Nihal Bengisu Karaca’nın bugün (10 Ocak) Habertürk’te yer alan “Halk TV’ye çıkmak” başlıklı yazısı şöyle:
Cuma gecesi davet üzere Halk TV’de Seda Selek’in modere ettiği, İsmail Saymaz, Hakan Çelenk ve Hilmi Hacaloğlu’nun daimi konuk olduğu programa katıldım. Kendi yazdıklarımı, tezlerimi orada da anlattım. Problemsiz, akıcı bir yayın oldu.
Yayının sonlarına doğru vay nasıl Halk TV’ye çıkarsın, gerçi doğru ya sen hainsin diyenlerle, Halk TV nasıl bu ismi ekrana çıkarır, yazıklar olsun küreselcilerin oyunu bu, Kabataaaaş diyen iki karşıt grubun el birliğiyle yaptığı lince konu olduğumu öğrendik.
AK Parti’ye sıkı sıkıya biat etmiş kitle sanki Halk TV’ye çıkmamışım da dinden imandan vatandaşlıktan çıkmışım gibi davranırken, Halk TV’ye “son kale” gibi sıkı sıkıya bağlanmış bir kitle ağza alınmayacak hakaretler ve ipe sapa gelmez komplo teorileri sıralayarak hem şahsıma saldırdı hem de kanala ‘surda gedik açtınız’ siteminde bulundu.
Ulusalcı ve laikçi arkadaşlar, kanal sizin, sakin olun. Kendine solcu diyen ama mevcut rejim ne isterse onu yapan arkadaşlar, kanal sizin, sakin olun.
Maalesef bu ülkede başörtülü bir kadın yazar olmak böyle. Bir kitle Erdoğan’ı neden az destekledin ya da desteklemedin diye hesap sorar, çünkü onlara göre başka bir varoluş biçiminiz olamaz, sizi o var etmiştir.
AK Parti iktidara gelmeseydi hâlâ ikinci sınıf vatandaştın diye söze başlar ve herhangi bir bireysel tavrınız, kendi iradeniz olmaması gerektiğini ima eder. Gözünde çapak var demeye kalmaz dışlanır taşlanırsınız ki bunu yaşadım. İtiraz ederseniz hain dönek diye devam ederler ki bunu da yaşadım.
Muhalefetin bir kesimi de önce vaktiyle Erdoğan’ı desteklediğin için özür dile, sonra Gezi eylemleri sırasına bir başörtülü kadının dayak yediğine inandığın için özür dile, sonra çözüm sürecinde akil insanlar heyeti üyesi olduğun ve Kürtlerle barış projesine inandığın için özür dile, sonra yağmur duasına inandığın için özür dile, ya da boşver çünkü her koşulda Erdoğan sonrası yargılanacaksın şeklinde bir kafada olmaktan “memnun”durlar.
Her iki grubu da iyi tanıyorum ve her ikisi için de üzülüyorum.
Zira ülkeyi uçurumun kenarına getiren aksiyon-reaksiyon zincirini daim kılıyorlar, birbirlerini besleyerek ortadaki makul alanı daraltıyorlar.
Her iki gruba karşı da on yıllardır hem kadın olma, hem başörtülü kadın olma, hem köşe yazarı olma halleri üzerinden ‘kendim olarak varolabilme’ mücadelesi veriyorum.
Mevcut rejimi daha da otoriter kılma konusunda aslında tam müttefik olan her iki gruba da neyi ne zaman neden yaptığım konusunda hesap verecek değilim. İzinlerine, bağışlayıcılıklarına bel bağlama gibi bir ihtiyacım yok.
ENDİŞELİ MUHAFAZAKÂRLIKLA NEREYE KADAR, CESARET DE LÂZIM DEDİM
Halk TV’ye çıktım, çünkü kutuplaştırılmış olan toplum için anomali kabul edilse de özünde normal olan bu.
Aynı mahalleden gelmeyen, aynı müktesebattan gelmeyen farklı düşünce ve yaşam tarzlarına sahip yorumcular ara sıra taraflardan birinin kurduğu bir platformda bir araya gelebilmeli ve medenice konuşabilmeli.
Demokratik pratikler böyle gelişir. Bu ‘normal’ her iki kampın marjinalleri tarafından unutturulmaya çalışılıyor. Ciner Medya Grubu gibi direnenler de türlü badirelere maruz bırakılıyor.
