Filistin’e Özgürlük Platformu tarafından, Filistin’e yönelik saldırılarını sürdüren İsrail’i yargılamak üzere bugün Taksim Hill Otel’de simgesel “Vicdan Mahkemesi” kuruldu.
Program, İsrail hakkında hazırlanan iddianamenin “Vicdan Heyeti”ne okunmasıyla başladı.
Vicdan Heyeti’nde; Fatma Akdokur, Erdal Doğan, Filiz Kerestecioğlu, Mehmet Ali Devecioğlu, Melek Ulugay Taylan ve Selim Deringil yer aldı.
Heyet adına konuşan ilahiyatçı-yazar Fatma Akdokur, Filistin için kısa ve uzun vadeli çalışmalar yapmak gerektiğini belirterek, bu sürecin 7 Ekim’de başlamadığını, yüzyıllık bir maziye sahip olduğunu söyledi.
Konuşmaların ardından heyet, İsrail’in saldırılarına ilişkin 15 masa tarafından hazırlanan suç dosyalarını dinledi.
Filistin’e Özgürlük Platformu’nun tanıklar ve belgelere dayalı Vicdan Mahkemesi sonrası alınan karar Şişhane’de okundu. Erdal Doğan ve Fatma Akdokur’un okuduğu açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Tüm gün birlikte bu salonda ve canlı yayında Gazze’de yaşanan felaketlere tanıklık ettiğimiz arkadaşlar; Vicdan Mahkememiz tamamlandı. İddialar, tanıklıklar, uluslararası tanıklıklar, belgeler, kanıtlar arka arkaya sunuldu. Hep birlikte izledik. Şuna eminiz ki vicdanlarımızda İsrail Devleti/Netanyahu Hükümeti suçludur. Buna şüphe yok. İddianamede yer aldığı gibi, 07 Ekim – 14 Mart verilerine göre 14 bin 861’i çocuk, 40 bin 42 kişi öldürülmüştür. 10 binden fazla insanın hâlâ kayıp olduğu, enkaz altında kalarak öldüğü tahmin ediliyor. 60 bini aşkın Filistinli de ağır bedensel ve ruhsal hasara uğrayarak yaralanmıştır.
İsrail Devleti Gazze’nin tüm mahalleleri de dahil olmak üzere geniş alanlarını harabeye çevirmiş ve 355 binden fazla Filistinlinin evinin yanı sıra geniş tarım arazilerini, fırınlarını, okullarını, üniversitelerini, işyerlerini, ibadethanelerini, mezarlıklarını, kültürel ve arkeolojik alanları, belediye ve mahkeme binalarını, su ve sıhhi tesisler ile elektrik şebekeleri de dahil olmak üzere hayati önem taşıyan altyapıyı tahrip etmiş ya da yıkmış, Filistin tıp ve sağlık sistemine yönelik amansız bir saldırı sürdürmüştür.
Bu veriler bizim açımızdan 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 2. maddesine göre çok açık bir soykırım girişimidir. Bugün tanık olduğumuz tüm belgeler, konuşmalar ve tanıklıklar İsrail Devleti’nin soykırım ve savaş suçu işlediğini de ortaya koyuyor. Şu anda biz burada toplantıdayken, savaş suçları aralıksız bir şekilde sürüyor.
Bizim açımızdan 7 Ekim’den beri süren tüm gelişmeler, aynı zamanda, 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe giren “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”nin İsrail Devleti tarafından ayaklar altına alındığını da gösteriyor. Gazze’de uygulanan şiddetin kadınlar açısından ne anlama geldiğini biliyoruz: Cinsel şiddet ve işkence vakaları, tıbbi yardıma erişimin engellenmesi, kadınların keyfi olarak göz altına alınmaları, yağmurda-soğukta bir kafeste tutuldukları, yemek, ilaç, ped gibi ihtiyaçlara erişimin engellendiği, aşağılayıcı koşullarda fotoğraflarının çekildiği kayıt altına alınmıştır. Tanıklıklar bize 1925’te imzalanan Cenevre Protokolü’yle savaş sırasında kullanımı yasaklanan kimyasal gazların İsrail Devleti tarafından kullanıldığını ve bu devletin savaş suçu işlediğini bir kez daha ispatlamıştır.
Uluslararası teamüller arasındaki ayrım ilkesini gözetmeyen İsrail Devleti/Netanyahu Hükümeti, askeri hedefler ile sivil hedefler arasında ayrım yapmamış, askeri operasyonlarla hem sivil halka hem de sivil altyapıya zarar vermiştir. Öyle ki Batı Şeria’daki Filistinli okul binaları veya mülkleri, 2010’dan Nisan 2018’e kadar en az 16 kez İsrail askeri makamları tarafından yıkılmış veya el konulmuştur. 2016’dan bu yana ise sivil altyapı tahrip ve yıkımlarına ilişkin kayıt altına alınan 12 olay yaşanmıştır. İsrail Devleti’nin uyguladığı şiddet çok ağır ve Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda başlattığı davada bu devlet çoktan soykırımcılıkla damgalandı.
İsrail Devleti/Netanyahu Hükümeti’nin her düzeyde suç işlemeye devam etmesinin engellenmesi, İsrail Devleti’nin hiçbir şekilde bağlayıcı olarak görmediği uluslararası sözleşmelere uymaya zorlanması ve işlediği suçların hesabını vermesi ama her şeyden önce hemen, hiç vakit kaybetmeden Gazze’de acil bir ateşkesin ilan edilmesi Vicdan Heyeti ve eminiz ki buradaki tüm arkadaşlarımız açısından ortak talebimiz olarak öne çıkıyor.
Amacımız Gazze’de bizden kopartılıp alınan her bir Gazzelinin, işçinin, yoksulun, kadının LGBT+’nın, yaşlının, çocuğun ve tüm canlıların unutulmayacağını göstermek. Amacımız bugün Vicdan Mahkemesi’ne Refah’tan bağlanan Filistinli arkadaşımıza yalnız olmadığını, Gazze’yle dayanışan kocaman bir vicdan hareketi olduğunu göstermek. Amacımız alarm zillerini çalmak. Amacımız tüm dünyayla birlilkte tüm dünyanın gözünü bu soykırım girişimine odaklamak. Amacımız uyarmak. İsrail Devleti bunu tek başına yapmıyor. Arkasında Batı bloku devletleri var, ABD var. Artık soykırım suçunun destekçisidir bu devletler.
Türkiye de dahil bölgede İsrail Devleti’yle ikili anlaşmaları ve ticari ilişkileri sürdüren tüm devletler, şundan emin olsunlar ki tüm dünyanın ezilenlerinin gözünde, soykırımcı bir devletle sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki İsrail Devleti’nin 40 binden fazla Gazzeliyi öldürmesi hayatın olağan akışıymış gibi ilişki sürdürmek ağır bir suçtur.
Biz, tüm dünyadaki vicdan sahibi insanları, zaten ayakta olanları, Gazze için küresel bir direnişin ateşini yakarak kendi hükümetlerini İsrail Devleti’yle ilişkileri kesmeye zorlayanları, Gazze’de ateşkes ilan edilene ve İsrail Devleti tüm bu suçlarından yargılanana kadar mücadeleyi büyütmeye, hep beraber, çok daha büyük, çok daha kararlı, çok daha birleşik bir hareketi örmeye, daha kapsayıcı ve daha kararlı davranmaya çağırıyoruz. Bu vicdan hareketini büyütmek zorundayız.”