2019’da kurulan Anadolu’dan Yeryüzüne Kadın Sivil Toplum Kuruluşları Vakfı (AYSİT) adına konuşan Av. Serpil Balat’ın kadınların sorunları ve kadına şiddet konusundaki sunumunda önce çıkan başlıklar şöyle:
İstanbul Sözleşmesi’nin feshi: Bazı siyasiler ve akademisyenler iş birliği yaptı.
İstanbul Sözleşmesi’ne gelecek olursak, İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik şiddetle mücadelede önemli bir adım, bir dur çağrısıydı, bir kararlılık göstergesiydi. Bugüne kadar öldürülmüş binlerce kadına vefa, şiddet gören kadınlara uluslararası hukuk açısından bir teminattı. Feshedilmiş olmasının şaşkınlığını yaşıyoruz. Bir metinden bir kelimenin çekilip nasıl tüm metnin manipüle edildiğini pratize etmiş olduk. Toplum mühendisliği örneklerinde çok aşinaydık, alışkındık da ama İstanbul Sözleşmesi’nin fesih sürecini yaşayarak siyasi mühendislik nasıl yapılır onu da tecrübe etmiş olduk. Bazı siyasiler algı operasyonu konusunda uzman olan bazı akademisyenlerle iş birliği yaparak süreci başlattılar. Oluşturulan ekip, birçok köşe yazarıyla irtibata geçerek aynı minvalde İstanbul Sözleşmesi karşıtı ısmarlama yazılar yazdırttılar, daha sonra sivil toplum kuruluşları ve sivil STK’lar il il dolaşarak İstanbul Sözleşmesi’nin aileyi yıktığını anlattılar. Toplumsal cinsiyet kavramını cinsiyetsizlik teorisine; LGBT bireylerin şiddetten korunma hakkını LGBT bireylerin evlenme hakkına nasıl dönüştürdüklerini hayretle izledik. “Ailenin kutsallığı”yla söze başladılar “Güçlü kadın aileyi yıkıyor” diyerek sözlerini bitirdiler. Hiç ilgisi olmamasına rağmen evden uzaklaştırma, süresiz nafaka, erken evliliği bile bu sözleşme çerçevesinde tartıştılar. Hatta absürt bir şekilde ensest ilişkiyi meşrulaştırdığını bile savundular.
İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan bu grup, haklı bir özgüven kazanmış olacaklar ki hedeflerine 6284 sayılı Yasa’yı, Medeni Kanun’u, Türk Ceza Kanunu’nu ve CEDAW Sözleşmesi’ni koyarak mezkûr yasaların iptali için çalışmalarına başlamışlar, İstanbul’dan Ankara’ya yürüme eylemi yapmışlar, bazı milletvekilleri ve siyasi parti başkanlarıyla görüşerek destek toplamışlardır. Fe Eyne Tezhebün diyoruz, bu gidişat nereye?
İstanbul Sözleşmesi kaldırılsa da kadına yönelik şiddetle ilgili kazanımlardan geri adım atılmamasını talep ediyoruz. 6284 sayılı Yasa’nın etkin uygulanmasını, uygulamadan kaynaklanan sorunların giderilmesi de talep ediyoruz. Darp raporu alarak evden uzaklaştırılan erkeklere öfke kontrolü eğitimi alma zorunluluğu getirilmeli, ekonomik sıkıntı içinde olan evden uzaklaştırılmış erkekler için rehabilite evleri tahsis edilmeli, elektronik kelepçe uygulaması yaygınlaştırılmalı, boşanma davaları ivedilikle görülmeli, boşanma sürecinin şiddeti arttırdığı göz ardı edilmemelidir, cezaevine girmiş olanlar ciddi bir rehabiliteye tabi tutulmalıdır.
İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı, evden uzaklaştırma neticesinde beklenen faydanın hasıl olup olmadığına dair bulguları bilimsel olarak incelemeli ve sık sık doğru verileri paylaşmalıdır, şeffaf veri paylaşımı verilerin dedikodu malzemesi yapılmasını engeller, manipüle edilmesini önler.
