Ayşenur Arslan ve konuğu tarihçi-siyaset bilimci Prof. Dr. Ahmet Kuyaş arasında geçen diyalogun bir kısmı şöyle:
Arslan: Bugün 30 Ağustos törenine bakıyoruz Erdoğan var ama ruhen, aklen yok belli ki. Cumhur İttifakı ortağı Bahçeli yok. Diğer ortakların birçoğu yok…
Kuyaş: Ben bunu çok da önemsemiyorum.
Arslan: Neyi önemseyeceğiz peki 30 Ağustos’u önemsemezsek.
Kuyaş: Belki de insanlar artık bu işlerden sıkıldı. Bayrak töreni, İstiklal Marşı, bilmem ne… 100 yıl sonra hala bunu kutlamak… Artık Türkiye bunları kanıksadı. Bu bana biraz çocukluğumun bayrak törenini, günün anlam ve önemini belirten konuşmalarını falan getiriyor. Bunlar birtakım insanları sıkıyor olabilir. İsterseniz ‘Sizi de sıkıyor mu?’ diye sorun. Cevabım ‘evet, sıkıyor’ olacak.
Arslan: Neden? Her ülkenin tarihinde kilometre taşları vardır. O kilometre taşlarında çocuklar bayraklarla sokaklara dökülür, geçit alayları, fener alayları yapılır. Eskiden stadyumlarda kutlamalar olurdu. Sıkılıyorsanız gitmezdiniz. Sanki normalmiş gibi…
Kuyaş: Türkiye’nin konumu bu noktada çok farklı. Amerikalıların bir 4 Temmuz’u var. Fransızların bir 14 Temmuz’u var. Bizim 14 Mayıs’ımız, 23 Nisan’ımız, 30 Ağustos’umuz, 29 Ekim’imiz var… Bunlar 1930’larda gerekiyordu.
Arslan: Amerika’da sadece 4 Temmuz yok ama. Ona bir parantez açalım. Başka bayramlar da var.
Kuyaş: Bu benim fikrim; katılırsınız katılmazsınız ama tekrar edeceğim, 1920 ve 1930’larda bu lazımdı. Çünkü bir ulus yaratmamız lazımdı. Siz 101 yıl falan diyorsunuz ya, Türkiye bir ulus devlet olarak henüz çok genç. O zaman çocuktu. Bunlara ihtiyaç vardı. Çünkü bayramlarla insanlara belirli bir tarihi anlatıyorsunuz. Herkes okula gitmiyor. Unutmayın, Cumhuriyet ilan edildiği zaman Türkiye’de okuma yazma oranı %8. Böyle ulus olunmaz. O bayramlar o işe yaradı. Dünyanın her yerinde zaten bayramlar bu işe yaramıştır zamanında. Bugün ise artık 3 ayda bir sürekli bayram kutlayıp habire İstiklal Marşı dinlemek…
Arslan: Peki başka bir yerden sorayım. Özellikle liberal kesim tarafından sıklıkla gündeme getirilir, bir dönem de tartışıldı; ulus yaratma meselesi. Fakat artık sıkıldık. Hatta bir ara Kuzey Kore benzetmesi bile yapıldı. Şimdi şunu merak ediyorum, bugün, yani son 20 yılda bir siyasal İslam yolculuğundan söz edersek, ulusu tekrar hatırlamak ve hatırlatmak, cumhuriyet değerlerini hatırlayıp sahip çıkmak adına bu bayram günlerini değerlendirmek gerekmez mi size göre de?
Kuyaş: Evet ama bu konuda Recep Tayyip Erdoğan’ın yazdıklarına bir itirazımız var mı? Yok.
Arslan: Biz zaten ne zaman itiraz edecek bir metinle karşılaştık ki? O metinler hayata geçmiyor ki?
Kuyaş: Bir dakika. Onların kafalarında ayrı bir hayata geçirme yolu var, o ayrı. Bakınız şöyle düşünelim; bugün ben İslamcıyım diyen ya da AK Parti’ye oy atanlar Atatürk’ü sevmiyorlar mı? Seviyorlar. Bugün Atatürk’ü sevmeyen çok az sayıda ve bana kalırsa AK Parti’nin bile daha sağında birtakım gruplar sevmiyor.
Arslan: Sevmekten kastınız ne? Atatürk cumhuriyetinin ilkelerinin pek çoğunun ezilmesine, yok edilmesine sesini çıkartmayan ve hatta alkış tutanlar Atatürk’ü ‘Gazi’ ifadesi ile onu bir yere sıkıştırmaya çalışanlarla aynı Atatürk anlayışına mı sahibiz?
Kuyaş: Değiliz ama bakınız ülkelerin yetiştirdiği büyük adamlar, modern Fransa’yı düşünelim, birçok kuralı kanunu koyan Napolyon’u da Fransa’da seven de nefret eden de pek çok insan var. Geçtiğimiz yıllarda devrimin önde gelen liderlerinden Maximilien Robespierre hakkında bir kitap çıktı. Kitabın adı Robespierre, alt başlığı ‘Bizi en çok bölen adam’. Bu tüm toplumlarda var.
Arslan: Kusura bakmayın bölüyorum. Hiç almadığım kadar mesaj alıyorum. Özellikle sizin sözlerinize yönelik eleştiriler oluyor. Hanımefendiler, beyefendiler; biz zaten karşılıklı bir şekilde, bugünkü Türkiye’nin tablosuna uygun bir biçimde bir tartışma içerisindeyiz. Ben bunun faydalı olduğu kanaatindeyim.