Normalliğin cesaret gerektirdiği bir ülkede yaşıyoruz. Bunun da farkındayım.
Muhaliftir ya da değildir, bu ülkede herkese yer var, olmalı demek bile cesur bir iş oluyor artık.
Oysa, insanları birbirine bağlayan bir şeyler kalmalı. Bütün köprülerin atılmasında, bütün bağların koparılmasında biz artık aynı milletin evlatları değiliz ön kabulünü perçinleyen sinsi bir zehir var. Memnun musunuz bu durumdan?
Evet, bazıları memnun.
Kendi kutbunu mabed bellemiş ve canhıraş mevzisini savunan memnunlar taifesinin parçası değilim ve olmadığımı göstermek için bu daveti kabul etmekte sakınca görmedim.
Doğru bir şey yaptığımdan da zerrece kuşku duymuyorum.
Çünkü mevcut rejimin yapıp ettiklerinden olumsuz olarak etkilenen kesimlerle iktidar partisine inanmış yıllarca oy vermiş belki hataları eksiklikleri görmekle beraber hala tercihini o yönde kullanacak kesimlerin birbirinden nefret etmeye zorlanmasından bıktım.
KUTUP AĞALARININ PAŞA KEYFİ İÇİN…
Her iki kutbun başını tutup millete hiza verenlerin paşa keyfi için de, uçurumun kenarına gelmiş bir ülke değilmişiz gibi yapıp havaya bakarak ıslık çalamayacağım.
Türkiye’nin kaderini çizecek 2023 seçimleri yaklaşmışken, mevcut şartları, olasılıkları, ülkeyi suyun üzerinde tutabilecek, batmaktan alıkoyacak konuları kâh iktidarı eleştirerek yer yer muhalefete önerilerde bulunarak yazmaya konuşmaya devam etmek niyetindeyim.
Bu ülkedeki sorunlar, arızalar giderilecekse, ülke yeniden yaşanılabilir bir yer olacaksa, bu kutup ağaları ile değil, arada kalan makul gri sessiz ama iyi insanlarla olacak. Daha doğrusu o insanların da öne çıkmasıyla olacak.
Bu insanların sessizliklerinden “Yani bu çamur üzerime sıçramasın istiyorum, anlıyor musun?” tavırlarından taviz vermeleri şartıyla olacak. Herkes Türkiye’nin bu felaket gidişattan nasıl kurtulabileceği üzerine düşünmekle ve kendisini ifade etmekle memur artık.
Özetle, Cuma gecesi bana sosyal medya üzerinden yapılan arsızlık tutumumu değiştirmez. Neyi düşünüyorsam, yazar ve söylerim.
LİNÇ ÇETELERİNİN ANATOMİSİ
Şimdi beni TT yapana kadar linç edenlere bakalım.
Hadi mevcut rejim blokunu bir yere kadar anlıyorum.
Hak vermiyorum ama anlıyorum.
İktidarda oldukları, güçlü oldukları ve bu durumu sürdürmek istedikleri için rahatlar. Halk TV’ye çıkmamı bir meşrulaştırma gibi gördükleri için kızdılar.
İktidarın bir çevresine ‘mideden bağlı’ ama devletin kurumlarıyla kavgalı malum “kuş isimli” lobinin ise aklı fikri zaten pastasında. Ortak istemedikleri için insanları damgalaya damgalaya uzaklaştırmak, kriminalize etmek onların görev tanımı, bunu devlet kurumlarıyla olan kavgaları gölgelensin diye de yapıyorlar.
Bu kitle, ahkam kesmekte rahat, sırtlarını iktidara dayadıkları, her genel seçim gibi bunu da alacaklarını düşündükleri için esip üfürmekte mazur olduklarına inanıyorlar. Ayrıca maalesef “Kazanacağız ama nasıl diye sormayın” sözünün gittiği gidebileceği her yeri de onaylıyorlar.
Ülkenin ödeyeceği maliyet umurlarında değil.
Ayrıca tekrar hatırlatayım, sürekli yazdığım gibi, kazanacaklarına duydukları inanç yersiz değil. Cumhur İttifakı bitmiş yerle yeksan olmuş falan değil.
Erdoğan’ın seçim kazanma olasılığı hala çok yüksek. Bu cümle biraz da, son üç dört yıldır yazdıklarımı görmesine rağmen perdelemeye çalışan ve bugün konuşmaya başlamışım gibi davranarak “Erdoğan’ın işi bitti bari diğer tarafta şansımı arayayım” diye düşündüğümü iddia edenlere gitsin. Kendi hesapçılıklarını başkalarına projekte ederek hesap hatası yapıyorlar, yazık.
