Saygı Öztürk’ün Fethullah Erbaş’la röportajından aktarıyoruz:
“Saat 20.00 civarıydı. Refah Partisi Genel Merkezi’ne 10-15 kişi geldi. Asker olan çocuklarının kaçırıldığını, 1,5 yıldır teröristlerin elinde olduklarını ve onların kurtarılmasını istiyorlardı. Milli Savunma Bakanlığı, onları şehit sayıp ailelerine maaş bağlamak istemiş ama onlar, ‘Şehitse cenazelerini gösterin’ demiş. Tabi bundan bir sonuç çıkmamış. O günlerde Diyarbakırlı bir gazeteci Kuzey Irak’a geçip PKK’nın Zap kampında tutulan askerlerin fotoğrafını çekmiş. Aileler bana, ‘Bize kimse sahip çıkmıyor’ diye yakınmıştı. O zaman 38 milletvekiliydik ve umutlarını bize bağlamışlardı. Seçime bir ay vardı. Onlara, ‘Arkadaşlar, seçimlerden sonra imkanımız ölçüsünde size yardım ederim’ dedim. Seçimde birinci parti olduk. Adamlar yine çıkıp genel merkeze geldiler. Ben de basın toplantısı yaptım, PKK’ya, askerleri serbest bırakmaları çağrısında bulundum. Biz iktidar olduk. Askerlerin yakınları yine geldi. Meclis’te basın toplantısı yapıp ‘Bu çocukları verin. Anneler daha fazla gözyaşı dökmesin’ dedim. Ertesi gün, PKK’nın yayın organı olarak bilinen Özgür Gündem gazetesinde manşetten, ‘Erbaş gelsin, esirleri verelim’ denildi.
PKK bürosuna gittik
Bu çağrı önemliydi. Bana, ‘Adamlar askerleri veriyor, niçin gidip almıyorsun’ eleştirileri de yapılıyordu. Artık, kendimi bağlamıştım. Partimizin Şırnak il Divan toplantısında görevliydim. Oradan, Kuzey Irak’a gitmeye karar verdim. Basın toplantısı yapıp İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal ve Mazlum Der Başkanı İhsan Aslan’a çağrı yapıp, bu olaya niçin el atmadıklarını söyledim. Onlar da, ‘Biz varız’ dedi. Bağlantılar kuruldu, teröristler bizi Duhok’ta bekleyecekti. Aileler de geldi, bu arada basının da haberi oldu. Duhok’ta tam bir hafta bekledik. Ama arayan soran yoktu.
DEP Milletvekili Nizamettin Toğuç’a telefon ettim, ‘Ortada bir şey yok’ dedim. Bir senaryo hazırlıyorlar ama bizim haberimiz yok. Kuzey Irak’lı bir arkadaşımdan, bunların yerini öğrendim. Ben, Birdal, Aslan ve Iraklı arkadaşla birlikte Erbil’deki PKK bürosuna gittik.
Öpüştüğüm Karayılan’mış
Onlar kendilerinin yapacak bir şeyi olmadığını belirtip kartal yuvası gibi bir yer olan PKK’lıların bulunduğu Amed’e gitmemizi istediler. Onların öncülüğüyle gittik. Ama ortada askerler yoktu. Gece orada yattık. Sabah, araç telefonuyla Zap kampıyla görüştüler, bizim de oraya getirilmemizi söylediler. Bizi, Duhok’ta bulamayınca aileleri ve gazetecileri Zap kampına götürmüşler. Biz de yola çıktık, arabayla belli bir yere kadar gittik, sonra katırla yolumuza devam ettik. PKK’dan kimseyi tanımıyorum. Kampa gider gitmez 5-6 kişi beni karşıladı ve bana sarıldılar. Meğer o kişiler Murat Karayılan, Rıza Altun, Duran Kalkan’mış. ‘Hadi askerlerin yanına gidelim’ dediler. Ben de sanıyorum bizim askerlerin yanına gideceğiz.
Onları selamlamamı istediler
Gittik. 500 kişilik tek tip elbiseli, ellerinde kalaşnikof silahları olan yaklaşık 500 kişi içtimada bekliyordu. Karayılan, ‘Teftiş edin’ dedi. Öyle bir zor duruma düştüm. Elime megafon verdiler. Ben ne diyeyim? ‘Merhaba asker’ desem asker değil, terörist desem, ‘Merhaba gerilla’ desem, Türkiye’ye gittiğimde, ‘Milletvekili, merhaba gerilla’ dedi diye anamızı ağlatacaklarını biliyorum. Bu ikilem içindeyken, ‘Kurtuluş İslam’dadır’ dedim. Onun üzerine silahlar indirildi.
