Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ankara'ya dönüş yolunda gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Hürriyet gazetesinin geçtiği habere göre Cumhurbaşkanı'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
G-20 Zirvesi sırasında ABD Başkanı Barack Obama, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Almanya Başbakanı Angela Merkel başta, önemli görüşmeler yaptınız. En somut sonuç alınanı hangisiydi?
Şunu kabul etmek lazım. Siyasetin matematiğinde sıkıntı var. Yani, 2 kere 2 hiçbir zaman 4 olmuyor. Bu gelişmelerde de bunu hep böyle görüyoruz. Şu anda Rusya ile olan ilişkilerimizde ekonomik olarak çok daha isabetli adımlar atabileceğimize inanıyorum. Özellikle enerji alanında Enerji Bakanımızla onların enerji kuruluşları geçen hafta yoğun çalışmalar yaptılar. ABD’ye gelince, zaten önümüzde BM Genel Kurulu var, ardından onların seçimleri var. Bir stratejik ortak olarak, seçimden sonraki neticeye göre adımlarımızı ona göre atacağız. Orada belirleyici olan, belki de en önemli olan konulardan biri, FETÖ meselesidir.
Türk askerinin Rakka’ya doğru gitmesi söz konusu mu? Ayrıca 15 Temmuz öncesinde TSK’nın Suriye’ye girme konusunda isteksiz olduğu söylentileri var. TSK’daki FETÖ unsurları mı direniyordu?
Bunu, bölgedeki koalisyon güçleri ile olan hassasiyetler başta olmak üzere bölgesel faktörlere bağlamak daha doğru olur. Acımasız bazı hadiseleri yaşadık. Mesela bu Gaziantep’teki kına gecesine saldırı, fitili ateşleyen bir hadise olmuştur.
Türkiye’nin Rakka konusunda bir rolü olacak mı?
Bu, ABD ile görüştüğümüz konulardan biri. Neler yapılabileceği, görüşmeler neticesinde netleşecek. Orası ABD’nin tutumuna bağlı. Ancak, biz artık bölgede var olduğumuzu göstermek durumundayız. Eğer geri adım atarsak, oralara işte DAİŞ gibi, PKK gibi, PYD gibi, YPG gibi terör örgütleri yerleşir. Benzer riskler Irak için de söz konusu. Orada da PKK kendine yer edinmeye çalışıyor.
Suriye’de bir güvenli bölgeyi kendi imkânlarımızla oluşturduk gibi bir durum mu söz konusu?
(Bölgenin haritasını göstererek) Şu gördüğümüz tabloda yeşil olan yerler ne yazık ki DAİŞ, PYD ve YPG’nin elindeydi. “Ilımlı muhalifler”i eğit-donat kapsamında yetiştirmiştik. İlk etapta yaklaşık 1000, sonra 1400’e çıkarmak suretiyle kendi topraklarımızdan bunları Cerablus’un biraz daha batısına soktuk. Onlara bizim obüslerimiz (Fırtınalar) da destek verdi. Talep ettiğimizde tabii ki koalisyon güçleri de gereken desteği sağladı. Onlar daha çok havadan vurdular. Karada bizim tankçılar, piyade olarak da “ılımlı muhalifler” bu işi gördüler. Böylece çok kısa sürede Cerablus alındı. DAİŞ, güneye doğru inmeye başladı. Aslında biz Menbiç konusunda da daha önce Obama’ya bir teklifte bulunmuştuk. Görüşmemizde, “Menbiç kesinlikle Araplarındır, oraya PYD, YPG falan gelmeyecek” demişti. Nitekim Menbiç’te yaşayan Araplar’ın oranı yüzde 90-95. Ama buna rağmen, oradan PYD’lileri yukarıya çıkarmak istediler. Biz ise kendisine tam aksine tersten gidip yukarıdan inmeyi teklif etmiştik. “Bu 2-3 ay sürer” diyerek yanaşmamışlardı. Şimdi Cerablus’u terk etmek zorunda kalan DAİŞ, Bab’a gidiyor. DAİŞ’in en önemli merkezi de Rakka.
