Danıştay 10’uncu dairesi Ayasofya kararını 1934 yılına ait Bakanlar Kurulu kararnamesinin yürütmesinin durdurulması davasını açan Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği’nin başvurusu üzerine verdi.
Yazarımız Yıldıray Oğur geçen ay bu derneği ve başındaki 75 yaşındaki emekli öğretmen İsmail Kandemir’in hikâyesini yazmıştı.
İşte yazıdan o bölüm:
Derneğin başkanı ve kurucusu, 75 yaşında Bursalı emekli bir öğretmen olan İsmail Kandemir.
“Ulu Mabed Ayasofya” adında bir de kitabı bulunan Kandemir’in 2004 yılında Bursa’da kurduğu derneğin yegane bir amacı var; Ayasofya’yı yeniden camiye çevirmek.
Bunun için 16 yıldır neredeyse tek başına hukuki mücadele veriyor.
İlk başvurusunu 2004 yılında dernek kurulduktan hemen sonra Başbakanlığa yapmış.
Tam başvuru tarihi 22 Ekim 2004.
Dönemin gazete haberlerine göre dernek başkanı İsmail Kandemir ve üye Hidayet Aksöz, Başbakanlığa sundukları dilekçede Ayasofya’yı müzeye çeviren 24 Kasım 1934 tarih ve 1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın geçersiz olduğunu ileri sürmüşler.
Bunu iki temel iddiaya dayandırmışlar.
Birinci iddiaları özetle şöyle; 24 Kasım 1934 tarihindeki Bakanlar Kurulu Kararları 1613 ve 1614 sayılı kararnamelerdir. 25 Kasım 1934 tarihinde ise herhangi bir kararname çıkmamıştır. 22 Kasım 1934 tarihinde çıkan kararnamelerin numaraları 1590 ile 1606 arasında yani 1589 nolu bir kararname olması mümkün değildir.
Ayasofya kararnamesi Resmi Gazete’de de yayınlanmamıştır.
İkinci iddiaları Ayasofya tartışmalarında sık sık duyulan daha popüler bir iddia; kararnamenin altındaki Atatürk imzası sahte. Çünkü Atatürk bu kararname çıktıktan sonra Atatürk soyadını alıyor, Atatürk diye imza atmış olamaz.
İkinci iddianın içeriğine şimdilik girmeden hukuki süreçle devam edelim.
Peki derneğin bu dilekçesi üzerine Başbakanlık ne yapıyor? (O sırada Başbakan Erdoğan).
Hiçbir şey. Cevap vermiyor.
Bunun üzerine dernek yasal süre içinde dilekçeye cevap verilmediği için bu kez Başbakanlığı Bursa’da idari mahkemesine şikayet ediyor ve 1934 yılındaki Bakanlar
Kurulu’nun Ayasofya kararnamesinin yürütmesinin durdurulması için dava açıyor.
Yürütmeyi durdurma talebi, 2005 yılının Ocak ayında Bursa 2. İdare Mahkemesi kanalıyla Danıştay Başkanlığı’na gönderiliyor.
Oradan da 2 Temmuz’da da aynı başvuruyu görüşecek olan Danıştay 10. Dairesi’nin önüne.
Danıştay 10. Dairesi, davanın durumu ve uyuşmazlığın niteliğine göre İdari Yargılama Yasası’nda öngörülen koşulların bu aşamada gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması istemini bire karşı 4 üyenin oyuyla reddediyor.
Karara muhalif olan üye de başvurunun kabul edilmesinden yana değil. Onun şerhinin sebebi 2004 yılında kurulmuş bir derneğin, 70 yıl sonra bir bakanları kurulu kararının yürütmesinin durdurulması için başvuramayacağı, bu yüzden başvurunun süre yönünden iptal edilmesi gerektiği.
Dernek kararın düzeltilmesi için itiraz ediyor, bu kez dosyaya Danıştay’ın Dâvâ Daireleri Kurulu bakıyor, onlar da başvuruyu reddediyor.
Tabii İsmail Hoca ve derneği burada durmuyor.
Bir kaç ay sonra bu kez şanslarını İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başvurarak deniyorlar.
İmar planlarında yer alan “Ayasofya Camisi (Müze)” ifadesinden “müze” adının kaldırılmasını istiyorlar.
İstanbul Belediyesi tabii o sırada AK Parti’de.
Yine çoğunluğu AK Partili olan Belediye Meclisi, benzer bir başvuru yapan İstanbul Vakıflar Müdürlüğü’nün itirazıyla birlikte konuyu ilgili birimlere inceletiyor ve reddediyor. Hatta başvuruyu yapan dönemin Vakıflar İstanbul Müdürü hakkında da soruşturma açılıyor.
Emekli öğretmen İsmail Kandemir ve Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği pes etmiyor. 2008, 2012 tarihlerinde yine idari mahkemelerde 1934 tarihli bakanlar kurulu kararnamesinin iptali için davalar açıyorlar. Yine gerekçe kararnamenin sahte olduğu. Mahkemelerden ret cevapları geliyor.
