Bugünkü Büyüteç’in konusu, Milli İstihbarat Başkanlığı’nca (MİT) Çukurambar cinayetinden hemen sonra Cumhurbaşkanlığı’na gönderilen “özel rapor”.
Eski Ülkü Ocakları genel başkanı ve Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doçent Sinan Ateş’in 30 Aralık’ta sokak ortasında öldürülmesinin ardından, MİT Başkanlığı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulmak üzere bir rapor hazırladı.
Çok detaya girmeden ana hatları üzerinden aktarmak gerekirse; raporda, MHP – Ülkü Ocakları hattında yaşanan sıkıntılı süreçle ilgili önemli bilgilere yer verildi.
Cinayetin gerçekleştiği hafta sonu Cumhurbaşkanlığı’na ulaştırılan raporda, bir süredir ülkücü camia içinde yaşanan bazı olaylara vurgu yapıldı.
Sinan Ateş’in başkanlığı döneminde Mersin Ülkü Ocakları Başkanı olarak görev yapan ve Ateş’in genel başkanlıktan ayrılması sonrasında görevden ayrılan Çağrı Ünel’e yönelik saldırı ile Ateş’in öldürülmesinin arasındaki bağlantılar raporda yer aldı.
Raporda, ülkücü camia içinde tartışmalara yol açan kimi saldırıların perde arkasının anlatıldığı da edindiğim bilgiler arasında.
Ayrıca aynı raporla, bazı siyasilerin isimleri verilerek, yaşananlardaki rolleri, güvenlik bürokrasisinde çalışan bazı üst düzey bürokratların süreçteki konumları hakkında da Cumhurbaşkanlığı’na bilgi aktarıldı. Bu isimlerden bazılarını biliyorum, ancak polemik konusu olmaması için şimdilik açıklamamayı tercih ettim.
Bir noktaya dikkat çekeyim.
Cinayetin ardından MHP yönetimi, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’ndan hiçbir açıklama yapılmadı. Fakat dört gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ateş’in eşini arayıp baş sağlığı dilemesinin ardından, “cinayetin aydınlatılacağı” güvencesini verdiği bilgisi kamuoyuna yansıdı.
Ardından Ateş’in Bursa’daki cenazesine katılan AKP Bursa İl Başkanı Davut Gürkan, hafta sonunda Ateş’in ailesine taziye ziyaretinde bulundu. Gürkan, aileye Erdoğan’ın selamını iletti.
Cinayetten sonra sessiz kalan Erdoğan’ın, Ateş’in ailesine karşı gösterdiği bu yaklaşımda MİT Başkanlığı’nca hazırlanan söz konusu raporun etkisi bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
Mersin – Ankara saldırılarının amacı
Ateş cinayetinin üzerinden neredeyse iki hafta geçti. Fakat MHP – Ülkü Ocakları – Ülkücü camia düzlemindeki tartışmalarda henüz tansiyon düşmüş değil.
Tansiyonun düşmemesinin sebebi, Ankara’da öldürülen Ateş’in ülkücü camia içindeki “güçlü konumu” ve geçen yıl Mersin’de yaşanan olayın önemli etkisi.
Büyüteç’te geçen haftaki ilk yazıda Mersin ile Ankara’daki iki olayın bağlantısını ortaya koydum.
Bu olayla ilgili yeni bilgilere ulaştım.
Edindiğim bilgilere göre, Çağrı Ünel, 15 Mart 2022’de saldırıya uğramadan önce günlerde Mersin’in büyük bir ilçesindeki Ülkü Ocağı’ndan bazı isimlerden telefon aldı. Ünel’e ulaşan grup, kendisine yönelik saldırı olacağını, bu konuda kendilerine görev verildiğini ancak bunu kabul etmediklerini iletti.
Bunu üzerine Ünel’e saldırı görevinin başka bir gruba verildiği anlaşıyor. Zira Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamenin detaylarına bakıldığında görülüyor. Buna göre, Hüseyin Coşkun Akgöllü, Nurullah Saraç ve Emrullah Kaplan, 14 Mart’ta özel araçla önce Adana’ya geldi. Burada buluştukları Selim Anlı, Tuğcan Sönmezler, Salih Kaplan ve Özgür Adar’la beraber iki araçla aynı gün Mersin’e geçtiler. Mersin’e gelince Alperen İbicioğlu, Cenk Gece, İlyas Çiftçioğlu ve Ahmet Atan’la bir araya geldiler.
Burada altı çizilecek bir bilgi var.
Kadirli’den yola çıkan ana ekipte yer alan ve sonrasında Ünel’in silahından çıkan kurşunla yaşamını yitiren Emrullah Kaplan, Kadirli Ülkü Ocağı Başkanı idi!
Sınırlı HTS analizi talebi
Yukarıda linkini bıraktığım yazıda, Mersin’deki olayla ilgili hazırlanan iddianamede Ünel’e yönelik saldırıya karışanların kullandığı cep telefonlarının HTS kayıtlarının bulunmadığına ve bu durumun soruşturmada önemli eksiklik olduğuna dikkat çekmiştim.
Bu konuda iki gelişme var.
İlki, yargılamayı yapan mahkemenin kararı. Mersin 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 14 Aralık’ta yapılan ilk duruşmada, HTS kayıtlarının Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan (BTK) istenilmesine hükmetti.