Obama, özellikle Rakka konusunda beraber bir şeyler yapmak istiyor. Bizim açımızdan bir sıkıntı olmayacağını belirttik. “Askerlerimiz bir araya gelsinler, görüşsünler, ne gerekiyorsa bu yapılır” dedik. Bu arada El Rai’de yine askerimizin lojistik desteğiyle mesafe alınınca, “ılımlı muhalifler” oradan doğuya doğru ilerlemeye başladılar. Fırat’ın üstünde bir köprü vardı. Köprü bizim tasarrufumuzda değildi ama stratejik bir konumu olan köprü de bu süreçte alınmış oldu. Köprü alınınca iş çok daha rahat hale geldi. Doğu ile olan ilişki de kurulabilir duruma geldi. Şu anda Menbiç’le yukarıda tasarruf altında olan yer arasında, ki fazla değil, 11 kilometre, ondan sonra Menbiç’le El Bab arasına baktığımız zaman orası da yaklaşık 36 kilometre. Şu anda, orada temkinli bir şekilde bölgeyi kontrol altına almış vaziyetteler.
PYD konusunda ABD’nin tutumunda bir değişiklik var mı?
En azından Türkiye’ye müdahale yok. Biz El Rai’de de rahat çalıştık, Cerablus’ta da rahat çalıştık, çalışıyoruz.
(DAİŞ, PKK, PYD, YPG, FETÖ derken çok sayıda cephe açıldığını gündeme getirenler olduğunu belirterek) Türkiye’nin güvenlik güçleri bütün bu cephelerde gereken mücadeleyi verebilecek güce ve kararlılığa sahiptir. 15 Temmuz sürecinde tutuklamalar da oldu ama ordumuz daha güçlü hale geldi.
En azından askerlerimize bir özgüven geldi. Cerablus operasyonu, kararlılığımızın en önemli ifadesiydi. Bunu da başarılı bir şekilde, özel kuvvetler ve diğer askeri birliklerimiz gerçekleştirdi.
Obama ile Çin’de yaptığınız görüşme sonrasında terörist başının (FETÖ) iadesi konusunda yeni bir gelişme bekliyor musunuz?
Ankara’da ABD Başkan Yardımcısı Biden’la, Çin’de Sayın Obama ile ayrıntılı konuştuk. “Bu adam kendisine verilen o 400 dönüm arazideki kaşanesinde hâlâ röportajlar veriyor” dedim. Bizim ülkelerimiz arasında suçluların iadesi anlaşması var. Anlaşmanın 10. maddesi, mahkeme kararını verene kadar FETÖ’nün (ABD’de) gözaltında tutulması gerektiğine işaret ediyor. ABD, bu madde karşısında, “Mahkeme kararını verene kadar dışarıda kalması gerekiyor” gibi davranıyor. Öyle bir şey yok. Suçluların iadesi anlaşmasında ne yapılması gerektiği, çok açık, çok net belli… Bize ikide bir söylenen şey nedir? “Türkiye’de anti Amerikancılık var” meselesi. Bu kendiliğinden olmuyor. Anlattım bunu Sayın Obama’ya. “Anti Amerikancı davrananlar böyle bakıyor” dedim. Yapılması gerekeni de söyledim: “Atılması gereken adım, bir an önce bunu ya bize iade ederek gereğini bizim yapmamızı sağlamanız, ya da bunu sizin gözaltına almanız.”
FETÖ ile mücadele çerçevesinde ihraç edilenleri kriptoların seçtiği, asıl kriptoların ise halen görevde durduğu, yanlış insanların gönderildiği söyleniyor…
Bunu söyleyenler kendilerine göre doğru da söyleyebilirler. Ama şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. “Ben bir şey atayım da nasılsa tutar” diyenler var. Bazıları böyle yapıyor. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var. Bazen fırsat bulduğumda TV’leri izliyorum. Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alakası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor. Bunlar doğru şeyler değil. Bu tür yanlışlıklardan uzak durmak lazım.
