Ana SayfaHaberlerİzmir’in huzuru palavra mı?

İzmir’in huzuru palavra mı?

2017-2019 yılları arasında İzmir’de, yirmi dokuz Kürt genciyle ayrıntılı görüşmeler yapan Serkan Turgut’un araştırması geçtiğimiz günlerde kitap olarak yayımlandı, tam da HDP binasına yapılan saldırı günlerinde… Kürt öğrenciler, Kürt olduğunu fark edince arkadaşlığına son verenden, “sen Kürt olamazsın” diye ısrar edene Türklerin tavırlarını, tepkilerini anlatıyor...

Serkan Turgut’un Kürt Damgası / Etnik Sınırlar ve Başa çıkma Stratejileri başlıklı kitabı Haziran 2021’de İletişim Yayınları’ndan çıktı. Asuman Bayrak’ın kitabı tanıtan yazısı bugün (3 Temmuz) Bianet’te yayımlandı. Bu yazıyı Serbestiyet okurlarıyla paylaşıyoruz.

Yetmişli yıllarda, ilk kez İstanbul’a gelen halamı Sultanahmet’e götürmüştüm. Meydanı dolaşıp nerede ne var anlatırken bir grup turistle karşılaşınca, “işte bunlar da turist,” dediğimi hatırlıyorum. Köyde yaşayan halam “Aaa,” demişti hayret ederek “onlar da bizim gibi insanmış”. Görmeyince, dokunmayınca, konuşmayınca hayal gücü çalışır. Halam turistleri ne zannediyordu, ne düşünüyordu bilmem, ama İzmirlilerin Kürtler hakkında ne düşündükleri üzerinde durmak gerekiyor. Huzur kenti olmakla övünen İzmir’de geçtiğimiz günlerde bir cinayet işlendi. HDP’li Deniz Poyraz acımasızca katledildi. Olayın vahşeti, katilin pervasızlığı, karartılan delillerin çokluğu karşısında çaresiz düşünürken bir kitapla karşılaştım: İletişim Yayınlarından “Kürt Damgası – Etnik Sınırlar ve Başa Çıkma Stratejileri”. Tavsiye ederim.

Araştırmacı, yazar Serkan Turgut 1980 Tatvan doğumlu. Tatvan Anadolu Lisesinde okumuş, Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde lisans, yüksek lisans ve doktora yapmış. Bitlis, Diyarbakır ve İzmir’de felsefe grubu öğretmeni olarak çalıştığı yıllardaki gözlemleri yol göstermiş ve önemli bir kitaba imza atmış.

Serkan Turgut, etnik kimlik ve eğitim ilişkisini etnik sınırlar algısı ve bununla başa çıkma stratejileri üzerinden analiz ederek, siyasal alana hapsedilmiş bir konuda, sıradan insanların gündelik deneyimleriyle farklı bir perspektif geliştirilebileceğini düşünüyor. Ve bizi, Diyarbakır’dan gelen pestilleri sınıftaki arkadaşlarına dağıtarak onların kalbini kazanmaya çalışan ya da sınavda herkese yardım edip ders notlarını paylaşarak iletişim kurmaya çabalayan çocuklarla tanıştırıyor.

2017-2019 yılları arasında İzmir’de, yirmi dokuz Kürt genciyle ayrıntılı görüşmeler yapan Serkan Turgut, Kürtlerin Kürt olduklarının anlaşıldığı andan itibaren kriminalize edildiği, şiddete uğradığı Türkiye’de etnik sınırlar üzerine saha çalışmalarının zorluklarından da bahsediyor. Liseli Kürt gençlerin, İzmir’de yaşadıkları dışlanma ve damgalanma pratiklerini açığa çıkaran kitap gündelik hayatın faşizmi üzerine düşünmemizi sağlıyor. Önyargıların, toptancı zihniyetin, bilgisizliğin yarattığı acımasızlığı gösteriyor. Gençlerin, etnik kimliğine yapıştırılan bu damgayla baş etme yöntemlerine, Kürtçe konuşma ya da şarkı dinlemenin tehlikelerine dikkat çekiyor. Ve bu gençler haksızlığa uğradıkları zaman yetkililere, sorumlulara durumu bildirmiyor, şikayet etmiyor, hakkını aramıyor.

Kitap dört bölümden oluşuyor. Teorik ve kavramsal bir çerçeve çizilen ilk bölümün ardından Türkiye’de etnik sınırların tarihsel ve politik kökleri, Kürt kimliğinin damgaya dönüşmesi ele alınmış. Üçüncü bölüm metodoloji üzerine. Serkan Turgut, araştırmasının neden ve nasıllarının cevabını veriyor. Analiz ve bulguların yer aldığı dördüncü ve en önemli bölümü, Kürt öğrencilerin damga ve ayrımcılık deneyimleri ve bu durumla başa çıkma yöntemleri hakkında. Gençler genellikle “İzmir’de Kürtlere yönelik önyargı çok fazla,” diyor, arkadaşları bir şey söylediğinde ‘haklısın’ deyip geçenden, kafa tutup kavga edene ayrı dünyalar; biri staj yerini değiştirmek zorunda kalmış, bir diğeri okulu bırakmış. Kürt olduğunu fark edince arkadaşlığına son verenden, “sen Kürt olamazsın,” diye ısrar edene Türklerin tavırlarını, tepkilerini anlatıyorlar.

“Kürt Damgası” hayatımızın ortasına yerleşen ırkçılığın temelleri, ayrımcılığın mekanizmaları hakkında fikir veren önemli bir kitap. Etnik bir grubu damgalamanın ayrıntılarını açığa çıkarıyor ve özellikle İzmir’de bahsedilen yüzeysel huzurun altında yatanları sergiliyor. Eğitim eşitsizliğinin giderek arttığı günümüzde, bu alanda yapılan çalışmaların etnik aidiyetleri de dikkate alması gerektiğine dikkat çekiyor.

Kürt kimliği yıllarca inkar edildi, tanınmaları, fiziksel mevcudiyetin kabul edilmesine indirgendi, “etle tırnak gibiyiz”den, “haşereler”e kadar söylenmeyen söz kalmadı. Göç etmek zorunda kaldıkları, çalışmaya gittikleri her yerde küçümsendiler, saldırıya uğradılar, linç edildiler. Seçtikleri belediye başkanları çalıştırılmadı. Partileri kapatıldı, kapatılıyor. Kürtlerin anadilde eğitim dahil haklarına kavuşması, toplumsal değerlerinin kabul görmesi hayal mi bilmem ama araştırmaya katılan Kürt gençlerin “bizi tanımıyorlar,” demesi önemli. Onlar savaş bölgesinde yaşamasa da huzursuz, kaygılı. İzmir’de de durum pek farklı değil yani.

- Advertisment -