2013 yılında dernek bu kez Ankara’da Kültür Bakanlığı’na başvurarak Ayasofya Müzesi’nin namaz kılınması için yılda bir gün ibadete açılmasını talep ediyor.
Bakanlık yine AK Parti’de. Talep kabul edilmiyor.
Bu kararla ilgili Ankara 15. İdare Mahkemesi’nde dava açıyorlar. Mahkeme başvurunun kabul edilmemesiyle ilgili idari işlemin hukuka uygun olduğuna karar veriyor.
Temyiz için karar bir kere daha Danıştay 10. Dairesi’nin önüne geliyor. Daire bir kere daha derneğin talebini haksız bulup, mahkemenin kararını onuyor. 2015 yılındaki düzeltme başvurusu da Danıştay tarafından reddediliyor.
İsmail Hoca ve Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği burada da durmuyor.
2015 yılında “din ve vicdan hürriyetinin ihlâl edildiği” iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunuyor.
Dernek başvurusunda “Ayasofya Müzesi’nde namaz kılma izni verilmemesi ve bu karara Ayasofya Camisi’ni müzeye çeviren ancak temel haklara yönelik müdahalenin kanunilik koşulunu sağlamayan Bakanlar Kurulu kararnamesinin gerekçe gösterilmesi nedeniyle din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiğini, hâlihazırda müze olarak kullanılan bazı eski kiliselerde başka dinin mensuplarına ibadet etmek için kolaylık sağlanırken Ayasofya Müzesi’nde namaz kılınması için kolaylık gösterilmemesi nedeniyle ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini” iddia ediyor.
Anayasa Mahkemesi, ancak üç yıl sonra 2018 yılında bu başvuru görüşüyor. Mahkeme, başvuru dernek olarak yapıldığı için din özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddia hakkında kişi bakımından yetkisizlik kararı verilerek içeriğine girmeden başvuruyu reddediyor.
2004 yılından bu yana bütün hukuki girişimleri sonuçsuz kalan emekli öğretmen İsmail Kandemir ve onun Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği tek hukuki başarısına 2019 yılında imza attı.
Bizans döneminin Khora Manastırı’nın Kilisesi iken, İstanbul’un fethinin ardından 1511’de İkinci Beyazıt tarafından camiye çevrilen İstanbul Fatih’teki Kariye Camii’ni, 29 Ağustos 1945 günü Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve bakanların imzasıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na müze ve müze deposu olarak tahsis eden Bakanlar Kurulu kararının iptaliyle ilgili beş yıllık hukuki mücadeleyi kazandılar.
Aslında 2014 yılında yine Danıştay 10. Dairesi, “Kariye Müzesi İstanbul’un tarihi alanlarının önemli parçalarından biridir” diyerek davayı reddetmişti. 2017 yılında temyiz için kararın taşındığı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da bu kararı onamıştı.
Ama sonra ne olduysa iki yıl sonra davacının 1945 tarihli Bakanlar Kurulu kararının hukuka aykırı olduğunu iddia edip karar düzeltmesi isteyerek başvurduğu Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Bakanlar Kurulu kararının hukuka aykırı olduğuna hükmetti ve Danıştay 10. Dairesi’nin verdiği kararı bozdu.
5‘e karşı 6 üyeyle kıl payı çıkan kararın gerekçesinde “Kariye Camii’nin Osmanlı döneminde özel hukuk hükümlerine göre vakfedildiği, mazbut Fatih Sultan Mehmet Vakfı’na ait hayrat taşınmazlardan olduğu, hayrat taşınmazların, ibadethane, hastane ve aşhane gibi doğrudan hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş kamu malı niteliğinde olduğu, taşınmazların, vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemeyeceği, Bakanlar Kurulu kararının taşınmazın ilelebet cami olarak kullanılması yönündeki iradesini ve tahsisini ortadan kaldıracak şekilde alındığı” gibi Türkiye’deki bütün vakıfları etkileyecek radikal bir gerekçe yazılarak “Bakanlar Kurulu kararı, yetki, şekil, sebep, maksat yönlerinden hukuka aykırıdır” denildi.
2019 yılında Danıştay’ın aldığı bu kararla Kariye Müzesi’ni yeniden Kariye Cami’ne dönüşmesinin önü açılmış oldu.
Bu karar, Ayasofya için de içtihat oluşturabilir.
2 Temmuzda Danıştay 10’uncu Dairesi’nin görüşeceği Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği’nin açtığı davanın içeriği yine gazetelerde çıkan haberlere göre 1934 yılındaki Bakanlar Kurulu kararnamesinin geçersiz olduğu, kararnamenin altındaki Atatürk’ün imzasının sahteliği gibi iddialara dayanıyor.
Yani Danıştay 10. Dairesi, daha önce iki kez önüne gelip reddettiği iddialara bir kere daha bakacak.”