AB ile vize konusunda bir ilerleme var mı? Uzun süre sonra Merkel’in tutumuyla ilgili olumlu ifadeler kullandınız…
Merkel, tutumunu bayağı gözden geçirmiş. Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Junker’le yaptığımız görüşmede de onların çok daha olumlu noktaya geldiklerini gördüm. Mesela onlar, “1 Ekim’de şöyle şöyle yapsak da daha sonraya diğerlerini yetiştirsek” dedi. Biz de, “Bunu yapacaksanız 1 Ekim itibari ile vize işini eşzamanlı olarak yapacağız. Geri kabul anlaşması ile bunu yapacağız diyorsanız, onu yapacağız” dedik. Merkel ile Gümrük Birliği’nin upgrade edilmesini de konuştuk. Merkel, bunun problem olmayacağı kanaatinde. AB Bakanımız, Dışişleri Bakanımız konuyu yakın takip ediyor. Vize muafiyeti ve geri kabulle alakalı yakın markajdalar. Bu iş, biraz sarksa bile bu yıl içinde biter diye düşünüyorum. Bu arada Sayın Merkel’in mülteci sorununa daha olumlu yaklaştığını açıkça söyleyebilirim.
Alman basını, “Erdoğan, Merkel’e diz çöktürdü” başlıkları attı. Türkiye’nin mülteciler üzerinden Avrupa’ya şantaj yaptığını ileri sürenler var. Yorumunuz nedir?
Bizim mülteciler için neler yaptığımız ortada. Onları niye kullanalım ki? O ifadeyi de yakışıksız buluyorum. Ne benim diz çöktürmeye ihtiyacım var ne de Merkel’in diz çökmeye. Kendi Şansölyeleri hakkında o denli yakışıksız ifadeler kullananlar, aslında kendi seviyesizliklerini gösteriyorlar.
Bazı siyasilerin 15 Temmuz öncesindeki günlere dönme hasretinde olduğundan, bundan da üzüntü duyduğunuzdan söz ediyorsunuz. Bunun nedeni ne olabilir?
Üzgünüm, üzülüyorum. Çünkü bir Cumhurbaşkanı olarak aslında bu tür karşılıklı bir yarışa girmek istemiyorum. Biliyorsunuz beyefendi (Kemal Kılıçdaroğlu) Yenikapı’ya gelmek istemiyordu. Arkadaşlar devreye girdiler. Bize gelenler oldu. “Güzel bir fırsat yakalandı” denildi. Ben de kendisine yazılı olarak davetimi gönderdim. Buna rağmen o açıklamayı yaptı. Daha sonra gerek kendi partisinden gerekse dışarıdan zannediyorum kendisini aradılar. Sayın Başbakan da aradı. Ondan sonra geleceğini bildirdiler. O şekilde Yenikapı’ya geldi. Sayın Bahçeli davetimiz üzerine hiç tereddütsüz Yenikapı’ya geleceğini bildirdi ve geldi. Orada yapılan konuşmalardan rahatsız olmadık. Konuşmalar da geneli itibariyle toparlayıcı idi.
(Adlı Yıl açılışı) Barolar Birliği Başkanı bizden ziyaret talebinde bulundu. 6-7 baro hariç hepsi geldi. Daha sonra yönetimden arkadaşları ile makama çıktık. Başkan’ın yanında bir hanım vardı, Barolar Birliği yöneticilerinden. O dedi ki “Sayın Cumhurbaşkanım bu konuşmaları her zaman yapabilelim. Adli Yıl’da da bunu halledelim”. Ben de “Yaparız” dedim. Normalde bir otelde planlamışlar. “Bizim Kongre Merkezimiz daha rahat, bu sene orada yaparız” dedim. Sonra haber aldık, gelmiyorlar. Oylama yapmışlar. Metin Bey (Feyzioğlu) arzulu idi. Bir arkadaş daha vardı, o da istekliydi.
Kaynak: Hürriyet, Yeni Şafak