İslami kesimin önde gelen hukukçularından olan, İHH ve Mavi Marmara davalarında avukatlık yapan Gülden Sönmez, “Sayın Cumhurbaşkanı ve TBMM’ye Açık Mektup” başlıklı bir çağrı yayımladı. Gülden Sönmez’in mektubunun tam metni şöyle:
Bu mektup, kamuoyunda ‘çoklu baro sistemine geçiş’ diye bilinen ‘Avukatlık Kanunu’nda’ yapılması planlanan değişiklikle ilgili olarak, sadece avukat olarak mesleğim ile alakalı olduğu için değil, aynı zamanda Türkiye için duyduğum kaygılar sebebiyle yazılmıştır.
Zira önümüzdeki günlerde elleriniz ile oylayacağınız kanun değişikliği tüm toplumun ve gelecek nesillerin adalete erişimi hakkındadır. Biz avukatlar, mesleğimizi icra ederken temsil ettiğimiz gerçek ya da tüzel kişilerin haklarını ve hukukunu temsil eder, nihayetinde de adaletin tesisi için tüm topluma kamu hizmeti sunarız.
Haliyle mesleğimize dair kurallar ve usuller aynı zamanda yargı sistemi, haklar ve özgürlükler ve nihayetinde toplumda adaletin sağlanmasına dairdir. Yani bu kanun değişikliğini oylarken, ellerinizi, biz avukatlar için değil “yemin ederek adalet ve hakkaniyet” sözü verdiğiniz Türkiye için kaldıracaksınız.
Biz avukatlar, siz vekiller dahil olmak üzere bu ülkedeki herkesin haklarını ve hukukunu temsil ediyoruz. Avukatlık mesleğine olumlu/olumsuz yapacağınız müdahale yargıyla beraber kamu düzeninedir. Burada hayati olan “ADALET” tir.
Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.”
Mensubu bulunduğum İstanbul Barosu, üye sayısı bakımından dünyanın en büyük barolarından birisidir. Maalesef insan hakları ve hukukun üstünlüğü yönünden ne Türkiye’de ne de dünyada bu etkisini gösteremediği gibi, mesleki ilerleme ve kaliteye katkısından bahsetmek mümkün değildir. Bunun yerine ülke içinde siyasi kavgaların, siyasi görünümlü parçası gibi davranmayı tercih etmiştir.
Aynı anlayış Barolar Birliği’ne de yansımıştır. Mevcut sistemde sorun olduğu, mensubu olduğum İstanbul Barosu’nun kanunda geçen amaca uygun davranmadığı, temsilde adaletin sağlanamadığı doğrudur. Bunun değişmesilazımdır. Toplumun; vicdanı olan, cemiyet karşısında tek başına olan “insan”ı ve haklarını koruyacak, hukukun üstünlüğünü savunacak, sağduyunun, vakarın ve adaletin sesi, cisimlendiği ideolojiler üstü, herkesi şemsiyesi altına alacak kurumlara ihtiyacı vardır. Baronun bu hale dönüşmesi gerekir. Bu mümkündür aslında ve bunun yapılabileceği zaman da bu zamandır.
Ancak korkarız ki “çoklu baro sistemi” bu sorunu çözmekten ziyade derinleştirecektir. Siyasi pozisyon almak ve tutum sergilemek, önerilen yeni sistemde çok daha derin ve etkin olacaktır. Avukatların; yoğun avukat sayısının olduğu barolarda çok sayıda baro kurularak bunlara üye olmalarının önünün açılması, etnik, mezhepsel, ideolojik temellere dayanan veya buna dayalı faaliyetler yürüten barolar ortaya çıkaracaktır. İktidarın hangi görüş ya da partiden olduğuna bakmaksızın bu durum, yargılama süreci esnasında temsil edilen kişinin davasında, avukatın üyesi olduğu baroya göre pozisyon oluşacak bu da toplumda hemen hemen tüm mahkeme kararlarının adil olmadığı ya da şüpheli görülmesine sebep olacaktır. Avukatları siyasi ideolojik çatışmaların ortasına düşürmek, yargı bağımsızlığı ve güvenliğini ihlal edecek sonuçlar doğuracaktır.
Son yıllarda endişe verici boyutlara gelmiş olan; kendisini çokça gösteren ötekileştirme, ayrışma, ayrıştırma ortamına bir zemin daha katmak bu topluma fayda değil zarar verecektir.
Öte yandan temsilde adaletsizliğin nedeni olan, nüfusun büyükşehirlerde yoğunlaşmış olması ve doğal olarak da avukatların büyükşehirlerde mesleklerini icra etmeyi tercih etmeleri nedeniyle oluşan durumun seçim sisteminde getirilecek bir düzenlemeyle aşılması elbette mümkün olabilecektir. Bu konuda, çeşitli çözüm önerileri, kamuoyu önünde meslektaşlarımızca ve barolarca sunulmuştur.
Meseleyi avukatların örgütlenme özgürlüğünün genişlemesi şeklinde gerekçelendirenler ise topluma konunun esasından uzak bir gerekçe sunmaktadırlar. Zira, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olan barolar sadece bir meslek odası
sayılamayacağı gibi, avukatların kurdukları veya kuracakları mesleki olan/olmayan dernek ve vakıflardan da farklıdır.
Bilindiği üzere avukatlar Anayasal bir hak olarak mesleki konularda ya da başka konularda istedikleri gibi dernek vakıf kurabilirler, örgütlenme özgürlüğünü bu şekilde kullanabilirler ve kullanmaktadırlar. Barolar ve Türkiye Barolar Birliği ise mesleğin yargı faaliyeti içerisindeki icrası sırasındaki tüm usul ve kurallarla hukukun, adalete erişimin, savunma hakkının, adil yargılamanın olmazsa olmazı olarak yargı erkinin ayrılmaz bir parçası olan avukatların ortak mesleki kurallarını geliştirir, korur, denetler ve avukatlık mesleğinin en iyi şekilde yerine getirilmesini sağlar.
TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçen ve bu hafta TBMM Genel Kurulu’na gelmesi beklenen Avukatlık Kanunu değişikliği bu haliyle yukarıda izah edilen temel gerekçelerle kesinlikle kabul edilmemelidir. Herhangi bir siyasi görüşe, ideolojiye bakmaksızın üzerlerine “cübbe” giydiklerinde bağımsızlığını bürünen her yargı mensubu gibi mensup olduğu barosuna da bakılmaksızın avukatların mesleki onuru ve bağımsızlığı korunmalıdır. Bunu yaparken aslında hukukun üstünlüğü idealini, hukukun, adaletin yani insanın onurunu koruyor olursunuz. Devletin ilgili kurumları ve yargı mensupları ve doğal olarak avukatlar Anayasal bir düzenleme olarak hak arama hürriyetini, adalete erişimin güvencesini sağlamakla beraber vatandaşın adil sonuca erişimi mesuliyetini taşırlar. Savunma hakkını savunmak adalete talip olmak demektir