Mesut Yeğen, Perspektif için kaleme aldığı “Koloy lokma: ‘Göçmenler’” başlıklı yazısında son zamanlarda göçmenlere karşı artan toplumsal öfkenin nedenleri üzerinde duruyor, yaygın bir şiddet dalgasının muhtemel sonuçları hakkında uyarılarda bulunuyor.
İşin şaka kaldırır tarafı yok, olsaydı “nihayet bir yerinden de olsa muasır toplumlara benzedik, onlar gibi en önemli siyasi meselemiz göçmenler oldu, hiç olmazsa bununla avunalım” denebilirdi. Lakin, işin şakaya gelir tarafı gerçekten yok, çünkü son günlerde sıklaşan spazmlarımız, göçmenlerle ilgili meselemizin ciddi olduğunu gösteriyor. Hem de birileriyle bir arada yaşamakla ilgili sicilimize yeni utanç sayfaları eklememize ve 2023 seçimlerinin muhtemel kıldığı yerli ve milli rejimden ‘çıkış’ imkânımızı heder etmemize yol verebilecek kadar ciddi. Göçmenler ve sığınmacılarla ilgili son spazmlarımızı ciddiye almaz da iktidarı sürdürmek ya da değiştirmek üzere araçsallaştırmayı tercih edersek, ki öyle de yapacak görünüyoruz, sonrasında derin pişmanlığa sebep olacak işlerin içine düşmek ve memleketi selamete kavuşturabilecek fırsatları kaçırmak işten bile olmayabilir. Her iki ihtimalden sakınabilmek için göçmenler işiyle ilgili serinkanlı bir değerlendirmeye, hakkaniyetli bir muhasebeye ve rasyonel tekliflere ihtiyacımız var. Bir de insan olarak kalmakta sebat etmeye tabii ki.
Sözünü ettiğim türden bir değerlendirme ve muhasebenin esas soruları şunlar olabilir: Gerçek bir meseleyle mi karşı karşıyayız, yoksa birilerinin kışkırtmasıyla mı? Ya da birileri gerçek bir meseleyi fırsat bilip meşum niyetlerini mi gerçekleştirmek istiyor? Sorularımız bunlar olabilir olmasına ama olmasa daha iyi olur. Şundan: Bunlar cevapları bilinmeyen sorular değil. Gerçek bir meseleyle karşı karşıya olduğumuz nasıl inkâr edilebilir ki? Ülkeye, birkaç sene gibi kısa bir zaman zarfında nüfusunun neredeyse onda biri kadar sığınmacı ve düzensiz göçmen geldiğine göre, ortada ‘olağandışı’ bir durum, bu olağandışı durumdan kaynaklanan toplumsal bir mesele olduğunu inkâr etmek zor. Suriye savaşından kaçanlara ensar olmaya “İhvana önderlik yaparız” hırsıyla, “işgücünü ucuza getiriyoruz” aç gözlüğünün eşlik etmesiyle beraber, göçmenlerin sayısı ülkenin kimi yerleşimlerinde nüfusun neredeyse yarısını oluşturduğundan uyum, konut, demografi, kaynakların bölüşümü, yoksulluk gibi pek çok boyutu olan gerçek bir meseleyle karşı karşıya olduğumuza şüphe olmasa gerek. Bu gerçek meseleyi siyasi ajandaları için kullanmak isteyenlerin olduğuna da. Malum, meşruiyet açığını bu türden toplumsal meseleleri provoke ederek ikmal etmek isteyen gruplar, inisiyatifler, hareketler memleketin siyasi tarihinde hep oldu. Bugün de olmaması için bir sebep yok. Hele de sadece bir sene sonra bir seçim yapılacakken.
Cevabı belli bu türden sorulardansa, “göçmenlerle ilgili spazmlarımız neden sıklaştı” ve “göçmenler meselesinde ne yapmak lazım gelir” sorularına odaklanmakta fayda var. Durumu anlamak ve olabileceklerin önüne geçmek için.