“Cuma hutbelerinde kadına yönelik şiddet konusu işlenmeli”
Yazılı ve görsel basın haberlerinde kadın cinayetlerinin infaz olarak nitelenmesi; öldürülen kadının ölümü hak ettiği, öldürenin ceza verme yetkisi ve hakkı olduğu fikrini oluşturuyor ve her cinayet haberinde bu fikir pekişiyor. İnfaz kelimesinin kullanılmasının bir cezai yaptırımı olması gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığının 2014’te yaptığı Türkiye’de Dinî Hayat Araştırması’na göre cuma namazı hiç kılmayan yüzde 7,2. Bu da gösteriyor ki bu toplumun yüzde 92’si ara sıra da olsa cuma namazına gidiyor. Cuma hutbelerinde bu konu işlenmeli. Geçen hafta bu konuydu cuma hutbesinde ama camiye giden birçok arkadaşımız diyor ki: “Çocuğa merhametten bahsedildi, yaşlılara merhametten bahsedildi ama eşlerin birbirine merhametinden hiç bahsedilmedi hutbelerde.” Cuma hutbelerinde dil çok önemli, kadınla ilgili algıyı oluşturmada etkisi çok büyük. Gençleri kazanacak, merhamete çağıran özenli bir dil kalbi ve zihni temizler. Ayrıca sahabe dönemindeki evliliklerden örnekler verilmeli. Boşanmanın normal bir olay olduğu, kadınların da boşandıktan sonra çok rahat evlenebilmesi gerektiği anlatılmalı. Maalesef Türkiye’de kültürel olarak kadına bir kere evlilik hakkı tanınıyor. Kur’an’ın kız çocuklarını diri diri gömmekten menetmesi, üstünlüğün cinsiyetle değil takvayla olduğunu belirtmesi, kadın ve erkeği birbirine dost ve veli kılması, sevgili Peygamber’imizin ise erkekleri kadınlara iyi davranmaları konusunda uyarması, şiddete hayatının hiçbir döneminde yer vermemesi, kadın ve erkeği eşit derecede muhatap alması gibi emir ve uygulamaları, kadının saygın bir birey olması yolunda insanlık tarihi adına atılmış en büyük adımlardan biridir. Ancak tüm bunlara rağmen Müslüman toplumlarda kadın konusu İslam’ın çizdiği ufuktan yoksun kalmıştır. Müslüman toplumlarda daha çok İslam öncesi kültür ve gelenekler ön plana çıkmış, Hazreti Hatice, Hazreti Fatıma ve Hazreti Aişe’lerin örnek hayatları unutturulmuştur.
Kadına yönelik şiddetle ilgili öneriler
Kısaca önerilerimizi okumak istiyorum. Uzun vadede en köklü şiddetle mücadele eğitimli olmadır. Okul öncesinden başlamak üzere temel eğitimin tüm kademelerinde kadın ve erkek eşitliği, problem çözme teknikleri, iletişim becerileri geliştirme, öfke kontrolü, empati, saygı ve merhamet gibi değerler müfredata alınmalıdır. İnsan hakları hem yaygın hem de örgün eğitimde MEB müfredatında yer almalıdır. Evlilik öncesi nişanlı gençlere sertifika programları teşvik edilmeli, kampanyalar düzenlenmeli, gençlerin iletişim becerileri, çocuk eğitimi ve ev yönetimi becerileri geliştirilmelidir. Saldırganlık öğrenilen bir davranıştır. Saldırganlık kadar saldırgan olmama davranışı da öğrenilebilir bir davranış örüntüsüdür. Şiddetin ve özellikle kadına karşı şiddetin, dijital bir dünyaya doğan ve sosyal medyadan her şeyi anında öğrenen gençlere, evlilik kurumuna ve toplumsal yapıya etkisi acilen araştırılmalıdır. Dijital mecraların etkin kullanımı çok önemli. Özellikle Aile Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet bu mecralarda gündem oluşturarak olumlu mesajlar verecek, kuşatıcı kamu spotları ve kısa filmlerle barış ve güven toplumunu hedeflemeli ve “şiddete hayır”ı kesin bir dille ifade etmelidir. Toplumsallaşma süreci çerçevesinde gerek çocukluk döneminde gerekse yetişkinlik döneminde, kitle iletişim araçlarının özellikle de televizyonun etkisiyle kolay öğrenilebilen saldırganlık davranışlarının ortaya çıkmaması ve çıkması hâlinde bunun yol açtığı çatışmaları ve şiddet olaylarının çözümü için çaba gösterilmesi gereklidir. RTÜK’ün fonksiyonu artırılmalıdır, habercilik dili denetlenmelidir.
Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinin (ŞÖNİM) sayısı artırılmalıdır, her ailenin aile hekimliği projesi gibi bir aile danışmanı olmalı, aile içindeki ensest ve şiddet olaylarının erken tespit edilmesinin yolu açılmalıdır, eşler arasındaki geçimsizliklerde şiddet üretmeden çözüm yolu aranmalıdır, şiddet mağduru annelerin çocuklarıyla özel olarak çalışılmalı, kamu spotlarıyla topluma bu çocukların yaşadığı travma anlatılmalıdır, KADES uygulaması devam etmelidir, kadına yönelik şiddetle mücadelede kadın erkek birlikte mücadele etmeli, hatta erkeklerin ve yöneticisi erkek olan sivil toplum kuruluşları öncülük etmelidir. Böyle bir sorunun varlığını erkek cinsinin onuruna yakıştıramamalı erkekler, erkekliğin onurunu kurtarmalılar bu soruna bir çözüm bularak.