlalarını iktidar söylüyordu ve ben, o dönemler Kocaeli Barış Platformu sözcüsü olarak Kocaeli Akiller Heyeti’nin Kocaeli mihmandarlığını yapıyordum. KHK ile haksızca ihracım yetmemiş, bir de hakkımda medyatik linç kampanyası başlatılmıştı. İhraç edildiğim paylaşımım için mahkemede savcı, “Bunda suç yok, ceza istemiyorum” demişti. Ama hem ihraç edilmiştim hem de hakkımdaki küfürlü kampanya için parmağını kıpırdatan bir yargı yoktu. Görevime de dönememiştim. Hakim, bir başka paylaşımım için iki buçuk yıl propagandadan ceza vermişti. Ama bu haberi yayımlayan web sitesine, ne erişim yasağı getirilmişti ne bir dava açılmıştı ne de haberi retweet eden başka birine dava açılmıştı…
Bir sürü yokuşa sürmelerden sonra linç kampanyasında hakkımda küfürlü paylaşımlar yapan kişiler için mahkemenin ilk celsesi ancak 5 yıl sonra yapılabiliyordu. İlk celsede savcının ceza bile istemediği paylaşımım için bana hakaret eden kişilere ‘haksız tahrik’ denilerek beraat veriliyordu. İşin çarpıcı ibretlik tarafı ise karar, İzmir HDP’ye saldırı yapıldığı gün veriliyordu. HDP İzmir’e yapılan saldırı için hala ‘provokasyon’ diyen var mı? Mahkeme kararıyla bir siyasetçiye küfredilmesini mübahlaştıran, hatta teşvik eden kararın verildiği gün saldırganın cinayet işlemesi sizce provokasyon mu?
Bitmedi! Geçen sene partililer olarak Ankara HDP İl Binası önünde basın açıklaması yapacaktık. Polis izin vermiyordu. En sonunda izin verildi ama biz açıklama yaparken arabalarını yaklaştırıp gürültü yaparak ses bastırmaya çalıştılar. Uyardığımda vekil olduğum halde bana fiili müdahalede bulunuyorlardı. Hatta bir polis o denli nefretle saldırıyordu ki, sonunda arkadaşları onu dizginlemeye çalışmıştı. Bu saldırı için verdiğimiz soru önergelerine cevap verilmedi, suç duyuruları takipsizlikle sonuçlandı.
Bitmedi! Adaletle alakası olmayan siyasi bir cezanın Yargıtay’da onanması ve Meclis’te okunması sonucu vekilliğim düşürülmüştü. Bu haksız karara karşı hem TBMM’deki direnişimde hem de evimden alınmamda polisin darp ve hakaretiyle karşılaştım. Küfürler edilerek cezaevine götürüldüm. Doktor, “Anjiyo sevki gerekiyor” demesine rağmen hastaneye değil, cezaevine götürüldüm. Öylesine nefret vardı ki, hayatımı kaybetme ihtimalim umursanmıyordu. Bazıları yine de bu tür olaylara halen ‘provokasyon’ diyor mu? Bir de TBMM’de işkence yaptığını söylediğim polisin, beni gözaltına almak için kapıma gönderilmesi sizce tesadüf mü?
Bitmedi! Cezaevinde de baskılar devam ediyor. Hakkımda çıkan medya haberlerinin çıktılarını ‘telif yasasına aykırı’ denilerek bana verilmesi engelleniyor. Sanki koğuşumda fotokopi çektirip cezaevinde parayla satacağım… Bir sevenimin mektupla gönderdiği ‘Dalgaların sesini dinlersin’ dediği küçük bir deniz kabuğunun bana verilmesi, ‘mevzuata aykırı’ denilerek engelleniyor. Ziyaretçilerimin getirdiği tespih, arkadaşımın gönderdiği örgü ipinden yapılmış çiçek motifli kitap ayracının bana verilmesi yine mevzuat hazretlerine takılıyor. Mevzuatla hangi sorunu çözebildiler acaba?
Engellenen mektuplar, kısıtlanan kitaplara girmeyeyim. Siyasetin önünü her şekilde tıkayanlar, hala açık gerçeğe ‘provokasyon’ diyebiliyor mu? Türkiye’nin önemli insan hakları çözümünün önünü kapatanlar, istedikleri kadar cezaevlerini doldursun, mahpuslara zindan hayatı yaşatsın, bu şekilde meseleleri çözemeyecektir. Çözümsüzlükten beslenen nefret cinayetleri için ‘provokasyon’ deyip durarak ancak kafalarını kuma gömmüş olurlar.”