Sıklaşan spazmlar
Göçmenler meselesinde ne yapmak lazım sorusunun kolay bir cevabı tabii ki yok. Cevap muamma olduğundan değil de mesele çetrefil olduğundan. Ancak, başka ülkelerle beraber Türkiye de göçmenler meselesinde zengin bir deneyime sahip ve üstelik, ilgili literatürü epey bir kurcalamış olduğumdan biliyorum, Türkiye akademisi, sivil toplumu ve bürokrasisi 2011’den beridir bu mesele üzerine kayda değer bir mesai yapmış durumda. Bütün bu deneyim ve mesaiden “bu işte ne yapmak lazım gelir” sorusuna dair makul bir cevap çıkarmak çok zor olmaz. Ortada uzmanlıkla, ortak akılla, müzakereyle çözüm bulunması gereken bir sorun olduğunu kabul edebilecek bir devlet ve iktidar ve toplum için tabii ki. Halbuki, malum, Erdoğan’ınki, seçmen desteğinde azalmaya yol açmayacağından emin olsa, göçmenler meselesinde de destan yazdığını savunmaya devam edebilecek kadar ortak akıldan, müzakereden kopmuş bir iktidar. Hülasa, göçmenler meselesinde ne yapmak lazım gelir sorusuna iyi ve makul bir cevap verebilmek için merkezinde meselenin erbabının olduğu uzun erimli bir müzakere başlatmaktan başka bir seçeneğimiz var görünmüyor.
Cevaplaması daha kolay görünen ikinci soruya, “göçmenlerle ilgili spazmlarımız neden sıklaştı” sorusuna gelince… Kök sebep milyonlarca göçmenin kısa zamanda ülke nüfusuna katılması olmakla beraber, spazmlarımızın sıklaşmasının daha güncel sebepleri var belli ki. Daha önemsiz, en güncel sebep, son bayram tatilinde olduğu gibi hafta sonlarında ya da tatil zamanlarında göçmenlerin daha görünür hale gelmesi, ‘normalde’ bulunmadıkları, yakıştırılmadıkları yerlerde kalabalıklar halinde bulunmaları. Yine güncel ve görece önemsiz bir sebep, ülkeye gelen turist kompozisyonunun değişmiş olması. Göçmenler gibi gelen turistlerin de çoğunlukla ülkenin doğusundan ve güneyinden olması, memleketin her neviden vatandaşını “memleketi ‘bunlar’ sardı” duygusuna gark etmiş görünüyor.
Spazmlarımızın sıklaşmasının daha esaslı sebepleri başka. Bu başka sebeplerin başında şüphesiz hayat pahalılığı, derinleşen yoksulluk geliyor. Geçim sıkıntısının ağırlaşması Suriyeli sığınmacıların memlekete geldiği ilk zamanlardan beri duyulan “bizimki bize yetmiyor, bir de bunları …” sesini büyütmüş görünüyor. Benzeri bir esaslı sebep, göçmenlerin ağırlaştırdığına hükmedilen geçim sıkıntısından kaynaklanan öfkenin ve memnuniyetsizliğin iktidara yöneltilememesi. Rejimin ceberrutluğu itiraz etmeyi maliyetli kıldığından ve epey bir kesimde “bizimkiler” denilen iktidarı sakınmak duygusu halen güçlü olduğundan, kalabalıklar işlerin kötüleşmesinden kaynaklanan öfke ve memnuniyetsizliklerini iktidara yöneltmekte zorlanıyor. Bu durumda söz konusu öfke ve memnuniyetsizliğin muhatabı, başka her yerde olduğu gibi, en kolay lokma olarak göçmenler ya da sığınmacılar oluveriyor. Kaldı ki, sözünü ettiğim türden bir yanal öfke ve eşlikçisi “yanal” ya da “yatay” şiddet, Türkiye’de uzun zamandır yaygın ve muhatabı göçmenlerle beraber diğer kolay lokmalar olarak kadınlar, çocuklar, LGBTİ+’lar ve yoksullar. Kök sebepleri ayrı bahis, lakin rejimin ceberrutluğu ve adaletin çürümesi memleketi epey bir zamandır bir “gücü gücü yetene” ülkesi haline getirmiş durumda malum. Hülasa, göçmenlerle ilgili spazmlarımızın sıklaşmasının güncel sebeplerinden biri, belki başta geleni tam da bu yatay şiddet ortamı.