Ancak duruşma tutanağını incelediğimde bir gariplik tespit ettim. Çünkü mahkeme olaya 12 kişinin adının karışmasına karşın sadece tutuklu sanık Çağrı Ünel ile karşı taraftaki Hüseyin Coşkun Akgöllü, Salih Kaplan, İlyas Çiftçioğlu ve Cenk Gece’ye ait HTS kayıtlarını talep etti.
Oysa; diğer isimlerin de kayıtları önemli. Özellikle de yaşamını yitiren Kadirli Ülkü Ocağı Başkanı Emrullah Kaplan’ın telefon detayları. Ülkü Ocağı İlçe Başkanı olarak olaydan önce kimlerle, hangi sıklıkla görüştüğünün ortaya çıkarılması, yargılamada dikkate alınması gerekecek bir konu.
İkinci gelişme ise bir iddiaya dayanıyor:
MHP Mersin il yönetiminde başkan yardımcısı olarak görev yapan Cemil Parlar bir iş insanı. Kendi adına faaliyet gösteren telefon iletişim firması sahibi.
Sosyal medyadaki kişisel hesabında açıkladığı üzere aynı zamanda son yaşanan olaylarda adı kamuoyunun gündemine gelen MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un danışmanı.
İddia o ki; Ünel’e yönelik saldırı amacıyla bir araya geldikleri savcılık iddianamesinde geçen zanlıların olay sırasında kullandığı telefon hatları, Kılavuz’un danışmanı Parlar’a ait firmadan temin edildi.
Bakalım mahkeme bu iddiayı dikkate alıp izini sürecek mi?
Devletin koruma vermesi gerekirdi
Ortada önemli bir soru var.
Halk arasındaki “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” sözü misali, Ankara’da yaşanacak olayın kokusu, Mersin olayı sonrasında çoktan çıkmıştı.
Üstteki bölümde yazdığım gibi, Ünel’e yönelik saldırı yapılması ve bununla ilgili görevlendirilme bilgisinin Mersin Eski Ülkü Ocakları başkanına ulaşması, aynı dönemde Ateş’e de ulaştı.
Ateş, kendi ekibindeki Ünel’e yönelik bir saldırı girişimi olacağını biliyordu ve asıl hedefin bizzat kendisi olduğunun farkındaydı.
O nedenle yakını Selman Bozkurt’u koruma olarak yanına almıştı.
Başına böyle bir saldırı geleceğini bilen Ateş’in neden devletten koruma istemediği sorusunun yanıtını aradım.
Ateş’in çok yakınında olan bir arkadaşına bu soruyu sorduğumda; “Bir Ülkücü olarak, kendi içimizde yaşadığımız süreç için devletten koruma istemeyi zül saydı hep. O yüzden Selman’ı yanına aldı. Beraberlerdi” yanıtını aldım.
Bu yanıt koruma / korunma konusunda başka bir pencereyi açtı doğal olarak.
Daha önce yazmıştım; Ateş, hem MHP Genel Merkezi’ne, hem de ülkücü camiaya oldukça yakın duran Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz’la “sabah yürüyüşleri” yapacak kadar yakın arkadaştı.
Ateş’in yaşananları, tehditleri yakın arkadaşı Ankara Emniyet Müdürü Yılmaz’a aktarıp aktarmadığı bilinmiyor. Ancak Yılmaz’ın bütün bu olanları bilmemesi zayıf bir ihtimal.
Devlete bu kadar yakın bir isim olan Ateş’in, tehditlere rağmen neden korunmadığı, neden yakın takipte tutulmadığı da bir başka soru işareti. Kişi koruma talep etmese de devletin ısrarla koruma tahsis etmesinin zaman zaman örnekleri görülür. Yaşananlar gösteriyor ki kendi talep etmese de Ateş’e koruma verilmesi gerekiyordu.
Emniyet, “efendim, biz teklif ettik, kendi istemedi” yanıtını da verebilir. O zaman da bununla ilgili tutanağın bulunması gerekir. Ateş’in koruması olsa yaşananlar değişir miydi? Elbette değişirdi. Bu kadar kolayca eylem talimatı verilemez, eylem gerçekleştirilemezdi.
Son dönemde haklarında suç örgütü soruşturması yürütülen kimi zanlıların devlet tarafından nasıl korunduğu düşünülünce Ateş’in neden korunmadığı sorusu daha da önem kazanıyor.
Ayağına mı sıkıldı, öldürülmesi mi planlandı?
Ateş’in adli tıp raporuna bakılırsa, uyarılmak maksadıyla vurulmadığı anlaşılıyor.
Olayın ardından Ateş’in ayaklarından vurulmasının planlandığı iddiası gündeme geldi.
Fakat Adli Tıp raporunda otopsinin detayları var. Buna göre, Ateş’in çenesinden giren bir kurşun kafasının üstünden çıkmış. Ayrıca sol karından giren bir kurşun belden çıkarken, sol bacaktan kasık kısmından giren iki kurşundan birisinin çıkış yarası var. Sağ kasıktan giren bir kurşunun vücutta kaldığı anlaşıldı.
Ateş’e yönelik yapılan atışların öldürme amaçlı olduğu net biçimde anlaşılıyor.
Daha önce gözaltına alınan ve tutuklanan bazı zanlıların “korkutmayı amaçladık” ifadeleri pek de gerçekle örtüşmüyor.