Peki bırakın işaretleri okumayı burunlarının ucundakini görmekten aciz olan, oylarını maksimize edemezlerse eğer, yaşanacak ilk seçimde herşeyi kaybedecek olan muhalif bir grubun kendilerine, bakış açılarına çeki düzen verme konusundaki lakaytlıkları ve hoyratlıkları ne ile açıklanabilir?
“Sen Erdoğan’a destek vermiştin, o yüzden yıkıl karşımdan” mantığıyla, ekonomiden şikayet eden gençlere “Çıkar telefonunu” diyen adamların mantığı arasında ne fark var?
Ayrıca bir dakika, Halk TV kurtarılmış bölge midir? Sadece laik, sadece başı açık, sadece Kemalist sadece ulusalcı yada solcu olanların girebildiği bir sığınak mıdır? Halk TV bunun farkında mı?
Bu kısmı Cafer Mahiroğlu cevaplasın, o benim işim değil.
DEMEK Kİ NEYMİŞ, ENDİŞELİ MUHAFAZAKARLAR ENDİŞE ETMEKTE HAKLIYMIŞ
Lakin kesin olan şudur ki, ülkenin Tayyip Erdoğan’ı desteklemiş insanlarına bu derece öfke duyan, “Başörtülüler varolsun ama temizlikçi olarak varolsun meşru kabul görmüş yorumcular olarak değil” kafası yaşayan, Kılıçdaroğlu’nun son derece haklı ve yerinde olan ‘helalleşme’ adımını bile hazmedemeyen kitleler mevcut rejimin can suyu.
Evet siz.
Kamuoyunda “endişeli muhafazakarlar” olarak bilinen kesim, yani mevcut rejimin politikalarından hiç hoşlanmayan, Cumhur İttifakı ile özdeşleştirilmemek için azami gayret sarf eden ama AK Parti seçim kaybederse Eski Türkiye alışkanlıklarına geri dönüleceğinden endişe eden kesim; sizlerin ürettiği faşist yaklaşımlar nedeniyle geleceğin Türkiye’sinde var olma hakkı bulamayacağını düşünerek yeniden Tayyip Erdoğan’a yöneliyor.
Elbette güvensizlikle, sürekli endişe ederek donakalmak çözüm değil. Korkular tarafından esir alınmaya izin vermek korkular üzerine kurulmuş statülere payandalık yapmak oluyor.
Rejim blokundan gelen faşistliklerle muhalefet tarafının faşistlikleri arasında kurulmuş dehşet dengesine itiraz etmeyen, yarın “Bu ülke nasıl bu hale geldi?’” diye soramaz. Bu doğrultuda yaklaşık 3-4 yıldır görüşlerimi ve gerekçelerimi ‘fırsat bulduğum ölçüde’ söylüyor aktarıyorum.
Ancak eğriye eğri doğruya doğru: Kendisini muhalif olarak tanımlayan bir kitlenin Cuma gecesi yaptığı sosyal medya etkinliği endişeli muhafazakarların endişe etmekte ne kadar haklı olduğunu gösterdi.
Bir de, “Aslında bir endişeli muhafazakar sorunu yok, çünkü endişelenecek bir şey yok. Bunlar Ali Babacan ile Ahmet Davutoğlu’nun kendilerini önemli hale getirmek için uydurdukları şeyler” diyenlerin siyasi analiz yapmayı bırakıp limon satmaları gerektiğini.
%65‘E KARŞI RÖVANŞİZM Mİ? BAŞARILAR
Bazılarına kötü haber: Geçmişe doğru yapılan araştırmalar Türkiye’nin %65’inin en az bir kere AK Parti’ye ya da başkanlık seçimlerinde Tayyip Bey’e oy verdiğini gösteriyor.
Halk TV’ye çıktım diye önce beni ardından kanalı linç eden memnun muhalifler rövanşist tutumlarını devam ettirmek istiyorlarsa eğer, işleri biraz zor, sıkı hazırlansınlar çünkü belli ki %65‘le de kavgayı göze almışlar.