Öte yandan, toplumsal öfkenin kadim muhataplarının ‘kalmadığını’ ya da ‘elverişli’ konumda olmamalarını da unutmamak gerek. Kadim muhataplardan gayrimüslimler malum neredeyse kalmadı. Kürtlere gelince, hem geride kalan dört beş senede epey bir hırpalandıklarından hem PKK neredeyse buharlaştığından, biraz da kendi memleketlerinde olduklarından olsa gerek, sözünü ettiğim sivil ya da yanal öfke ve şiddetin muhatabı olamıyorlar sanki. Kürtlerin şansı mı, göçmenlerin şanssızlığı mı demek lazım, bilemedim.
İktidar cenahının kötü gidişatı ciddiye alıyor görünmemesi ve siyaset ve sivil toplumun kötü gidişattan çıkış için ikna edici bir yol gösterememesi de sözünü ettiğim spazmlarımızın sebeplerinden olabilir. Geçim işleri bir senede neredeyse iki kat pahalı hale gelmişken iktidar cenahından her gün bir müjdenin verilmesi ve şikâyet edenlerin nankörlükle suçlanması, buna mukabil muhalefetin de “bunlar bu işi halledecek duygusunu” verememesi, göçmenleri herkes için kolay lokmaya çevirmiş olabilir.
Hülasa, göçmenlere yönelik spazmlarımızın kök nedeni kısa zaman zarfında büyükçe bir ‘yabancı’ toplulukla birlikte yaşamaya başlamış olmamız, bu tabii ki doğru. Lakin, göçmenlerle ilgili spazmlarımızın sıklaşmasının daha yakın sebepleri bizimle ilgili. Bizde değişenler var. Spazmlarımızı sıklaştıran, kolay lokmalara, göçmenlere öfkelenmemize yol açanlar bunlar.
İnsanlıkta sebat etmek
Yersiz iyimserliğin manası yok. Ne göçmenler meselesini bugünden yarına kalıcı ve makul bir biçimde çözebiliriz ne de öfkemizi göçmenler başta olmak üzere zayıflara yöneltmemize yol veren sebepleri ha deyince ortadan kaldırabiliriz. Mümkün olmakla beraber her ikisi için de istişareye dayalı rasyonel kararlara ve zamana ihtiyaç var. Ancak şu da var: Bunu idrak etmez de, şu ya da bu hesapla ya da hesap filan bile yapmadan öfkemize mağlup olursak, iki büyük tehlike bizi bekliyor: İnsanlıktan çıkmak ve milli ve yerli rejim diyerek üzerimize giydirilen deli gömleğinden kurtulamamak ya da aynı gömleğin başka rengini kuşanmak.
Başka pek çok toplum gibi geçmişte insanlıktan çıktığımız anlar az değil malum. Müslüman olmayanlara, Alevilere ve Kürtlere yönelmiş pogromların hatıraları hâlâ çok canlı. Geride kalan birkaç senede yaşanan birkaç vaka, göçmenlerin de benzer fenalıkların hedefi haline gelebileceğini fazlasıyla gösterdi. Dolayısıyla, göçmenlere odaklanmaya başlamış görünen toplumsal öfkeyi yatıştıramazsak, birileriyle bir arada yaşamakla ilgili sicilimize sonrasında dövünmenin işe yaramayacağı yeni utanç sayfaları ekleyebiliriz. Hülasa, her toplum gibi insanlıktan çıkma ihtimalimiz var ve bu ihtimal karşısında ilk vazifemiz insan kalmakta sebat etmek.
Göçmenlere yönelik spazmlarımız bir şiddet dalgasına yol açarsa insanlıktan çıkmakla kalmayıp önümüzde duran yerli ve milli rejimden ‘çıkış’ imkânımızı da heder edebiliriz. Kim neyin hayalini kuruyor bilmek mümkün değil lakin göçmenlere ya da herhangi bir toplumsal kesime yönelik yaygın bir sivil şiddet dalgası başlarsa, bunun ya mevcut otoriter rejimi pekiştireceğini ya da bir türevini alternatif kılacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Esas meselemiz bir kez asayiş, bir kez güvenlik olmaya görsün, iktidar değişsin ya da değişmesin, insan haysiyetine yakışır bir siyasi rejim hayalinden hepten vazgeçmek zorunda kalabiliriz. Seçmen desteği yüzde 1’i bulmadığı halde cumhurbaşkanı adayı tayin etme cüreti gösterenleri hesaba katmak zorunda kalacağımız bir siyasi tablo oluşmaya görsün, bildiğimiz, hazırlandığımız her şeyi unutmak zorunda kalabiliriz.