DW Türkçe Yayınlar Sorumlusu Erkan Arıkan’ın sorduğu sorular ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yanıtları şu şekilde:
Münih Güvenlik Konferansı, Batı ile Rusya arasında Ukrayna konusunda gerilimin tırmandığı, savaş endişesinin arttığı bir süreçte gerçekleşiyor. Dikkatler Ukrayna’ya, Karadeniz’de tırmanan gerilime ve aynı zamanda bu süreçte kritik öneme sahip İstanbul Boğazı’na çevrilmiş durumda. Siz İBB Başkanı olarak, Türkiye’nin bölgesinde yaşanan gelişmeleri, artan savaş riskini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii üzücü. Üzüntüyle, kaygıyla izliyoruz. Elbette burada Rusya-Ukrayna arasındaki bu gerilimin bir savaşa, bir müdahaleye dönüşmesinin bu yüzyıla ve Avrupa’ya yakışmayacağını düşünenlerdenim. Ben bir Karadeniz çocuğuyum ve Karadeniz zor bir coğrafyadır. Çok farklı milletlerin yaşadığı bir coğrafyaya sahiptir. Ama bu zor coğrafyanın barışa ihtiyacı olduğu net. Tabii umuyorum ki, en üst seviyede diyalog çerçevesinde hem NATO-Rusya, hem ABD-Rusya diyaloglarını dikkatle takip ediyoruz. Elbette Avrupa’nın tutumu çok önemli.
İstanbul tabii ki Boğaz‘ı, suları, bağlı olduğu bir Montrö Anlaşması var. Bu antlaşmaya uygun hareket etmek zorunda. Bu antlaşmanın barışa dayalı zemini oluşturduğu da bir gerçek. Bu bakımdan Türkiye’nin de hem ulusal politikası, hem uluslararası anlayışı, Rusya ve Ukrayna arasında diyalogla bir barışa ulaşılması…Bütün kamuoyunun talebinin bu olduğunu düşünüyorum.
“Demokratik değişimlerde şehirlerin rolü” konulu bir panele davet edildiniz. İstanbul seçimleri sürecinde yaşananlar, Türkiye demokrasisinin karşı karşıya bulunduğu zorluklar, dünya tarafından da yakından takip ediliyor. Türkiye’nin bugün içinden geçmekte olduğu zorlu süreci nasıl tanımlarsınız? Uzmanlara göre, Türkiye özgürlükçü, çoğulcu bir demokrasiye sahip değil. Sizce Türkiye bu temel haklara kavuşabilecek mi?
Aslında temel haklara kavuşmak ya da demokrasi anlamında mükemmeli yakalamak, bir süreç. Bunun bir teori veya dayatmayla olması mümkün değil. Bunu aslında toplumsal deneyimler oluşturuyor. Bugün hâlâ Avrupa’nın göbeğinde demokrasi için mücadele eden toplumlar ve devletler var. Elbette Türkiye de bunlardan birisi. Ama unutulmamalı ki, Türkiye’de 1946’dan beri, çok partili yaşama geçildiğinden bu yana bir demokrasi mücadelesi veriliyor.
Ben şu reflekse bakarım: Türkiye ihtilaller gördü ama ihtilallerden hemen sonra yapılan dayatmalara karşı toplum, dayatmanın yapıldığı tarafa değil, tam tersi tarafa oy kullanma refleksini göstermiştir. Bu, 1960 ihtilalinden sonra da öyle olmuştur, 71’den sonra da, 1980’den sonra da, hatta 1998 28 Şubat krizinden sonra da benzer refleksler toplum tarafından ortaya konmuştur. Dolayısıyla güvence aslında toplumun kendisi. Toplum neye refleks gösteriyor, kimin yanında duruyor?
Bence bunun en tepe noktasını da İstanbul seçimleri yaşattı. Toplum otoriter bir anlayışla, hem basını elinde tutan, daha da ileri gidip kaybettiği bir seçimi iptal edecek kadar otoriter davranmayı tercih eden bir güce karşı büyük bir dayanışma göstererek, demokrasinin yanında durarak, 25 yıl sonra, hatta belki bugünkü hükümetin en büyük gücünü aldığı İstanbul kentinde, 10 puandan fazla bir farkla, 806 bin oy farkıyla bizi seçti. Onun için Türkiye’de çoğulculuk, demokrasi adına şüphe etmemek lazım. Türkiye’nin bu olgun ve güzel yürüyüşüne, tam aksine, katkı sunmalarını temenni ederim. Ben şöyle inanıyorum: Demokrasi adına Türkiye’nin geleceği noktasında kapsayıcılık, eşitlik adına, çok güzel günlerin bizi beklediğini biliyorum. Bütün gücümle ve bütün ümitli halimle ben de zaten bu mücadelenin bir neferiyim.
Türkiye’nin NATO üyeliğinin 70’inci yıl dönümündeyiz. MSC Başkanı Ischinger geçen günlerdeTürkiye’nin Batı için büyük önem ve değer kazandığını yeniden dile getirdi ve “Türkiye bize ‘Hadi, hoşça kalın’ dememeli” temennisinde bulundu. Endişe ifade eden bu temenniler için değerlendirmeniz nedir?
Türkiye NATO’nun asli bir üyesidir. Avrupa’nın da asli bir parçasıdır. Ben her yerde söylüyorum: Avrupa İstanbul’dan başlıyor. Dolayısıyla Türkiye de Avrupa’nın başlangıç noktası, vazgeçilmez bir parçası.