Tabii kısmen daha uyanık olanlar da var:
“Yok biz sana başörtülü olduğun, dindar olduğun, eskiden Erdoğan’ı desteklediğin için karşı çıkmadık ki, Kabataş ve çözüm süreci yüzünden karşı çıktık” diyerek halk düşmanlıklarını ve İslamofobik arızlarını ‘woke’ pelerini altına gizlemeye yelteniyorlar.
Yemezler yahu. Lütfen.
Siz hangi köşe yazarına kanunlar kapsamında suç ya da kabahat kapsamına girmeyen bir tutum yüzünden tam sekiz yıl süren bir tutarlılık testi ve sistematik itibar suikastı yaptınız?
Madem bu vesile ile tekrar gündeme geldi 205. kez söyleyeyim, Kabataş olayında gelininin dayak yediğini söyleyen Bahçelievler Belediyesi Başkanı Osman Develioğlu’nun sözüne itibar ettiğim ve aktardığım doğrudur. Dünyanın her yerinde bir belediye başkanının ifadesine itibar edilir çünkü.
Dünyanın her yerinde mağdurun polis tutanağına geçmiş ifadesi haberdir. İsmet Berkan’ın görüntüleri izlediğini ifade eden sözüne de itibar ederek alıntılayıp retweet ettiğim de doğrudur. Sadece ben değil herkes o dönem Hürriyet gazetesi yazarı olan İsmet Berkan’a itibar etti. Kimse Berkan’ın yalan söyleyeceğini düşünmedi.
Gezi eylemlerine destek veren akademisyen Hale Akay, aktivist Çiğdem Mater, yazar Yıldız Ramazanoğlu Gezi eylemcileriyle beraber Kabataş’a yürüyerek hadiseyi protesto ettiler çünkü polis tutanağından, Develioğlu’nun ifadelerine varana kadar pek çok veri vardı.
Ancak şahsımla ilişkili olarak “Görüntüleri izledim” dediğim, bilinçli ve kasıtlı olarak yalan söylediğim iddia ediliyor. Asıl yalan olan bu. Hem de kuyruklusu. Kabul edilemez bir edep akıl haysiyet yoksunluğu.
“İzledim, gördüm” dediğimi belgeleyin, ispat edin.
Yapmazsanız bu yalanı ortaya atan ve çoğaltanlara karşı artık ben suç duyurusunda bulunacağım.
Hoş şunu da söyleyeyim, Kabataş iddiası ortaya atılmasaydı, Gezi bitmezdi devam ederdi ne güzel hükümeti devirirdik kafasının yeri mahkeme salonu değil tımarhane.
Gezi eyleminizi bitiren esas olarak sivill yurttaş ve toplum duyarlılığının taleplerini taşımak yerine “17 Ekim şanlı devrimi” rüyası görenlerin aşırılıkları olmuştur.
Gezi ”Nato’dan çıkılsın! Ordu, Polis Mit dağıtılsın! Büyük projeler iptal edilsin! Hükümet istifa etsin!“ şeklinde, devrimin çocukluk hayallerini Gezi’ye dayatanların sekter, marijinal ve uçuk tutumlarının geniş çoğunluk tarafından fark edilmesi nedeniyle yenildi.
Ayrıca herhalde Erdoğan’ın “%50’yi evinde zor tutuyorum” açıklamasını duyan makul eylemcilerin meselenin başka bir noktaya gitmeye başladığını ve buna sebebiyet vermemek gerektiğini farkederek meydanı terk etme kararı almalarının etkisi de vardır.
15 Temmuz’da tanklara karşı, silahlı askerlere karşı çıkarak hayatını kaybetmiş insanları görüp, bu deneyime tanık olup hala “Gezimizi bitirdiler çünkü Kabataş dediler” naifliğinde takılı kalmak akıl alır bir aymazlık değil.
2016’da Erdoğan’ın bir çağrısı ile sokaklara çıkıp tankların önüne yatmış sivil kalabalıklar, 2013’te de, yine Erdoğan’ın bir işareti ile sokağa çıkıp sokak hareketine müdahale ederdi.
Haklı olarak buna değmeyeceğini düşünenler, eylemleri sona erdirmenin daha akıl kârı olduğunu fark ederek alanı terk ettiler.
Gözle görünür netlikte olan bu çıplak gerçeği göremediğiniz için resmini çizmek zorunda kaldım.
Ülkenin içinde olduğu şu durumda hala Gezi demenin Kabataş demenin bir öneminin kalmadığının gayet farkında olanlardan ise özür dilerim.