Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık emekçilerini alkışlama eylemine katılmasını, iktidarın siyaset oyununu kutuplaştırma üzerinden kurmaktan vazgeçmesinin ve “Pelikancıları açığa düşürmesinin” işareti olarak görenler, bugünlerin iki önemli gelişmesine bakıp ne kadar yanıldıklarını anlayabilirler.
Bu gelişmelerden birincisi hazırlanmakta olan infaz yasası, ikincisi de Kanal İstanbul “çılgın” projesi kapsamında ilk ihalenin önceki gün (25 Mart) gerçekleşmiş olması.
Şimdi, zikrettiğim iki gelişmeye dair iktidar pratiğine, o pratiğin mefhumu muhalifinden hareketle biraz daha yakından bakarak yumuşama beklentisinin neden beyhude olduğunu göstermeye çalışayım.
“Kanal İstanbul’dan bu koşullarda vazgeçiyoruz…”
“Aziz vatandaşlarım, biliyorsunuz yarın benim büyük hayalim olan, ülkemizin geleceği açısından büyük bir önem taşıdığına inandığım Kanal İstanbul projesinin ilk ihalesi var. İhalede, Kanal İstanbul’un etki alanında kalan Başakşehir'deki tarihi Odabaşı ve Arnavutköy'deki tarihi Dursunköy köprülerinin yeniden yapım projesi için müteahhitlerimizden teklif alınacak.
“Fakat sevgili yurttaşlarım, bütün insanlıkla birlikte halkımızı da derin bir endişeye sevk eden Koronavirüs salgını, bizi Kanal İstanbul projesi üzerinde yeniden düşünmeye sevk etti. Oraya harcanacak paraların, yeni koşullar nedeniyle işlerini kaybeden ya da güç durumda kalan başka yurttaşlarımıza aktarılması bir zorunluluk olarak görülmektedir. O nedenle projeden en azından şimdilik vazgeçiyoruz.”
Bu hayali konuşmanın gerçek olduğunu düşünün, buna Kanal İstanbul tartışmalarının toplumda nasıl kutuplaştırıcı bir rol oynadığını ekleyin, sonra da konuşmanın ülkede nasıl bir manevi atmosfer yaratacağını tasavvur edin…
Hayali cihan değer ama böyle bir konuşma olmadı ve belli ki olma ihtimali de yok.
“İnfaz yasasıyla şiddete bulaşmamış bütün siyasi suçlular serbest bırakılacak”
“Aziz yurttaşlarım, biliyorsunuz şu günlerde Adalet Bakanlığımızın hazırladığı infaz yasası kamuoyunda geniş bir biçimde tartışılıyor. Tartışmalar önemli ölçüde uyuşturucu, kadınlara tecavüz, çocuk istismarı gibi suçlarda önemli indirimler getirilirken siyasi diyebileceğimiz suçlularla ilgili herhangi bir düzenlemenin olmaması üzerinde yoğunlaşıyor.
“Biliyorsunuz, ben öteden beri devletin ancak kendisine yönelik suçlarda af ya da indirime gidebileceğini, kişilere yönelik suçlarda ise devletin böyle bir hakkının olmadığını savunuyorum.
“Öte yandan, son yıllarda adalet sistemimizde ciddi sorunlar yaşadığımız ve 2016’da karşılaştığımız hain darbe teşebbüsünden sonra devletin kendini koruma refleksiyle bazı adli aşırılıklara savrulduğu da bir gerçektir.
“İşte bu koşulları dikkate alarak bugün Adalet Bakanımıza bir talimat verdim ve infaz yasasının yeniden düzenlenmesini istedim. Yeni çalışma, toplumumuzda haklı olarak infial yaratan uyuşturucu, tecavüz ve benzeri suçları dışlayacak, buna karşılık devlete karşı işlenmiş suçları azami ölçüde kapsayacak şekilde yürütülecektir. Bu cümleden olmak üzere, başta hapisteki gazeteciler olmak, herhangi bir şiddet eylemine bulaşmamış bütün siyasi suçlular salıverilecektir. Keza, 15 Temmuz darbesine fiilen katılmamış, fakat iltisak gibi suç kategorileriyle yargılanıp hapsedilmiş herkes de infaz yasasından yararlanacaktır.”
Hayali cihan değer ama böyle bir konuşma da olmadı ve belli ki olma ihtimali de yok.
Toplumsal gerilimi azaltmak isteyen bir iktidar için altın kıymetinde olan bu iki meselede alınan tavra baktığımızda göreceğimiz şey şudur: Erdoğan, iktidar oyununu toplumsal kutuplar arasındaki gerilim üzerine kurma iradesinden vazgeçmiş değildir ve Koronavirüs paniğinin döşediği psikolojik zeminde dahi böyle davranıyorsa, bundan sonra yumuşama yönünde bir eğilim içine girebileceğine dair hemen hemen hiç umut yok demektir.
Bu iki başlık, toplumsal barış için iktidarın önüne çok büyük bir fırsat penceresi açmıştı. Fakat tabii buna niyeti olan bir iktidar için… Bu fırsatların hoyratça tepilmesi, iktidarın iktidarda kalabilmek için kutuplaştırmadan başka bir şansının olmadığı şeklinde bir değerlendirmede bulunduğunu göstermiyor mu?