Beni alıp ‘Hadi gidelim serin bir yerde oturalım’ dedi. Bir mağaraya götürdüler. Dağın yan tarafını delip mağara yapmışlar. Işıktan karanlığa girdik. Biraz yürüdük. Ayağıma bir şey çarptı. Oturdum, belimi duvara dayadım. Çoraplarımı, ayakkabılarımı çıkardım. Biraz sonra basın mensupları geldi. Sürekli eğilip fotoğraf çekiyorlardı. Meğer benim oturduğum yerin üstünde PKK’nın işaretleri olan sözde bayrakları varmış. Başımı havaya kaldırınca bunu gördüm, sarı-kırmızı olduğu için gazetecilere ‘Sarı- kırmızı Galatasaray bayrağıdır, çekmeyin’ dedim.
Ağlatan buluşma anı
Öğlen yemeğe götürdüler. Anneler, babalar, kardeşlerle askerleri bir araya getirdiler. O manzara görülmeye değerdi. Koyunla-kuzuların buluşması gibi, herkes kendi annesinin, babasının eline yapıştı, sarıldılar dakikalarca. Gözyaşları sel olmuştu. Ben bu manzarayı gördükten sonra, ‘Artık öldürseler de bu olaya değer’ diye aklımdan geçiriyordum. Ben sanıyorum ki askerleri bize verecekler, alıp gideceğiz. Yemekten sonra ‘Biz gidiyoruz’ dedim. Karayılan ‘Sizin için Serok’la yani Başkan Apo ile görüşeceğim’ dedi. Apo o zaman Suriye’deydi. Telsizle konuştular. Konuştuktan sonra bana, ‘Serok dedi ki, kimin annesi gelmişse onları verin, annesi gelmeyenleri vermeyin’ dedi. Ben de konuşmak istedim. Çünkü bana, ‘Gelsin verelim’ demişti.
Sizi burada vururlar
Ben, bu muamele üzerine bağırıp çağırmaya başladım. Örgütün bölge sorumlusu olduğu söylenen kişi, bana ‘Fazla bağırıp çağırmayın. Burada hepinizi vururlar’ dedi. Anneleri gelen iki askeri Kızılhaç’a teslim edeceklerini söylediler. Biz askerlerimizi alamadan aileleri ile birlikte oradan ayrılıp Duhok’a geldik. Gazeteciler gitmişti. Biz ertesi gün otelden ayrılacağımız zaman borcumuzun 56 milyon lira olduğu söylendi.
Ben, rehin kaldım
Yanımda o kadar zaten para yok. Otel sahipleri parayı ödemeden bırakmıyorlar. Kaldım orada rehin. Iraklı arkadaşı Türkiye’ye gönderip, isimlerini verdiğim arkadaşlardan parayı temin edip gelmesini istedim. Otel sahipleri bizi bırakmıyorlardı. Çaresiz kalınca ben Mesut Barzani’yi aradım. Durumu anlattım, kendisinin borcumuzu ödeyeceğimiz konusunda kefil olmasını istedim. Mesut Bey, adamları yanına çağırttı, bizim borcumuzun tamamını ödemiş. Böylece benim otelden ayrılmama izin verdiler.
‘Apo insan değil’ dedim
Abdullah Öcalan’ın askerlerin verileceği konusunda söz vermesine rağmen sözünü yerine getirmediğini belirtip, ‘Apo insan değil’ dedim. Bu sözlerim büyük yankı uyandırdı. Askerlerin bırakılması konusunda büyük kamuoyu oluştu. Herkes Apo’yu kınıyordu. Meclis’e geldim. Kuliste beni gören Meclis Başkanı, ‘Derhal istifa edeceksin. İnsanlar, senin bu çatının altında kalmanı istemiyorlar. Çok sinirlendim, ben de ona, ‘Alçak herif aslında senin istifa edip gitmen lazım’ diye bağırdım. Hemen kaçtı.
Apo’dan aracı geldi
Gel zaman git zaman Apo’dan aracılar geldi. ‘Habur sınır kapısından geçin, askerleri size teslim edeceğiz’ dediler. Kasım ayıyıydı. Kuzey Irak’a bir sefer daha yaptık. Ama karşımızda kimse yoktu. Bekledik, sonunda Duhok’a gittik. Bize adamları geldi, ‘Barzani bizi vuruyor, onlarla çatışmaya girmeyelim, istediğimiz yere gelin teslim edelim’ dediler. Çadır kurmuşlardı. 6 askeri bize verdiler. 2’sini de Kızılhaç teslim etti. Alıp geldik. Sınır kapısında Şırnak Jandarma’dan gelen komutanlar askerleri teslim aldı.”