Türkiye’nin toplum bütünlüğü içerisinde Avrupa’ya, Batı’ya bakışı, çok büyük çoğunlukla desteği sürmekte.
Bugün Türkiye’nin bu toplumsal anlayışının karşısında hiçbir siyasi parti duramaz. Bazen popülist söylemlerle siyaseti kullanma yönünde çatışma dilini tercih edenler olsa da, genel anlayışta artık Türkiye’nin Avrupa’nın ya da NATO’nun vazgeçilmez bir parçası, bir erki olduğunu biz de biliyoruz. Dünya barışı adına, dünyadaki özellikle 21’inci yüzyıldaki değişimleri izleyerek: İklim değişikliği, enerjiyle ilgili ihtiyaçların temiz enerjiye dönüşmesi, şehirlerdeki kaliteli yaşam, belki de savunma reflekslerinin çok daha önündeki konular.
Hem bu konularda, hem diğer hususlarda bence Batı’nın kaygı duyması doğru değil. Tabii ki dayanışma içerisinde olması, tabii ki diyalogları en üst seviyede tutması ve sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasi erk olarak hükümetini değil, diğer gelişmeleri de yakınen takip etmesini ve hatta o enstitüler, partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla da diyaloğu en üst seviyede tutmalarını dilerim. Bu bağlamda Türkiye çok doğru ve iyi sinyaller veriyor. Ne Batı’nın Türkiye’den şüphesi olmalı, ne de Türkiye’nin Batı’yla ilgili şüpheleri var. Sadece bir diyalog eksikliğinden kaynaklı bir süreç yaşanıyor.
İlk kez Münih Güvenlik Konferansı’na davet edildiniz. Size yapılan davet, uluslararası siyaset alanında size artan ilgiyle de alakalı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
İstanbul büyük bir şehir. İstanbul aslında belki de medeniyetlerin başkenti. 2000 yıllık tarihinin içerisinde üç imparatorluğa başkentlik yapma onuru var ve bugün de Türkiye’nin en büyük kenti. Avrupa’nın en büyük kenti. 19 ülkesinden daha büyük bir nüfusa sahip. 2 milyonu aşkın mülteciyi barındıran önemli bir kent. Dolayısıyla İstanbul’daki her türlü siyasi gelişme ve aşamayı takip eden uluslararası aktörlerin olduğunu da biliyorum.
Ben özellikle 2019 seçimlerinden sonra İstanbul’daki olumlu etkinin çevresine ne kadar olumlu etki yansıttığını da doya doya yaşadım. Dolayısıyla İstanbul’a yakışan, hep iyi şeyler yapmak. Geçen yıl biz Balkanların en önemli şehirlerinin belediye başkanlarını İstanbul’da topladık. Kasım ayında B40 diye bir zirve yaptık ve bu zirveyle beraber o olumlu dayanışmayı büyütme çabası içerisine girdik.
Bu bağlamda bu ilgiyi doğal karşılıyorum. Ama bu ilgi bende ayrı bir sorumluluk hissi uyandırıyor. O da: Gerçekten daha demokrat bir kent, çok daha güzel örnekleri dünyaya anlatabilen metropolitan bir şehir. Bu duyguyla işime sarılıyorum. Seçimden önce, “İstanbul’un gelmiş geçmiş en demokrat belediye başkanı olmak istiyorum” demiştim. Ben artık dünyanın en demokrat belediye başkanı olma çabası içinde olan bir kişiyim.
Güvenlik Konferansı sorularından öte, İstanbul’un taksi krizini değerlendirir misiniz?
Bu, merkezi hükümetin müdahalesi sonucu çözemediğimiz bir problem. Bazen hükümetin gözünü kör eden bazı refleksleri olabiliyor. Bu körlük şundan: Siyasette seçimi kaybetmenin sanki her şey olduğunu düşünen bir siyasi anlayışla karşı karşıyayız. Halbuki beş kez kazanmak ne kadar doğalsa, bir kez kaybetmek en az o kadar doğal. Bunu kabullenememe doğrultusunda birçok hususta engelleyici bir kısım kararlar, müdahaleler yapılıyor. Hukuki mücadelemizi veriyoruz.
Taksi meselesi ne yazık ki İstanbul’un çok üzücü bir tarafı. Hem nitelik, kalite açısından. Siz belki Türkiye’nin de bir parçasısınız ama siz Almanya’nın bir ferdisiniz. Dolayısıyla dünyanın neresinden gelirse gelsin, insanlara yüzümüzü kızartan bir durumda. Bunu düzeltme çabamız devam ediyor. Her şeyimiz hazır aslında, sadece engellenen bir süreç yaşıyoruz. Umuyorum vazgeçerler ama onlar vazgeçmezse zaten Türkiye’deki değişim bu tür engellemeleri ortadan kaldıracak ve iyi uygulamalar hem İstanbulumuzla hem de Türkiye’nin bir çok noktasıyla buluşacak.
İmamoğlu sürgündeki Belaruslu muhalif ile görüştü
Ekrem İmamoğlu, zirve için geldiği Münih’te, sürgündeki Belarus muhalefetinin simge ismi Svetlana Tikhanovskaya ile de bir görüşme yaptı.
Tikhanovskaya, görüşmenin ardından yaptığı paylaşımda, “Sayın İmamoğlu’nu bir gün Minsk’e davet etmeyi dört gözle bekliyorum” dedi.